Kozmik hafıza. Rudolf Steiner
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kozmik hafıza - Rudolf Steiner страница 6
Zamanın geçmesiyle birlikte dünyamızdaki bütün koşulların fazlasıyla değiştiğini kavramak zorundayız. Bugün, Atlantislilerin yukarıda sözü edilen araçları tamamen kullanışsız olacaktı. Onların kullanılması, yeryüzünü çevreleyen hava katmanının şimdikine göre çok daha yoğun olmasına bağlıydı. Şimdiki bilimsel inançlarla, insanın havadaki bu tür bir yoğunluğu kolaylıkla hayal edip edemeyeceği ise bizi burada ilgilendirmemelidir. Bizatihi doğaları nedeniyle, bilim ve mantıksal düşünce hiçbir zaman neyin mümkün olduğuna ya da olmadığına kesinlikle karar veremez. Bunların tek işlevi, deneyim ve gözlem ile ortaya çıkanı açıklamaktır. Yukarıda sözü edilen hava yoğunluğu, okült deneyim açısından, günümüzde duyular tarafından algılanan herhangi bir olgunun olabileceği kadar kuşkuya yer bırakmaz.
Fakat eşit derecede, hatta belki daha fazla kesin olan bir diğer olgu da, o dönemde bütün dünya üzerindeki suyun günümüze kıyasla çok daha ince olduğudur. Bu incelikten ötürü su, Atlantisliler tarafından kullanılan öz enerjisi sayesinde teknik kullanımlara yönlendirilebiliyordu ki, günümüzde bu olanaksızdır. Suyun artan yoğunluğunun sonucunda, suyu hareket ettirmek ve yönlendirmek olanaksız duruma geldi, ki bundan da Atlantis dönemi uygarlığının bizimkinden radikal biçimde farklı olduğu açıkça ortaya çıkıyor.
Ayrıca, bir Atlantislinin fiziksel yapısının çağdaş bir insanınkinden oldukça farklı olduğu da aşikârdır. Bir Atlantisli kendi bedeninde doğuştan var olan yaşam gücünün kullanabileceği suyu, bugünün fiziksel bedeninde mümkün olandan oldukça farklı bir biçimde içine alıyordu. Bir Atlantislinin kendi fiziksel gücünü bilinçli olarak, bugünün insanından tamamen farklı bir biçimde kullanabilmesi işte buna dayanıyordu. Bünyesindeki fiziksel güçleri, yapmakta olduğu iş için gereksindiği takdirde arttırma olanaklarına sahipti. Atlantislilerle ilgili doğru bir görüşe sahip olmak için, bunların yorgunluk ve gücün tükenmesi ile ilgili telakkilerinin günümüz insanınkine göre oldukça farklı olduğu bilinmelidir.
Bir Atlantis yerleşim birimi, betimlemekte olduğumuz her şeyden anlaşılacağı gibi, çağdaş bir kente kesinlikle benzemeyen bir nitelikteydi. Bu tür bir birimde, tam tersine, her şey hâlâ doğa ile uyum içindeydi. İlk Atlantis dönemlerinde -yaklaşık üçüncü alt-soyun ortalarına doğru-bir yerleşim birimi içindeki evlerin ustaca iç içe örülmüş dallarıyla, ağaçlardan yapılan bir bahçeye benzetilebilir. O dönemde, insanın el işçiliği doğadan hareketle gelişiyordu. Ve insan kendisini tamamen doğa ile ilişki içinde hissediyordu. Dolayısıyla, toplumsallık anlayışı da bugünküne göre oldukça farklıydı. Sonuçta, doğa bütün insanlar için ortaktır. Atlantisliler doğayı temel alarak kurdukları şeyleri, tıpkı günümüz insanının kendi ustalığının, kendi zekâsının kendisi için yaratmış olduğu şeyleri kendi özel mülkiyeti olarak değerlendirmesinin sadece doğal olduğunu düşünmesi gibi, ortak mülkiyet sayıyorlardı.
Atlantislilerin yukarıda tanımlandığı gibi manevi ve fiziksel güçlerle donanmış oldukları fikrine aşina bir kişi, daha da erken dönemlerde insanın görüntüsünün bugün görmeye alışık olduğu şeyi ancak birkaç özellikte anımsattığı noktasını da anlayacaktır. Sadece insanlar değil, doğal çevre de zaman içinde çok büyük ölçüde değişmiştir. Bitki ve hayvan türleri farklılaşmıştır. Doğası yeryüzüne ait olan her şey, değişime tâbidir. Dünyanın bir zamanlar yerleşik olan bölgeleri yıkıldı; diğerleri ortaya çıktı.
Atlantislilerin ataları, başlıca kısmı günümüz Asya’sının güneyinde yer alan ve artık kaybolan bir bölgede yaşadılar. Teozofı yazılarında bunlar Lemuryalılar olarak anılır. Çeşitli gelişme aşamalarından geçtikten sonra, bunların büyük bir kısmı dejenere oldu. Bunlar da bodur insanlara dönüştü ki, bunların soyundan gelenler hâlâ dünyanın bazı kısımlarında yaşarlar ve vahşi kabileler olarak anılırlar. Lemurya halkının ancak küçük bir bölümü gelişmesini daha ileriye götürebildi. Bu kesimden Atlantisliler ortaya çıktı.
Daha sonra, yeniden benzer bir durum meydana geldi. Atlantis halkının büyük bir kısmı dejenere oldu ve bunların ufak bir kesiminin soyundan gelenler de Ariler denilen soy olup, günümüzdeki uygar insanlığı kapsarlar. Manevi bilimlerin terminolojisine göre, Lemuryalılar, Atlantisliler ve Ariler insanlığın kök-soyları’dır. Bu tür iki kök-soyun Lemuryalılar’dan önce geldiği ve gelecekte Arileri diğer ikisinin izleyeceğini gözünüzde canlandırdığınız takdirde, elde edilecek sayı toplam yedidir. Lemuryalılar, Atlantisliler ve Ariler için yukarıda belirtildiği şekilde her zaman, biri diğerinden ortaya çıkar. Her kök-soy, öncekilerden oldukça farklı fiziksel ve zihinsel özelliklere sahiptir. Örneğin, Atlantisliler özellikle hafızayı ve bununla bağlantılı her şeyi geliştirirken, düşünce yetisini ve buna ait her şeyi geliştirmek de içinde bulunduğumuz dönemde Arilerin görevidir.
Her kök-soyda ayrıca çeşitli aşamalardan geçilir. Bunların sayısı her zaman yedidir. Bir kök-soyu ile özdeşleşmiş bir dönemin başında, bunun başlıca özellikleri genç bir halde bulunur; yavaş yavaş olgunluğa ulaşır ve nihayet bir dejenerasyona girer. Bir kök-soyun halkı, böylece yedi alt-soya bölünür. Fakat bir alt-soyun, bir yenisi geliştiğinde hemen yok olduğu düşünülmemelidir. Bunlardan her biri kendi varlığını, diğerleri gelişirken uzun bir süre koruyabilir. Dolayısıyla yeryüzünde yan yana yaşayan, ama farklı gelişme aşamaları gösteren topluluklar her zaman var olmuştur.
Atlantislilerin ilk alt-soyu, Lemuryalıların yüksek bir evrimsel potansiyele sahip olan son derece gelişmiş bir kesiminden ortaya çıkmıştı. Hafıza yetisi Lemuryalılar arasında sadece ilkel biçimde ve kendi gelişim süreçlerinin son döneminde ortaya çıkmıştı. Bir Lemuryalının, deneyimlediği şeye ilişkin fikirler oluşturma yetisine sahipken, bu fikirleri koruyamadığı düşünülmelidir. Kendi kendisine yansıttığını hemen unutuyordu. Buna karşın, belirli bir uygarlıkta yaşıyordu ve örneğin araç gereçleri, inşa edilmiş binaları vs. vardı – bunu kendi düşünce güçlerine değil de kendisinde yatan zihinsel bir güce borçluydu ki bu da içgüdüseldi-. Fakat insan bunun günümüzün hayvani içgüdülerine benzediğini düşünmemelidir, bu çok daha farklı bir türdeydi.
Teozofi metinleri Atlantislilerin ilk alt-soyunu Rmoahallar olarak adlandırır. Bu soyun hafızası özellikle canlı duyu izlenimlerine yönelmişti. Gözün gördüğü renkler, kulağın işittiği sesler ruhta bundan sonra da uzun süreli etkili oluyordu. Bu, Rmoahalların kendi Lemuryalı atalarının henüz bilmediği duyguları geliştirdikleri olgusuna dayanıyordu. Örneğin, geçmişte deneyimlenen şeylere bağlanmak, bu duyguların bir kısmını oluşturuyordu.
Hafızanın gelişmesi ise dilin gelişmesi ile bağlantılıydı. İnsan geçmişte olanı koruyamadığı sürece deneyimlenmiş olana dair bir iletişim de dil aracılığıyla gerçekleşemezdi. Son Lemurya döneminin, hafızanın başlangıcının ilk ortaya çıktığı dönem olduğunu düşünürsek, görülen ve işitilen şeyleri adlandırma yetisinin başladığını varsayabiliriz. Bir şeye verilen adı, sadece anımsama yeteneğine sahip olan insanlar kullanabilir. Dolayısıyla, Atlantis dönemi, dil gelişiminin ortaya çıktığı bir dönemdi.