Beşinci Kadın. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль страница 14
Yedi civarında emniyete gitti. Koridorda odasına doğru giderken arkadaşlarının Holger Eriksson’u bulup bulamadıklarını düşünüyordu. Ceketini asarak masasının başına geçip oturdu. Masasında birkaç tane telefon mesajı vardı. Ebba öğleden sonra göz doktorunda randevusu olduğunu hatırlatan bir not bırakmıştı. Okuma gözlüğüne ihtiyacı vardı. Eğer uzun süre bir şey okur ya da yazarsa başı ağrıyordu. Yakında 47 yaşına basacaktı. Artık yaşıyla ilgili bazı gerçekleri benimsemesinde yarar vardı.
Per Åkeson’dan bir mesaj vardı. Wallander, savcının bürosuna telefon etti ama savcının o gün Malmö’de olacağı söylendi. Kahve almak için kantine gitti, sonra masasına oturarak oto hırsızlığı soruşturması için yeni bir strateji geliştirmeye çalıştı. Hemen hemen her organize suçta üzerine yeterince düşüldüğünde kırılabilecek zayıf bir nokta her zaman bulunabilirdi.
Telefonun sesiyle düşüncelerinden uzaklaştı. Arayan yeni polis müdürü Lisa Holgersson’du ve kendisine hoş geldin demek istemişti.
“Tatil nasıldı?” diye sordu.
“Çok iyiydi.”
“İnsan bu tür hareketlerle ailesini yeniden keşfediyor, değil mi?” dedi Lisa.
“Onlar da çocuklarına farklı açılardan bakabilmeyi öğreniyorlar,” diye karşılık verdi Wallander.
Lisa Holgersson kısa süre sonra bir dakika diyerek ahizeyi eliyle kapattı. Wallander, şefinin yanına birinin girdiğini ve bir şeyler söylediğini duymuştu. Björk ona tatilinin nasıl geçtiğini hiç sormamıştı. Wallander yeniden şefin sesini duydu.
“Ben de birkaç günden beri Stockholm’deyim,” dedi Lisa. “Ama seninki kadar eğlenceli geçmiyor.”
“Şimdi neyin peşindeler?”
“Estonia’yı düşünüyorum. Deniz kazasında ölen meslektaşlarımızı.”
Wallander karşılık vermedi. Bunu kendisinin de düşünmesi gerekirdi.
“Buradakilerin canının ne denli sıkkın olduğunu tahmin edebilirsin,” diye sürdürdü konuşmasını. “Böyle bir durumda burada oturup Emniyet Genel Müdürlüğü’yle ilçe teşkilatları arasındaki organizasyon sorunlarını nasıl tartışabiliriz ki?”
“Biz de herkes gibi ölümün karşısında çaresiziz,” dedi Wallander. “Gördüğümüz onca ölüme karşın yine de elimiz kolumuz bağlanıyor. Alıştığımızı sanıyoruz ama ölüme alışmak söz konusu bile değil.”
“Fırtınalı bir gecede bir feribot battı ve ölüm yeniden o acımasız yüzünü İsveç’e gösterdi,” dedi Lisa. “Oysa uzun zamandan beri varlığını unutmuştuk.”
“Senin gibi düşünmesem de haklısın galiba.”
Genç kadının boğazını temizlediğini duydu. Kısa bir sessizlikten sonra yeniden konuştu.
“Teşkilat sorunlarını konuştuk,” dedi. “Ve her zamanki soruyla karşı karşıya kaldık. Acaba hangisine öncelik tanımalıyız?”
“Zamanımızı suçluları yakalamakla geçirmeliyiz, diye düşünüyorum,” dedi Wallander. “Onları adaletin önüne çıkararak ve cezalandırılmaları için yeterli delil toplayarak geçirmeliyiz.”
“Keşke her şey söylediğin kadar basit olabilseydi,” dedi Lisa hafifçe iç çekerek.
“İyi ki müdür değilim,” diye karşılık verdi Wallander.
“Ben de, bazen…” dedi ve cümlesini tamamlamadı. Wallander telefonu kapatacağını sanmıştı ama genç kadının söyleyecekleri bitmemişti.
“Aralık başında seni polis akademisine göndereceğime söz verdim,” dedi. “Geçen yazki soruşturmayla ilgili bir konferans vermeni istiyorlar. Stajyer polisler seni aralarında görmek için sabırsızlanıyorlar.”
Wallander şaşkına dönmüştü.
“Gidemem,” dedi. “Kalabalığın karşısında konuşamam. Bunu yapamam. Başka biri gitsin. Martinson çok iyi bir konuşmacıdır. Aslında bana sorarsan politikacı olmalıydı.”
“Senin gideceğine söz verdim,” dedi Lisa gülerek. “İnan bana her şey çok güzel olacak.”
“Hastalanabilirim,” dedi Wallander.
“Aralığa daha çok var,” dedi. “Bunu daha sonra konuşuruz. Tatilin nasıl geçtiğini öğrenmek için aramıştım. İyi geçtiğini duyduğuma sevindim.”
“Burada her şey yolunda,” dedi Wallander. “Elimizdeki tek dosya bir kayıp vakası ama arkadaşlarım bununla ilgileniyorlar.”
“Biri mi kayıp?”
Wallander, Sven Tyrén’le yaptığı konuşmayı aktardı.
“Kayıp ihbarları ne kadar doğru çıkıyor?” diye sordu Lisa. “Bu konudaki istatistikler ne diyor?”
“Ne dediklerini bilmiyorum,” dedi Wallander. “Ama kayıp vakalarında cinayet ya da kazanın söz konusu olmasının çok ender rastlanılan bir olay olduğunu biliyorum. Yaşlı ya da bunaklar söz konusu olduğunda bir süre sonra kendileri geri gelebiliyorlar. Gençler söz konusu olduğundaysa ya ailelerine isyan etmek ya da bir serüven aramak için ortadan kayboluyorlar. Uzun sözün kısası ciddi bir şeyin söz konusu olması çok sık rastlanılan bir olay değil.”
Birbirlerine iyi günler diledikten sonra telefonu kapattılar. Wallander polis akademisinde konferans verme düşüncesi karşısında kaskatı kesilmişti. Aslında ondan bir konferans vermesini istemeleri çok gurur vericiydi ama böyle şeylerden hiç hoşlanmazdı. Bu konuda Martinson’u ikna etmeye çalışacaktı.
Yeniden oto hırsızlığı dosyasına döndü. Saat sekizde bir fincan kahve daha almak için odasından çıktı. Karnı da acıktığından bir paket bisküvi aldı. Midesi artık iyiydi. Kısa süre sonra kapısı vuruldu ve Martinson içeri girdi.
“Bugün kendini nasıl hissediyorsun?”
“İyiyim,” dedi Wallander. “Holger Eriksson olayı nasıl gidiyor?”
Martinson ona şaşkınlıkla baktı.
“Kim? Ne olayı?”
“Holger Eriksson. Kayıp olduğu düşünülen adam, onunla ilgili bir rapor yazmıştım ya hani?”
Martinson başını iki yana salladı.
“Ne zaman söyledin? Hiç anımsamıyorum. Feribot kazası canımı çok sıktı. Ondan başka bir şey düşünemiyordum.”