Kafka'dan Coelho'ya Yakın Okumalar. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kafka'dan Coelho'ya Yakın Okumalar - Анонимный автор страница
Kafka’dan Coelho’ya “Yakın Okuma”lar
Orhan Söylemez
“Kafka’dan Coelho’ya Yakın Okumalar”
Mehmet Kaplan Şiir Tahlilleri 1. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kitabının önsözünde “… hiç bir metin, muayyen bir usûle ve düşünceye göre okunmadıkça, kendiliğinden bize derin bir fikir vermez. Yazılı metin de tabiat gibidir. Sırlarını ancak kendisine hususî sualler sorana açar.” diyor.1 Göstergebilim profesörü İtalyan yazar Umberto Eco, gerek Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti2 gerekse Yorum ve Aşırı Yorum3 adlı kitaplarında, eser ve okuyucu arasındaki ilişkiyi irdeler. Anlatıyı bir “orman”a benzeten Eco, anlatı okurlarını da ideal okur, örtük okur, gücül okur, gerçek okur olarak tanımlamalar. Gerçek okuru “bir metnin gizinin, metnin boşluğu olduğunu anlayan” okur diye tanımlayan Eco, “yorum sürecini ‘anladım’ diyerek bitirenleri de “kaybedenler” olarak kaydeder. Eco, 1984 yılında Columbia Üniversitesi’nde lisansüstü seminerleri verdiği dönemde “bir metni titizlikle incelemenin, ‘yakın okuma’yı uç noktalarına vardırmanın o metnin büyüsünü yok etmediğini” bir kere daha fark eder. (Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, s. 25) Çünkü dönem ödevleri ilginçtir ve onlardan öğrendiği pek çok şey vardır. İşte elinizdeki bu çalışma da lisansüstü seminerler sonunda dönem ödevleri içinden seçildi. Her bir yazı farklı bakış açılarıyla, farklı “yakın okuma”larla ortaya çıktı. Daha önce Atatürk Kültür Merkezi tarafından 2010 yılında basılan Cengiz Aytmatov: Tematik İncelemeler adlı kitap da bu şekilde ortaya çıkmıştı. Oradaki yazılar genç akademisyen adaylarının Aytmatov okumalarına ayrılmıştı. Bu çalışmada ise Yevgeni Zamyatin, Ayn Rand, Elçin, Paulo Coelho, Franz Kafka, Hermann Hesse, Yuri Buyda, Aytmatov gibi önemli yazarların romanları ile İtalyan yazar Dino Buzzati’nin bir hikâyesi “yakın okuma”larla incelendi.
Burada “yakın okuma”dan maksat, bir metni belli bir bakış açısıyla veya yorumlama metoduyla titizlikle okumanın ve incelemenin sonunda belli bir yoruma varılabilmesidir. Hilmi Yavuz da John Berger’in Görme Biçimleri’ne özenerek kitabının adını Okuma Biçimleri koymuştu. 4 Hilmi Yavuz “okuma biçimlerinden” maksadının “bir edebî metnin okunma, yorumlanma ve anlamlandırma biçimlerini” kastettiğini belirtiyordu kitabında. Bu kitapta yazıları olan lisansüstü öğrencileri de hiçbir iddiaları olmadan sadece seminer dönem ödevi olarak farklı yöntemlerle “okuma” işini yakından yaptılar, satır aralarına baktılar, bağlantılar kurmayı denediler, yorumladılar ve anlamlandırmaya çalıştılar. Birbirleriyle tartıştılar, eleştirdiler, katkılarda bulundular.
Samet Azap, Michel Foucault’un Özne ve İktidar’ına göre Yevgeni Zamyetin’in Biz romanında distopya ya da öznenin yitimini yazdı. Michel Foucault “Hepimiz yaşayan ve düşünen özneleriz” diyordu. İdeal bir toplum düzeni insanlarca sorgulandı, sorgulanmaya da devam ediyor. İnsanlardaki bu arayış sonunda ütopik bir dünya arzusunu beraberinde getirdi. 20. Yüzyılda iki dünya savaşı ile değişen dünya düzeni, özellikle 2. Dünya savaşının getirdiği değişimler, totaliter rejimlerin baskıları, hayatını kaybeden milyonlarca insanın varlığı insanları umutsuzluğa sürükledi. Eli kalem tutan sosyal bilimciler ve toplum için kafa yoran yazarlar, ütopyanın bir eleştirisi olarak distopik anlatılar kaleme aldılar. Distopik ya da anti-ütopik anlatıların ilkleri arasında gösterilen Yevgeni Zamyetin’in Biz anlatısı da normalleştirilen, sürü haline getirilen bireyler üzerinden bir sistem eleştirisini içerir. Azap, Biz anlatısını Michel Foucault’nun Özne ve İktidar kitabındaki “özne” ve “iktidar” tanımlamalarından hareketle irdeledi, iktidarın özneye hem özgürlük hakkı veren hem de boyun eğdiren paradoksal yapısı ile Biz anlatısındaki totaliter rejimin efendisi ile numaralarla bireysel kimlikleri silinen kitle arasındaki benzerlikleri ortaya koydu. Kimliksizleştirme politikası ve iktidar ile özne arasındaki ilişki Zamyetin’den sonra kaleme alınan 1984, Cesur Yeni Dünya, Ben gibi anlatılara da ilham kaynağı olmuştur. Biz anlatısı, baskıcı rejimlerin sorgulama yöntemlerine ve sonraki anlatılara kaynaklık etmiştir.
Alev Gültürk, yine aynı baskı düzenini sorgulayan Ben romanını “Varoluşçu” felsefenin ışığında “yakın okuma”yla irdeledi. Daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne siyasî mülteci olarak sığınan yazar Ayn Rand’ın “iyi, kötü, doğru, yanlış birçok kelime biliyorum. Ama bunların içinde kutsal olan bir tane var, o da “ben” sözü üzerine düşünen Gültürk, romanı ‘tüketim toplumuna, insanların üstünlük kurma savaşına, modern dünyanın ezberlettiği tek düze hayata karşı haykıran, başkaldıran ‘ben’in sesi olarak yorumladı.
Güçlü anlatılar karakter yaratma ve geliştirme yeteneğiyle yakından ilintilidir. Ayn Rand’ın Ben adlı anlatısı da yarattığı karakterin benlik ve sevme gibi yaşamsal izlerin yok edildiği ilkel bir toplumda “ben olma” yolundaki bireyselliğe ulaşma arzusunu anlatır. Ben, bireylerin değil toplumların romanı olarak algılansa da bireyin var olma yolundaki çabasını geçtiği sınavlardan sonra erginlenmesini ve kendini gerçekleştirmesini imler. Bu eser, toplumun ışığı olan bireyin, birey olmasını sağlayan birçok şeyin yok edilmesi, kaldırılması ile insanları mutluluğa ulaştırdığını düşünen diktatör yönetimlere karşı yazılmıştır. Yazar, herkesin eşit olduğu, herkesin aynı paydada buluşması zorunluluğunu taşıdığı seçme, tercih etme özgürlüğünün bulunmadığı düzene karşıdır.
Faruk Kıral, öznenin nesneleştirilmesi üzerine düşüncelerini Yuri Buyda’nın Sıfır Treni romanı üzerindeki “yakın okuma”sıyla somutlaştırdı. Buyda’nın eserinden alıntıladığı “Mişa Lando: Burası öldürücü bir yer, demişti bir keresinde.” (Buyda 2001: 19) cümlesiyle mekânın insan üzerindeki etkisini de özetledi.
Benliğin gelişme süreci, sosyal hayata paralel olarak, bireyin tüm hayatı boyunca devam eder. Bu açıdan bakıldığında “benliğin”, sosyal faktörlerin sürekli işlendiği ve neticede davranış biçimlerinin oluşturulduğu bir alan olduğu söylenebilir. Dolayısıyla “benlik” insanların olduğu her alanda tabi olunan grupça şekillendirilir. Sosyal bir varlık olan insan, kendi şekillendirdiği devlet adlı kurumun ideolojisince eğitim alır, bireyselliğini yitirerek herkesleşir. Bu süreç içerisinde birey bazı rejimlerce benliğini tamamlarken bir taraftan da özünden uzaklaşarak kendi kurduğu rejimin kölesi olur. Baskıcı rejimlerde bireyi feda ederek rejimin ayakta kalması temel anlayıştır. Bireyin yok edilişi ile beslenen bu rejimlerde kalkınma, üretim, kazanç ve maddi unsurlar için birey önemsiz bir metadır.
Yuri Buyda’nın Sıfır Treni Komünist Sovyet Rusya döneminde yaşananların bir kesitini gözler önüne serer. Bu kesit, Sovyet Döneminin baskıcı tutumunu, sürgünleri, kıyımları, bireyin belleğinin yok edilişini ve bireylerin, ölümüne faydacı bir anlayışla kullanılmasını ortaya koyar.
Benzer bir roman da Azerbaycan edebiyatının önemli kalemlerinden Elçin’in eseri Ölüm Hükmü’dür. Evren Çelenk, eseri “Kaçınılmaz yazgı ve ölüm hükmü” olarak yorumladı. Roman, hangi çağda ve hangi sosyal düzende olursa olsun Yaratıcının verdiği hükmün asla değişmeyeceği temasını işler. İnsanoğlunun kendince kurduğu idare, biçim ve sistemler sosyal ve beşeri nizamlar, kısacası rejimler aslında–ilahî kanunlar göz ardı edildiğinden-bir inkâr, değiştirme ve yok saymadır. Başarıya ulaşması da mümkün değildir. Romanda; hayat, ölüm, Allah’ın varlığı, insanoğlunun zalim yapısı gibi insanla var olagelen ontolojik sorunların sorgulanması eserin felsefi arka planını gösterir.
20. Yüzyıl Azerbaycan’ında özellikle ‘Ekim Devrimi’ sonrası şekillenmeye başlayan yeni siyasal ve sosyal yapılanma içerisinde yaşanan olayları konu edinen Ölüm Hükmü, kahramanların hayat hikâyeleri ve kavşak noktalarında yaşanan kimi zaman trajik, kimi zaman trajikomik bazen de dramatik durumlarını dikkatlere sunar.
Eserlerinde felsefî derinliği olan Elçin’in incelenen
1
Mehmet Kaplan
2
Umberto Eco.
3
Umberto Eco.
4
Hilmi Yavuz.