Çin masalları. Frederick Herman Martens
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çin masalları - Frederick Herman Martens страница 10
Uzanıyor Qinling Dağı bulutların arasında,
Evim nasıl da öyle uzaklarda!
Mavi Geçit’in etrafında kardan kuleler,
Bu ata kim doğru yolda eşlik eder?
Sonra aniden Han Şianzi’nin birkaç yıl önce doğum gününü kutlamak için evine geldiğini hatırladı. Gitmeden önce de bu satırları bir kâğıda yazmıştı ve amcası da bunların anlamını kavramadan okumuştu. Şimdi de bilinçsizce yeğeninin o gün yazdığı dörtlüğü söylüyordu. İç çekerek Han Şianzi’ye şunları söyledi: “Geleceği önceden haber verebildiğine bakılırsa Ölümsüzler’den biri olmalısın!”
Han Şianzi, karısını da üç kez dünya bağlarından kurtarmaya çalıştı. Gizli bilgeliği aramak için evini terk ettiğinde karısı tüm gün oturup ona özlem duymuştu. Han Şianzi, karısının da ölümsüzlüğe erişmesine istediyse de onun bunu anlamayacağından endişelendi. Bu yüzden denemek için bir keresinde dilenci olarak, bir kez de gezgin bir keşiş olarak farklı biçimlerde karşısına çıktı. Ancak karısı bu fırsatları kavrayamadı. En sonunda evlerinin önünde bir hasır üzerinde oturmuş, bir odun parçasına vurup sutralar okuyan topal bir Taocu biçimini aldı.
Karısı şöyle dedi: “Kocam evde değil. Size hiçbir şey veremem.”
Taocu cevapladı: “Altınınızı ya da gümüşünüzü değil, sizi istiyorum. Hasırın üzerine, yanıma oturun. Göğe yükselip kocanızla yeniden buluşacaksınız!”
Bunun üzerine kadın sinirlenip adama sopayla vurdu.
O zaman Han Şianzi kendi gerçek biçimini alıp parlayan bir bulutun üzerine bastı ve göğe yükseldi. Karısı arkasından bakıp yüksek sesle gözyaşı döktü, ancak kocası gözden kayboldu ve bir daha da görülmedi.
Sekizinci Ölümsüz ise bir kızdı ve He Şiangu diye biliniyordu. Bir köylünün kızıydı ve üvey annesi kendisine kötü davransa da saygısını ve çalışkanlığını korudu. Üvey annesi onu engellemeye çalışsa da o, sadaka vermeyi severdi. Dayak yediği zaman bile asla sinirlenmezdi. Evlenmemeye yemin ettiği için üvey annesi kızı ne yapacağını bilemedi. Bir gün kız pirinç pişirirken Büyükbaba Lu gelip onu kurtardı. Göğe doğru yükselirken elinde hâlâ pirinç kaşığını tutuyordu. Kendisine Göklerin Güney Kapısı’nda yere düşen çiçekleri süpürme görevi verildi.
Aralarında daha önceden bireysel olarak bilinenler olsa da bir grup olarak kabul edilen Sekiz Ölümsüz’ün efsaneleri Mançu Hanedanı’ndan daha geriye gitmez. Han Şianzi gibi bazı Ölümsüzler tarihi kişilikler iken diğerleri tamamen efsanevidir. Günümüzde sanatta ve el sanatlarında önemli bir rol oynarlar. Sembolleri de sıkça karşımıza çıkar: Zhongli Kuan bir yelpazeyle temsil edilir. Zhang Guo’nun iki bagetli bambu davulu ve katırı bulunur. Lu Dongbin’in kılıcı ve sırtında taşıdığı çiçek sepeti ve Cao Guojiu’nun havaya fırlatabildiği iki küçük tahtası vardır. Li Tieguai ise dışında iyi şans sembolü olan yarasanın bulunduğu bir sukabağına sahiptir. Bir kadın olarak resmedilen Lan Kaihe’nin flütü bulunur. Han Şianzi’nin çiçek sepeti ve fide kazığı vardır. He Şiangu da genellikle lotus çiçeği şeklinde tasvir edilen bir kaşığa sahiptir.
Sekiz Ölümsüz II
Bir zamanlar sığınacak bir çatısı, yiyecek bir lokma ekmeği olmayan yaşlı bir adam vardı. Böylece yorgun ve bitkin haliyle Tarla Tanrısı’nın yol kenarında duran tapınağının yanına uzanıp uyuyakaldı. Rüyasında yaşlı, ak sakallı Tarla Tanrısı’nın küçük tapınağından çıkıp şunları söylediğini gördü: “Sana yardım etmenin bir yolunu biliyorum! Yarın Sekiz Ölümsüz bu yoldan geçecek. Önlerine atlayıp yalvar onlara!”
Adam uyandığında Tarla Tanrısı’nın küçük tapınağının yanındaki büyük ağacın altına oturup tüm gün rüyasının gerçekleşmesini bekledi. Sonunda, güneş neredeyse batmışken dilencinin açıkça Sekiz Ölümsüz olduğunu anladığı sekiz figür yoldan geçti. Yedisi son hızlarıyla ilerliyorlardı, ancak ayağı topal olan bir tanesi geriden geliyordu. Topal olan Li Tieguai’nin önüne attı adam kendini. Ancak Ölümsüz, adamla uğraşmak istemediği için başından gitmesini söyledi. Yoksul adam yine de yalvarmayı bırakmayıp onlarla gelebileceğini ve Ölümsüzler’den biri olabileceğini de söyledi. “Bu imkânsız,” dedi topal olan. Fakat yoksul adam yalvarmayı kesip bir türlü gitmediğinden en sonunda şöyle dedi: “Peki, öyleyse paltoma tutun!” Adam paltoyu tuttu; hızla patikaların, tarların ve daha da ötesinin üzerinden durmadan, uçarak geçtiler. Doğu Denizi’nin hayalet dağı Penglai’nin üzerindeki kulenin tepesinde aniden durdular. İşte, Ölümsüzler’in geri kalanı da orada duruyordu! Ancak Li Tieguai’nin yanında arkadaş getirmesinden hiç hoşnut değillerdi. Yine de zavallı adam ısrarla yalvarınca onlar da etkilendiler ve şöyle dediler: “Pekâlâ! Şimdi denize ineceğiz. Bizi takip ederseniz siz de bir Ölümsüz olabilirsiniz!” Sonra da yedisi birbiri ardına denize atladı. Ne var ki sıra kendisi ne gelince adam korktu ve atlamaya cesaret edemedi. Sakat olan şöyle dedi: “Korkarsan Ölümsüz olamazsın!”
“Fakat şimdi ne yapmalıyım?” diye inledi adam, “Yurdumdan çok uzaktayım ve hiç param da yok!” Topal Ölümsüz, kulenin mazgallı siperlerinden bir parça kırıp adamın eline koydu. Sonra o da kuleden atlayıp diğer yedi yoldaşı gibi denizde gözden kayboldu.
Adam elindeki taşı daha yakından inceleyince onun en saf gümüşten olduğu fark etti. Bu gümüş, eve ulaşana kadar geçen haftalar boyunca seyahat parasını çıkarmasını sağladı. Fakat gümüşten elde ettiği geliri tamamen harcayıp bitirdiğinde kendini en az önceki kadar fakir halde buldu.
Tudi Miao olarak bilinen küçük Tarla Tanrısı tapınakları her köyün girişinde duran taştan ibadet yerleridir.
İki Bilgin
Bir zamanlar Liu Chen ve Ruan Zhao isimli iki bilgin yaşardı. İkisi de genç ve yakışıklıydı. Bir ilkbahar günü şifalı otlar toplamak için Tiantai Dağları’nın tepelerine çıktılar. Orada şeftali ağaçlarının yemyeşil çiçekler açtığı küçük bir vadiye geldiler. Vadinin ortasında, çiçek açan ağaçların altında duran iki genç kızın bulunduğu bir mağara vardı. Kızların biri kırmızı, diğeri yeşil elbiseler giymişti. İki kız da kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzeldi. El işaretleriyle bilginleri yanlarına çağırdılar.
“Geldiniz mi?” diye sordular. “Çok uzun zamandır sizi bekliyoruz!”
Ardından bilginleri mağaraya götürüp onlara çay ve şarap ikram ettiler.
Kırmızı