Aylak bir adamdan aylak düşünceler. Джером К. Джером
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aylak bir adamdan aylak düşünceler - Джером К. Джером страница
iyi ve kötü günlerimin çok değerli ve sevilen arkadaşına,
tanışıklığımızın ilk zamanlarında benimle sık sık ters düşse de şimdi benim en sıcak yoldaşım olmuş,
keyfini ne kadar çok kaçırmış olsam da benden hiç intikam almamış ve beni üzmemiş,
evimdeki bütün kadınlar tarafından soğuk bir şekilde karşılanan ve köpeğimin şüpheyle izlediği
ama yine de her geçen gün benimle daha çok yakınlaşan ve beni arkadaşlığının kokusuyla saran,
hiçbir zaman hatalarımı yüzüme vurmayan, borç para istemeyen ve kendinden bahsetmeyen,
aylak saatlerimin refakatçisi, üzüntülerimin dindiren, sevinç ve umutlarımın sırdaşı,
benim en eski ve en sağlam pipoma,
minnet ve sevgiyle adanmıştır.
Önsöz
Bu sayfalar henüz bir taslak halindeyken birkaç arkadaşa gösterdiğimde hiç de fena olmadığını söylemeleri ve bazı akrabalarımın çıkarsa satın alacaklarına söz vermeleri üzerine, bu kitabın yayınlanmasını daha fazla geciktirmeye hakkım olmadığını düşündüm. Ama sırf bu kitaba olan talepten ötürü bu basit, “aylak düşüncelerimi” insanlara sunmayı gözüm kesmezdi. Bugünlerde okurların bir kitaptan beklentisi, o kitabın kendilerini geliştirmesi, eğitmesi ve yüceltmesidir. Fakat bu kitap bir ineği bile yüceltemez. Vicdanen bu kitabı hiçbir işe yarar amaca yönelik olarak tavsiye edemem. Tüm söyleyebileceğim şu ki; “en iyi yüz kitabı” okumaktan sıkıldığınızda, bu kitabı yarım saatliğine elinize alabilirsiniz. Değişiklik olur.
Aylak Olmak Üzerine
Şimdi bu gerçekten au fait1 olduğumu düşündüğüm bir konu. Beni daha çok küçük yaşlarda, dönemliği tamı tamına 9 gineye bilgelik suyunda yıkayan beyefendi, daha fazla zamanda daha az iş yapabilecek başka bir erkek çocuğu tanımadığını söylerdi. Hatırlıyorum da zavallı büyükannem dua kitabından nasıl yararlanacağımla ilgili bir ders sırasında tesadüfen, yapmamam gereken şeyleri çok nadir yaptığıma şahit olmuş; yapmam gereken hemen hemen her şeyi ise yapmadan bıraktığıma son derece ikna olmuştu.
Korkarım ki yaşlı kadının kehanetini kısmen yalanlamış oldum. Tanrım beni affetsin! Tembelliğime rağmen yapmamam gereken birçok şey yaptım. Ama ihmal etmem gereken her şeyi ihmal ederek diğer hükmün geçerliliğini sonuna kadar doğruladım. Aylak olmak her zaman için benim güçlü yanımdı. Bu konuda kendime pay biçmiyorum; bu bana bahşedilmiş bir hediye! Çok az insan buna sahiptir. Birçok tembel ve ağırkanlı insan olduğu doğru ama hakiki anlamda aylak nadir bulunur. Aylak kimse, elleri cebinde tembellik yapan birisi değildir. Tam aksine, aylak kimsenin en şaşırtıcı özelliği, onun daima yoğun olmasıdır.
Yapılacak bir sürü iş olmadığı takdirde aylaklığın tadını çıkarmanın imkanı yoktur. Yapılacak hiçbir şey olmadığı zaman, hiçbir şey yapmamanın eğlencesi olmaz. Öyle bir durumda boşa vakit harcamak yalnızca bir uğraşı, hem de yorucu bir uğraşı olur. Aylaklığın tatlı olması için, aynı öpücüklerde olduğu gibi, çalınması gerekir.
Uzun yıllar önce genç bir adamken bir hastalığa yakalanmıştım; hiç öyle büyük bir sıkıntım olduğunu düşünmüyordum. Bana kalırsa sadece çok fena soğuğa yakalanmıştım. Ancak galiba ciddi bir şeymiş ki doktor bana bir ay öncesinden gelmiş olmam gerektiğini ve hastalık (her neydiyse artık) bir hafta daha devam etmiş olsaydı sonuçlarından kendisinin sorumlu olmayacağını söylemişti. Ne ilginçtir ki bir gün daha bekleseymişiz hastalığın tedavisi mümkün olmayacakmış. Tıbbi rehberimiz, filozofumuz ve arkadaşımız bir melodramdaki kahraman gibidir; her zaman sahneye en son anda girer. Bunun adı tam olarak takdir-i ilahi.
Her neyse, dediğim gibi çok hastaydım ve bir aylığına Buxton’a sevk edilmiştim. Orada olduğum süre boyunca hiçbir şey yapmamam konusunda da sıkı sıkıya tembihlenmiştim. “İhtiyacın olan şey istirahat,” demişti doktor, “kusursuz bir istirahat”.
Kulağa güzel geliyordu. “Bu adam belli ki şikayetimden anlıyor,” demiş ve muhteşem bir sürecin hayalini kurmuştum: içine birazcık hastalık serpiştirilmiş dört haftalık huzurlu bir dinlenme dönemi. Çok fazla hasta olmak değil ama yeterli düzeyde hasta olmak: acı çektirecek ve bu süreci şiirsel hale getirecek düzeyde bir hastalık. Geç kalkmalı, çikolatamı yudumlamalı ve kahvaltımı terlik ve sabahlıklarımla yapmalıydım. Bahçede bir hamağa uzanmalı ve kitap bitkin elimden kayıp düşene kadar melankolik sonlu duygusal romanlar okumalı ve orada koyu mavi semaya hayaller kurarcasına bakmalı, beyaz yelkenli gemiler gibi süzülen yumuşacık bulutları izlemeliydim. Kuşların neşeli şarkısını ve ağaçların hafif hışırtısını dinlemeliydim. Ya da dışarı çıkamayacak kadar zayıf düşersem zemin katın penceresinin önündeki yastıklara yaslanıp heba olmuş ve tuhaf bir halde oturmalıydım ki oradan geçen bütün güzel kızlar beni gördükçe iç çeksinler.
Ve günde iki kez Bath2 sandalyesiyle Colonnade’e gidip su içmeliydim. Ah, o sular! O zamanlar o sular hakkında hiç bilgim yoktu ve bu fikir beni oldukça cezbetmişti. “Sulardan içmek” kulağıma hoş gelmişti ve bana Kraliçe Anne dönemini anımsatıyordu. Dolayısıyla da hoşlanacağımı sanmıştım. Ama ilk üç veya dört sabahtan sonra durumun hiç de öyle olmadığını gördüm! Sam Weller’ın onları “sıcak ütü tadında” olarak tanımlaması, iğrençliklerinin yalnızca bir kısmını ifade etmektedir. Hasta bir adamı hemencecik iyileştirecek bir şey varsa o da, iyileşene kadar her gün o sulardan bir bardak dolusu içmesi gerektiğini öğrenmesidir. Altı gün ardı ardına düzenli olarak içtim ve neredeyse ölüyordum ki sonra bütün bu suların üstüne bir bardak konyak ile su içtim ve hemen rahatladığımı gördüm. O zaman bazı tanınmış tıpçılar alkolün, suyun içindeki demir gibi bazı mineralleri tamamen yok etmiş olabileceği bilgisini verdiler. Ne mutlu bana ki doğru fikri yakalayacak kadar şanslıymışım.
Ama “sulardan içmek”, o unutulmaz ay süresince maruz kaldığım işkencenin yalnızca küçük bir kısmıydı. O ay istisnasız bir şekilde hayatımın en acınası ayıydı. O ayın en iyi bölümündeyse doktorun talimatlarına harfiyen uyup evde ve bahçede dalgın dalgın dolaştım ve günde iki saatliğine Bath sandalyesiyle dışarı çıkmak dışında hiçbir şey yapmadım. Bu gerçekten de monotonluğu bir nebze olsun kırıyordu. Bath sandalyesiyle dolaşmak, özellikle canlandırıcı egzersizlere alışkın olmayanlar için, sıradan bir gözlemcinin görebileceğinden daha heyecan vericidir. Yabancı birinin anlayamayacağı türden bir korku hissi daima sandalyenin üstünde bulunan kişinin zihnini meşgul eder. O kişinin bütün derdi karşısına bir çukur ya da yeni bir şose yol çıktığında, bu engelleri nasıl geçebileceğini bilmek olur. Geçen her aracın kendisine çarpacağını sanır ve kendisini asla, hemen kontrolü bırakmaya hazır gibi görünen zayıf dizlerinin böyle yapma ihtimalini düşünmeksizin bir tepeyi çıkarken veya bir tepeden inerken göremez.
Ama bu oyalanma bile bir süre sonra heyecanını yitirdi ve ennui3 dayanılmaz bir hâl aldı. Zihnimin pes edişini hissetmiştim. Kuvvetli bir zihnim yoktur; bu yüzden onu aşırı yormanın mantıklı olmadığını düşündüm. Yaklaşık olarak yirminci günün sabahında erkenden kalktım, iyi bir kahvaltı yaptım ve dosdoğru Kinder Scout’un ayağındaki Hayfield’a yürüdüm. Güzel bir vadiyi geçince ulaşılan Hayfield sevimli, hareketli, küçük bir kasaba olmakla birlikte bünyesinde iki güzel kadını da barındırıyordu. En azından o zamanlar çok güzeldiler. Biri beni köprüden geçirmiş ve sanırım gülümsemişti. Diğeriyse açık bir kapının ağzında bekleyip kırmızı suratlı bir bebeğe öpücükler konduruyordu. Ama bu yıllar önceydi ve sanırım o zamandan bu zamana şişmanlayıp huysuz bir hâl almışlardır. Dönüşte taş kıran yaşlı bir adam görmüştüm ve bu bende kollarımı
1
Au fait (fr): İyi bilen. (e.n.)
2
Bath Chair (Bath Sandalyesi): 18. yüzyılda James Heath tarafından tasarlanmış, adını İngiltere’nin Bath kentinden alan, tek kişilik bir tür tekerlekli sandalye.
3
Ennui (fr): Sıkıntı. (e.n.)