Yetişkin Olmak. Lara E. Fielding
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yetişkin Olmak - Lara E. Fielding страница 8
Bütün arabalarda aynı asal parçalar vardır: bir motor, bir direksiyon ve aracın içinde sürüşün rahatlığını etkileyen tekerlekler. Aynı şekilde bütün insanlarda da psişemizin tıkır tıkır işlemesini sağlayan, günlük ruh halimizi ve motivasyonumuzu etkileyen parçalar sistemi bulunur. Aracın dışında gerçekleşenleri, içinde hissettiğimiz Duygular, Düşünceler ve Eylem itkileri (DDE) sayesinde işler ve algılarız.
Benim (bileşenleri hatırlamaya yarayan kullanışlı bir kısaltmayla) DDE regülatörü dediğim bu zihin matrisi hayatlarımızın gerçekleriyle ilgili algılarımızı (mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuz) yaratmak üzere arka planda kesintisiz olarak çalışır. Her parçanın bütüncül sisteminize nasıl katkıda bulunduğunu anlamak daha sonra düzenlemeyi artırma ya da azaltma ihtiyacı duyduğunuzda gerekli değişiklikleri yapma becerilerinizi daha büyük bir farkındalıkla kullanabilme yolunda atacağınız ilk adımdır.
Biz insanlar duygularımızla biraz çatışmalı bir ilişki içindeyizdir. Hepimiz neşe, esinlenme, huşu ve sevgi gibi iyi duygulara daha fazla sahip olmak isteriz. Ama üzüntü, hayal kırıklığı, kaygı ve (tanrı korusun) utanç gibi rahatsızlık verici duygulardan kaçınmak için elimizden geleni yaparız. Kahretsin, muhtemelen siz de böyle yetiştirildiniz. Anne babalarından “Canım, ben sadece senin mutlu olmanı istiyorum” klişesini işitmiş olanlar ellerini kaldırabilir mi lütfen? Doğru, öyle değil mi? Bu kitabı satın almanızın bir nedeni de bu muhtemelen. Size mutlu olacağınız söylendi!
Elbette ki ebeveynleriniz sizi mutluluğa teşvik ederken en iyi niyetlerle hareket ediyorlardı. Bu hâlâ müthiş bir hedef! İşleri berbat edebilecek şey o “sadece” kısmıydı. Benim kuşağım ve benden öncekilerin bilmediği ama sizlerin çocuklarınıza aktarabileceğiniz şey şu: Nasıl ki bir arabayı tümden kapatmadan, motorunun bir parçasını çıkaramıyorsak bütün duyguları kısmadan bazı duyguların önünü kesemiyoruz. Zihin-beden aracımız bazı duyguları kapatacak şekilde tasarlanmadı. İşe yaramaz.
ARA Şu deneyi yapın. Şimdi bu sözcükleri okurken, dikkatinizi oturduğunuz sandalyede poponuzu (ya da somut başka bir duyumu) hissetmeye yöneltin. Peki, poponuzu hissediyor musunuz? Poponuz var mı? Güzel! O duyumlar hep oradaydı, ama dikkatinizi bu fiziksel duyumları bilincinize taşımaya verdiniz. Şimdi şunu deneyin. Poponuzu hissetmemeyi deneyin. Hissetmeyi bırakın. Deneyin, bekliyorum.
Bir kez farkına vardıktan sonra bir şeyi (bu örnekte poponuzu) hissetmemekte şansınız yaver gitti mi? Elbette ki hayır! Bir şey hissettiğimizde, öylece hissetmemeyi başaramayız! Ama bunu duygularımızda o kadar sık deneriz ki. Aklımıza başka bir şey getirmekte sınırlı bir başarı elde edebiliriz. Dikkati dağıtmak çok güzel işe yarar, kısa bir süreliğine. Ama rahatsızlığınızı azaltmak için bir alışkanlık olarak dikkatinizi dağıtmaya aşırı yüklendiğinizde odaklanma kaslarınıza ne olur sizce? Muhtemelen şunun farkına vardınız, poponuzu ne kadar çok hissetmemeye çalıştıysanız o kadar çok hissettiniz!
Duygularımızı hissetmemeye çalıştığımızda da benzer bir şey olur. Onlardan ne kadar kurtulmaya çalışırsak, onlara daha fazla saplanıp kalmaya meylederiz. Bunun nedeni duygularımızın sadece hayatta kalmamız için değil, bizim için önemli şeylerin peşinden giderken de temel bir işlevi yerine getirmeye hizmet etmesidir.
Duygularınızı en son ne zaman tüm bedeninizde duyarak deneyimlemiştiniz hatırlıyor musunuz? En son ne zamandı yakıcı gözyaşlarınız, üzüntüden kızarmış yüzünüz, hızla çarpan göğsünüz, kaygıdan terlemiş avuçlarınız, öfkeyle kısılmış gözleriniz ve gerilmiş kaslarınız, şefkatle açtığınız kollarınız, sevgiyle yumuşacık dudaklarınız? Bu hazla dizgininden boşalmış şelaleler bizi yüceltici ya da korkutucu olan kendi sanal gerçekliğimize yöneltebilir. Ama onlar olmasaydı avlanmak, özen göstermek, yaratmak ve bağ kurmak için ihtiyaç duyduğumuz itkiye sahip olmazdık.
Duygularımızın somut deneyimi insanların hayatta kalmasını ve bir tür olarak bizim başarımızı garanti altına almıştır. İlk insanların duyguları olmasaydı ne olurdu? Dümdüz bir örnek olarak korkuyu alalım. Diyelim ki ilk insanlardan birisiniz, dışarıya avlanmaya çıkmışsınız. Çalıların arasında dolanıyorsunuz ve birden arkanızda bir dalın çıtırdadığını duyuyorsunuz, boynunuzda sıcak bir nefes hissediyorsunuz, son olarak da derinden gürültülü bir kükreme duyuyorsunuz. Bir sonraki hamlenizi sakince düşünürken tümüyle mantıklı olsaydınız –duygularınız hiç olmasaydı– ne olurdu?
ÖLÜRDÜNÜZ!
Atalarımız genlerini bir sonraki kuşaklara geçirebilecek kadar uzun süre yaşamak için hayatta kalma mücadelesi verirken kılıç dişli bir kaplan ya da sıkıntı verici başka bir tehdit tarafından öldürülmemek için son derece hızlı hareket etmeleri ve tepki vermeleri gerekiyordu. Öyle değil mi? Bu evrimin ilk öncülüdür: Hayatta kal ve genlerini aktar: Uygun olanın hayatta kalması. İçimizdeki en temel saik duygularımızdan gelir!
Modern çağ ve onun bütün rahatlıkları istemeden bizi en derin doğamızdan ayırmıştır – her ağrı için bir hap içmenin rahatlığı, gerçekliğin ıstıraplarından uzaklaşmamızı sağlayan sonsuz sayıda eğlence ya da bütün sorunları çözecek bir uygulama (ya da annemiz) içimize dönüp duygularımızın anlamlı mesajlarını dinleme becerimizi en aza indirdi. Hayatta kalmaya yönelik hayvansal güdülerin üstünde ve ötesinde, duygularımız bilinçli varlıklar olarak en derindeki özlemlerimizde bizim kılavuzlarımızdır da. Duyguların üç temel iletişim işlevi vardır.
Diyelim ki bir dostunuz anlamlı ve önemli bir şey paylaşmak için size geliyor. Bu sahneyi nasıl hayal ediyorsunuz? Belki de onun kaşlarını çatmış, gözleri yaşlarla dolu, her zamankinden farklı bir ses tonu ya da temposuyla size yaslandığını görüyorsunuz. Bütün bu “duygusal işaretler” daha yakından dikkat sarf etmenizi bekliyor. Arkadaşınız hiçbir şey söylemese bile bu duygusal işaretler, onun sözcüklerinden daha güçlü.
Tam tersine, ya siz bir dostunuzun desteğini arıyorsanız ve hiçbir duygusal ifadeyle karşılaşmıyorsanız? Dostunuz ses tonunuza ve ifade biçiminize uyumla karşılık vermiş olsaydı kendinizi daha anlaşılmış hissederdiniz muhtemelen. Duygusal iletişimlerin kırılgan mekânında empati yoluyla bağ kurarız. Başlıca duygularımızın ifadeleri konuşma öncesi, evrensel ve kültürler arasıdır. Bir gülümsemenin karşınızdakinin mutlu olduğu, gözyaşlarınınsa mutsuz olduğu anlamına geldiğini hiç kimsenin size öğretmesi gerekmez. Bu nedenledir ki ifadelerimiz, dil engellerini aşarak bizi bir araya getirir. Nina’ya neler olduğunu bir düşünün. Duygusal sinyallerini engellediğinden, başkaları onunla ilişki kuramadı ya da çok istediğinde ona destek vermedi. Duygularımızı kapatırsak iletişim ve bağ kurmanın temel bir parçasını yitiririz.
Çok