Bir Adım Geriden. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Bir Adım Geriden - Хеннинг Манкелль страница 24
Toplantı yarım saatte bitmişti. Daha sonra Sydntt gazetesinden gelen bir gazeteci Holgersson’la söyleşi yaparken Wallander de akşam gazetelerinden gelen gazetecilerin sorularını yanıtladı. Gazeteciler Lilla Norre Caddesi’ndeki binanın önünde poz vermesini istediklerinde Wallander’in de sabrı tükenmeye başlamıştı.
Öğlene doğru Holgersson soruşturma ekibini evine yemeğe davet etti. Wallander ve Holgersson, Svedberg’le ilgili anılarından söz ettiler. Svedberg’in neden polis olmaya karar verdiğini bilen tek kişi Wallander’di.
“Karanlıktan korkarmış,” dedi Wallander. “Öyle söylemişti. Bu çocukluğundan beri peşini bırakmayan bir korkuymuş ve ne kaynağını ne de bu korkudan nasıl kurtulacağını biliyormuş. Bu korkusuyla baş edebileceğini düşündüğünden polis olmuş ama korkudan yine kurtulamamıştı.”
Saat bir buçukta emniyete döndüler. Martinson, Wallander’le birlikteydi.
“Çok iyi idare etti,” dedi Martinson.
“Lisa işinde çok başarılı,” diye karşılık verdi Wallander. “Ama sen bunu zaten biliyorsun, değil mi?”
Martinson karşılık vermedi.
Birden Wallander’in aklına bir şey geldi. “Audi’yi buldun mu?”
“Binanın hemen arkasında özel bir garaj var. Orada. Gidip gördüm.”
“Bagajında teleskop var mıydı?”
“Bagajda yalnızca yedek bir lastikle bir çift çizme vardı. Torpido gözünde de böcek kovucu bir sprey.”
“Ağustosta arı çok olur,” dedi Wallander.
Emniyete geldiklerinde herkes kendi odasına gitti. Nyberg öğle yemeğinde anahtarları Wallander’e vermişti ama Wallander, Svedberg’in evine gitmeden önce Hedeskoga’ya gitti. Sture Björklund adresi çok güzel vermiş, diye geçirdi içinden, kasabanın hemen dışındaki küçük çiftlik evine saparken. Evin önünde küçük bir havuzla oldukça geniş bir çim alan vardı. Çimin üstünde alçı heykeller göze çarpıyordu. Wallander şaşkınlıkla bu heykellerin tümünün de şeytana benzediğini gördü. Sosyoloji profesörünün bahçesinde başka ne bekliyordum, dedi kendi kendine. Düşünceleri bot giyen, yıpranmış deri ceketli ve kenarları yırtık hasır şapkalı bir adamla karşılaşınca dağıldı. Adam oldukça uzun boylu ve zayıftı. Wallander yırtık şapkanın arasından Svedberg’le kuzeninin birbirine ne kadar benzediğini gördü. İkisi de keldi.
Wallander bir an için şaşırmıştı. Profesör Björklund’u çok daha farklı hayal etmişti. Güneş yanığı yüzü ve birkaç günlük sakalıyla profesör karşısında duruyordu. Wallander, Kopenhag’daki profesörlerin derslerine tıraş olmadan girip girmediklerini merak etti ama sonra henüz ağustos başı olduğunu, güz döneminin henüz başlamadığını ve dolayısıyla Björklund’un büyük olasılıkla başka bir iş için Kopenhag’a gideceğini düşündü.
“Umarım sizi rahatsız etmedim,” dedi Wallander.
Sture Björklund başını arkaya atarak bir kahkaha patlattı. Wallander bu kahkahadaki gizli alayı fark etmişti.
“Her cuma Kopenhag’da bir hanımla buluşurum,” dedi Sture Björklund. “Siz isterseniz buna metres diyebilirsiniz. İsveçli polislerin metresleri var mıdır?”
“Olduğunu sanmıyorum,” diye yanıtladı Wallander.
“İnsanın metresinin olması birçok sorunun çözümünü de beraberinde getirir,” dedi Björklund. “Böylelikle insanlar evliler gibi gece geç saatlere kadar tartışıp birbirlerine bir şeyler fırlatmaz, iş çığrından çıkmaz. Kimse kimseyi ciddiye almaz.”
Yırtık şapkalı adamın insanın tüylerini ürperten kahkahası Wallander’in sinirine dokunmaya başlamıştı.
“Evet ama cinayet ciddiye alınacak bir şey,” dedi.
Sture Björklund onaylarcasına başını sallayıp şapkasını çıkardı. Bu davranışında sanki yas tutmaya hazırlanır gibi bir tavır hissediliyordu.
“İçeri girelim,” dedi.
Wallander daha önce hiç böyle bir ev görmemişti. Dıştan bakıldığında tipik bir İskandinav çiftlik evine benziyordu ama Wallander’in içine girdiği dünya bambaşkaydı. Evde tek bir duvar bile yoktu, ev aslında çatı kirişleriyle tutturulmuş büyük bir oda görünümündeydi. Sağda ve solda kule benzeri demir ve tahtadan yapılmış basamaklar vardı. Evin arka tarafındaki duvarın tamamı bir akvaryumla kaplanmıştı. Sture Björklund, Wallander’i iki yanında bir kilise sırası ve tahta bir tabureyle çevrili büyük bir tahta masaya doğru götürdü.
“Oturacağın yerin her zaman sert olması gerektiğini düşünürüm,” dedi Björklund. “Yemek yerken, düşünürken ya da bir polis memuruyla konuşurken rahat olmayan sıralar işinizi bir an önce bitirmeniz için sizi zorlar.”
Wallander sıraya oturdu. Gerçekten de çok rahatsızdı.
“Eğer duyduklarım doğruysa Kopenhag Üniversitesi’nde profesörsünüz.”
“Sosyoloji dersi veriyorum ama ders yoğunluğumu elimden geldiğince en aza indirmeye çalışıyorum. Araştırmalarımla daha çok ilgileniyorum ve bu araştırmaları evden de yapabilirim.”
“Pek alakası yok ama yine de sormak istiyorum. Şu anda ne üzerinde çalışıyorsunuz?”
“İnsanlığın canavarlarla olan ilişkisi.”
Wallander, Sture Björklund’un şaka yapıp yapmadığını anlayamamıştı. Konuşmasını sürdürmesi için bekledi.
“Orta Çağ’daki canavarlar 18. yüzyıldakilerle aynı değildi. Tıpkı gelecek kuşakların bizlere benzemeyeceği gibi onlar da çok farklıydı. İçinde yaşadığımız bu dünya karmaşık ve büyüleyici. Terör de sürekli boyut değiştiriyor. Ayrıca bu tür çalışmalar fazladan para kazanmamı da sağlıyor ama tek amacım bu değil.”
“Peki amacınız ne?”
“Korku