Bir Adım Geriden. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bir Adım Geriden - Хеннинг Манкелль страница 14
Ne var ki o gece gördüğü her şey gerçekti ve bu gerçek de son derece ürkütücüydü. Mesleğinde dehşet verici nice cinayetle karşılaşmış olmasına karşın hiçbir olay onu bu denli derinden etkilememişti.
Svedberg’in kapısını kırıp içeri girdiğinde neyle karşılaşacağını bilmiyordu ama yine de levyeyi kapıya soktuğu an kendini en kötüye hazırlamış ve korkularında da haksız çıkmamıştı.
İki polis düşman topraklarına adım atıyorlarmış gibi eve sessizce girmişlerdi. Martinson, Wallander’in hemen arkasındaydı. Oturma odasının ışığı yanıyordu. Kısa bir an kıpırdamadan holde durdular. Oturma odasının kapısında, Wallander o kadar ani geri çekildi ki sert bir şekilde Martinson’a çarptı. Martinson da Wallander’in gördüklerine bakmak için öne eğildi.
Wallander, Martinson’dan çıkan sesi yaşamı boyunca unutamayacağını hissetti. Martinson yerde yatan şeyin gerçek olduğuna inanmakta zorlanan küçük bir çocuk gibi inlemişti.
Yerde yatan Svedberg’di. Bacaklarından biri, kolu kırık koltuktan aşağı sarkıyordu. Bedeni omurgası yokmuşçasına garip bir şekilde bükülmüştü.
Wallander dehşet içinde oturma odasının kapısında kalakaldı. Gördüklerinin gerçek olduğunu yeni yeni algılıyor gibiydi. Uzun yıllardan beri birlikte çalıştığı iş arkadaşı ölmüştü. Artık Svedberg yaşamıyordu. Bir daha asla toplantı odasında her zamanki yerinde oturup kaleminin ucuyla kelini kaşıyamayacaktı.
Svedberg’in artık keli de yoktu. Kafasının yarısı gitmişti.
Cesedin yanında çifte namlulu bir av tüfeği vardı. Devrilmiş sandalyenin arkasındaki beyaz duvarın birkaç metre yukarısına kan sıçramıştı. Wallander birden Svedberg’in artık arı fobisi yaşamayacağını düşündü.
“Burada neler olmuş?” diye sordu Martinson son derece tedirgin bir sesle. Wallander, Martinson’un ağlamak üzere olduğunu gördü. Oysa kendisinin böylesi bir tepki göstermesi mümkün değildi. Daha tam olarak ne olduğunu anlamadığı bir şey karşısında ağlayamazdı. Önündeki bu acı manzaranın neden kaynaklandığını da henüz anlayamamıştı. Svedberg ölmüş olamazdı. Kırk beş yaşında bir polisti ve yarın sabah her zamanki sabah toplantısında yine her zamanki sandalyesinde oturacaktı. Başındaki keli, arılardan çok korkması ve her cuma akşamı emniyetin saunasına girmesiyle tanınan Svedberg’di bu. Yerde yatan kesinlikle Svedberg olamazdı. Bu, ona çok benzeyen başka biri olmalıydı.
Wallander içgüdüsel olarak saatine baktı. İkiyi dokuz geçiyordu. Eşikte birkaç saniye daha durduktan sonra hole döndüler. Wallander holün ışığını yaktı. Martinson’un tüm bedeninin titrediğini fark etti. Kendisinin nasıl göründüğünü merak etti.
“Tüm birimlere kırmızı alarm verilmesini söyle.”
Holde bir telefon vardı ama yanında telesekreteri yoktu. Martinson tamam dercesine başını sallayarak elini ahizeye uzattı. Wallander onu durdurdu.
“Dur,” dedi. “Düşünmeliyiz.”
Düşünecek ne vardı? Belki de bir mucizenin gerçekleşmesini bekliyordu. Belki de Svedberg içeriden gelecek ve tüm gördükleri korkunç bir karabasan olarak kalacaktı.
“Lisa Holgersson’un numarasını biliyor musun?” diye sordu. Deneyimlerinden Martinson’un adresler ve telefon numaraları konusunda çok başarılı olduğunu biliyordu. Bu Tanrı vergisi yeteneğe sahip iki kişi vardı emniyette, biri Martinson diğeriyse Svedberg’di. Şimdi tek kişi kalmıştı.
Martinson numarayı söyledi. Wallander telefonu çevirdi, ikinci çalışta Lisa Holgersson telefonu açtı. Telefon yatağının hemen yanında olmalı, diye geçirdi içinden Wallander.
“Ben Wallander. Uyandırdığım için özür dilerim.”
Holgersson hemen uyanmış gibiydi.
“Bir an önce buraya gelsen iyi olacak,” dedi Wallander. “Lilla Norre Caddesi’nde Svedberg’in evindeyim. Martinson da yanımda. Svedberg ölmüş.”
Wallander, Holgersson’un iç çektiğini duydu. “Ne oldu?”
“Bilmiyorum. Vurulmuş.”
“Bu çok korkunç. Cinayet mi?”
Wallander bir an için oturma odasında yerde duran av tüfeğini düşündü.
“Bilmiyorum,” dedi. “Cinayet ya da intihar, hangisi olduğunu bilmiyorum.”
“Nyberg’i aradın mı?”
“Hayır, önce seni aramak istedim.”
“Giyinip hemen geliyorum.”
“Biz de bu arada Nyberg’i ararız.”
Wallander telefonu Martinson’a uzattı. “Önce Nyberg’i ara,” dedi.
Oturma odasının iki girişi vardı. Martinson telefonda konuşurken Wallander mutfağa gitti. Mutfak dolaplarından birinin çekmecesi yerdeydi. Dolaplardan birinin kapağı da aralıktı. Evrak ve bazı fişler yere saçılmıştı.
Wallander gördüğü her şeyi birer birer kafasına kazıdı. Ystad’ın adli tıp müdürü Nyberg’e olanları anlatan Martinson’u dinledi bir an için. Sonra odalarda dolaşmaya başladı. Adımlarını dikkatle atıyor, bastığı yere dikkat ediyordu. Svedberg’in yatak odasına gelmişti. Komodinin üç çekmecesi de açıktı. Yatak yapılmamıştı ve battaniye yerdeydi. Wallander acı içinde Svedberg’in çiçekli çarşaflarda yattığını fark etti. Yatağı kır çiçeklerinden oluşan bir demet gibiydi. Wallander dolaşmayı sürdürerek yatak odasıyla oturma odası arasındaki çalışma odasına geçti. Burada birkaç raf ve bir de çalışma masası vardı. Svedberg oldukça titiz ve düzenli biriydi. Emniyetteki odası da her zaman düzenliydi ama çalışma odası öyle değildi. Raflardaki kitaplar düzensiz, masada olması gereken şeyler zeminde ve kâğıtlar da yere saçılmıştı.
Wallander bir kez daha oturma odasına gitti ama bu kez diğer girişi kullanmıştı. Şimdi av tüfeğine daha yakındı. Svedberg’in bükülmüş cansız bedenine bakmamaya çalıştı. Kıpırdamadan durdu, gördüğü her şeyi, her ayrıntıyı belleğine kazıdı. Sorular birbirini izliyordu. Silah sesini ya da seslerini duyan olmuş muydu? Olay bir hırsızlık vakasını andırıyordu. Peki ama ne zaman olmuştu? Burada daha başka neler olmuştu?
Martinson oturma odasının diğer girişinde belirdi.
“Geliyorlar,” dedi.
Wallander evde dolaşmayı sürdürdü. Mutfağa döndüğünde bir Alman çoban köpeğinin havlamasını ve Martinson’un heyecanlı sesini duydu. Hızlı adımlarla hole çıktığında bir polis köpeğiyle burun buruna geldi. Diğer dairelerde oturanlar da sırtlarında sabahlıklarıyla kapılarının önüne