Çöküş. Steve Taylor
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çöküş - Steve Taylor страница 10
Bazı tarihçilerin yaptığı gibi bir “Neolitik Devrimi”nden bahsetmek muhtemelen yanlış olur. Çünkü toplayıcılıktan bahçe tarımına geçiş binlerce yıl aldı. Ortadoğu’da ortaya çıktıktan sonra Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’ya yayıldı -ve bazı yerlerde kendiliğinden gelişti. Fakat bu süreç o kadar yavaştı ki bahçe tarımı batıda İngiltere ve doğuda Çin’e ancak MÖ 3. binyılın sonlarına doğru vardı. Ayrıca dünyada insanların bu geçişi deneyimlemediği pek çok yer vardı; Kuzey ve Güney Amerika’nın çoğu, Avustralya’nın tümü ve daha pek çok başka yer gibi.
Bu dönüşüm hayvanlarla yakın temasa yol açtığı için bunun sonucunda insanlar pek çok yeni hastalıkla tanışmış oldu. Beslenme alışkanlıkları da olumsuz etkilendi. Avcı-toplayıcılar çok çeşitli beslenirken bahçe tarımı yapan insanlar iki ya da üç çeşit tahıl yiyor ve bu da yetersiz beslenmelerine sebep oluyordu. Sonuç olarak, Christopher Ryan’ın da dediği gibi, “tarıma geçiş dünya genelinde insanların beslenme alışkanlıklarının kalitesinin düşmesine sebep oldu; o kadar ki paleopataloglar bunun belirgin izlerini insan kemikleri üzeinde hâlâ gözlemleyebiliyor.”84 Bahçe tarımı ile uğraşan insanlar avcı-toplayıcılardan muhtemelen çok daha fazla çalışıyordu. Hem daha çok vakit harcıyor hem de daha fazla emek sarf ediyorlardı. Bu nedenle çiftçiliğin başladığı dönemden itibaren insan iskeletinin küçülmeye başladığını görüyoruz. Keşfedilen iskeletlerde daha çok hasar ve darbe izine rastlanmaya başladı ve bu nedenle bu insanların daha genç öldüğü tahmin ediliyor.85
Ancak bu olumsuzluklara rağmen Neolitik Dönem’in ilk evresi -yaklaşık MÖ 8000-4000 arası- barış dolu ve huzurlu bir dönem olarak tarihe geçti.
Bazı yazar ve bilim insanları avcı-toplayıcılıktan tarıma (ya da daha kesin konuşmak gerekirse bahçe tarımına) geçişi, insan türünün toplumsal sorunlarının da başlangıcı olarak görüyor. Örneğin Jared Diamond tarımı “insanoğlunun en büyük hatası”86 olarak nitelendiriyor. Tarihçi W. Newcomb ise “savaş, tarım devriminin en önemli sonuçlarından bir tanesidir”87 diyor. Bazı açılardan, bu görüşe katılmamak mümkün değil. Örneğin insanlar artık yerleşik düzene geçtiği için servet biriktirebiliyordu diyebiliriz. Bu da refah seviyesi ve toplumsal mevkide farklılıklara yol açtı. Aynı zamanda yerleşik düzen “iş bölümü”nün de ortaya çıkmasına sebep oldu. Kimileri tarlaları ekerken kimileri ürünleri depolamak ve dağıtmakla ilgileniyor, kimileri ise ev ve diğer binaları inşa ediyordu. Benzer bir şekilde yerleşik düzen, insanları sınırlar konusunda da daha hassas yaptı ve -servet birikimini de gözönünde bulunduracak olursak- bu durum savaşların ortaya çıkmasına neden oldu. Son olarak, “tarım devrimi”ne neden olan nüfus artışının da savaşla ilgisi olduğu söylenebilir. Çünkü artık kullanılabilecek kaynaklar kısıtlı olduğundan onlar için rekabet etmek ve savaşmak gerekiyordu.
Ancak arkeolojik kanıtlar bu görüşü desteklemiyor. Yaşam tarzları değişmiş olmasına rağmen bahçe tarımıyla ilgilenen ilk insanlar, avcı-toplayıcılarla aynı toplumsal özelliklere sahipti. Riane Eisler’in özetlediği gibi, “yaygın görüş ataerkilliğin, özel mülkiyetin ve köleliğin tarım devriminin yan etkileri olduğu yönünde… ancak kanıtlar tam aksini, cinsiyetler -ve hatta bütün insanlar- arasında eşitliğin Neolitik Dönem’de de hüküm sürdüğünü gösteriyor.”88
Aynen avcı-toplayıcılıkta olduğu gibi ilk dönem bahçe tarımında da şiddetin var olduğuna işaret eden tek bir kanıt mevcut değil. Mezarlarda silah yok, sanat eserlerinde savaş ya da silah imgeleri yok, köyler ve kasabalar ne korunaklı yerlere kurulmuş ne de savunma amaçlı surlarla çevrilmiş. Bazı köylerin etrafında siper ve çitlerin bulunduğu doğru, ancak bunların işgalcilere karşı etkili olacağını söylemek güç. Muhtemelen evcil hayvanların kaçmasını ve yabani hayvanların köye yaklaşmasını engellemek için yapılmışlardı.89
Lenski’nin günümüzde “bahçe tarımı” ile uğraşan topluluklarla ilgili verdiği istatistikler de yerleşik hayatın beraberinde her zaman savaş ve toplumsal eşitsizlik getirdiği görüşüyle çelişiyor. Yerleşik düzenle birlikte özel mülkiyet daha yaygın hale gelse ve bahçe tarımı ile ilgilenen toplulukların %17’si gibi küçük bir kısmı (muhtemelen iş bölümünün sonucu olarak) sınıflı toplumda yaşasa da Lenski bu durumun eşitsizlik yaratmadığını söylüyor. Günümüzdeki “bahçe tarımcıları” aynen avcı-toplayıcılarda olduğu gibi gömme alışkanlıkları söz konusu olduğunda farklılık göstermiyor. Aynı şekilde, güçlü liderleri de yok. Lenski’nin de dediği gibi, “Siyasi liderlerin gücü neredeyse bahçe tarımıyla ilgilenen toplumların hepsinde fazlasıyla kısıtlı… Günümüzde yaşayan bahçe tarımı toplumlarının çoğunda da toplumsal eşitsizlik çok sınırlı.”90 Benzer bir şekilde, Christopher Boehm de şunları söylüyor: “Tarıma dayalı fazla üretim yapıp yiyecek biriktiren ve dolayısıyla sürekli yerleşik düzende yaşayan gruplar, siyasi açıdan birbirine çok benziyor… Bu kabileler güçlü bir liderden yoksunlar; yetişkin erkekler birbirlerine baskı uygulamıyor, aksine fikir birliğine vararak toplu karar alıyorlar ve eşitlikçi bir düşünsel yapıya sahipler.”91
Ayrıca toplumsal sorunların yerleşik hayatın bir sonucu olduğu fikri, bu sorunlardan mustarip ilk insanların -yani yaklaşık MÖ 4000’den itibaren Ortadoğu ve Orta Asya’dan çıkan Hint-Avrupalılar ve Samilerin- çiftçi değil göçebe olduğu gerçeğiyle de çelişiyor. Son olarak, günümüzde hâlâ göçebe ama aynı zamanda savaşçı ve ataerkil olan Suudi Arabistan’ın Bedevileri gibi halkları da hatırlamakta fayda var.
Toplumsal eşitsizlik ve savaş tarımın bir sonucu olarak ortaya çıkmadıysa, o halde medeniyetin -yani şehirde yaşamanın- yan etkisi olmalı. Bu da oldukça yaygın bir diğer iddia olan “her şeyin sorumlusu tarım” kuramına paralellik taşıyor. Eşitsizlik, işbölümü ve farklı refah ve toplumsal mevki düzeylerinin ortaya çıkmasına sebep olan üretim fazlasından doğdu. Savaşlara ise güçlenen ve merkezileşen -bu sayede büyük insan gruplarını denetim altında tutan ve organize edebilen- şehir hükümetleri sebep oldu.
Ancak bu fikri de kolayca çürütmek mümkün çünkü bahçe tarımının ilk evresinde özellikle Ortadoğu ve Orta Avrupa’da pek çok kasaba ortaya çıktı. Ancak bu gelişme beraberinde savaşları ve eşitsizliği getirmedi. Bunun en iyi örneklerinden bir tanesi, 1952’de arkeolog James Mellaart tarafından kazı yapılan Türkiye’nin güneyindeki Çatalhöyük yerleşim merkezi. Çatalhöyük’te 7000 insanın
84
Ryan, 2003, s. 78.
85
Diamond, 1992.
86
Diamond, 1987, s. 64.
87
Lawlor, 1991, s. 55 içinde.
88
Eisler, 1995, s. 62.
89
Lenski, 1978; Gimbutas, 1991.
90
Lenski & Nolan, 1995, s. 151.
91
Boehm, 1999, s. 38.