Sanşiro. Natsume Soseki
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sanşiro - Natsume Soseki страница 12
Sanşiro mutluydu; çünkü o gün, şarabın etkisi ve bir nevi beyin fırtınası arasında, daha önce hiç çalışmadığı kadar sıkı ders çalışmıştı. İki saat boyunca tüm zihnini okumaya vermiş, saatin geç olduğunu fark edip dönüş hazırlığına başladıktan sonra, ödünç aldığı kitaplar arasından henüz açmaya fırsat bulamadığı bir cilde şöyle bir göz gezdirmişti. Kitabın son sayfasının arkasına, kurşunkalemle ve kargacık burgacık harflerle, bir şeylerin yazılı olduğunu görmüştü:
“Hegel, Berlin Üniversitesi’nde felsefe dersi verdiği günlerde, felsefeden para kazanmayı hiç düşünmezmiş. Verdiği dersler de gerçeği izah eden dersler değil, gerçeği bizzat yaşayan insanlar olmayı öğreten derslermiş. Dille verilen dersler değil, kalple verilen derslermiş. Gerçek ve insan karşılaşıp birleştiklerinde, her şeyin izahı doğacaktır; o zaman ders yapmış olmak için ders verilmez, yol göstermek için ders verilir. Felsefe dersleri, işte bu noktadan yola çıkarak dinlenmelidir. “Gerçek”ten eften püften bir şeymiş gibi bahsedenler, ölü mürekkeple ölü kâğıda boş laflar yazmaktan başka şey yapamazlar. Bunun hiçbir anlamı yoktur. Şimdi sınavlar için, yani ekmek parası için, üzüntünü ve gözyaşlarını yutup bu kitabı okumalısın. Başını ellerinin arasına al ve ebediyete kadar sınav sistemini lanetlemeye ant iç.”
Böyle yazıyordu. İmza yoktu tabii. Sanşiro farkına varmadan gülümsedi. Fakat bir bakıma aydınlandığını hissetmişti. Bu yazılanlar sadece felsefe için değil, edebiyat için de geçerli diye düşünerek sayfayı çevirince, karşısına yazının devamı çıktı:
“Hegel’in…” Hegel’i çok seven bir adama benziyordu bu. “Hegel’in derslerini dinlemek için Berlin’in dört yanından gelen öğrenciler, bu dersler hayatımızı kazanmamıza, para kazanmamıza yarayacak umuduyla toplanmıyordu. Sadece bilge Hegel diye birinin olduğunu, kürsüden saf ve evrensel gerçekleri bildirdiğini duymuşlardı; onları buraya getiren samimi bir gerçek arayışıydı; kürsünün karşısında toplanan kalabalık, içimizdeki kuşkulara izah diliyoruz diyen saf bir emelin tezahürüydü. Bu sayede onlar, Hegel’i dinleyerek geleceğe karar verebildiler. Kendi yazgılarını değiştirebildiler. Şahsiyetini yitirmiş dersleri dinleyip şahsiyetsizce mezun olan siz Japon üniversite öğrencileri kendinizi onlarla aynı kefeye koyuyorsanız, tarihteki en büyük yüzsüzlüğü yapıyorsunuz demektir. Sizler daktilodan başka bir şey değilsiniz. Üstelik de açgözlü daktilolarsınız. Sizin yapacaklarınızın, düşüneceklerinizin, söyleyeceklerinizin, amansız toplumun yaşam gücüyle alakası yoktur. Böyle giderse ölene kadar şahsiyetsiz kalacaksınız. Ölene kadar şahsiyetsiz kalacaksınız.”
Sanşiro, sessizce düşüncelere daldı. O sırada birisi, arkadan omuzuna dokundu. Yojiro’ydu bu. Yojiro’yla kütüphanede rastlaşmaları çok nadirdi. Derslere faydasız diyen ama kütüphanenin önemini vurgulayan Yojiro’ydu. Ama Yojiro, önemini vurguladığı bu yere çok seyrek geliyordu.
“Hey, Bay Sohaçi Nonomiya seni arıyordu,” dedi. Yojiro’nun Nonomiya’yı tanıması beklenmedik bir şeydi; Sanşiro bu yüzden, her ihtimale karşı “Temel bilimlerden Bay Nonomiya mı?” diye sordu ve “Evet,” cevabını aldı. Derhal kitapları bırakıp girişin yanındaki gazete okunan odaya kadar gitti, ama Nonomiya’yı göremedi. Sonra girişe kadar çıktı, ama adamı yine bulamadı. Taş basamakları inip, boynunu uzatıp etrafa bakınca bile, adamdan en ufak ize rastlamadı. Çaresizce geri döndü. Kitaplarının yanına vardığında Yojiro, deminki kitaptaki Hegel’e dair yazıyı göstererek, alçak sesle, “Birisi epey uğraşmış bunu yazmak için. Mutlaka eski mezunlardan biridir. Eskiler çok vahşiymişler, ama ara sıra ilginç işler de yapmışlar. Adam yazdıklarında haklı,” dedi ve keyifle gülümsedi. Okudukları epeyce hoşuna gitmişti anlaşılan. Sanşiro, “Bay Nonomiya yoktu,” dedi.
“Az önce girişteydi ama.”
“Sence benimle önemli bir şey mi konuşacaktı?”
“Bana öyle geldi.”
İkisi beraber kütüphaneden çıktılar. O zaman Yojiro anlatmaya başladı. Nonomiya, evinde kaldığı Hirota Hoca’nın eski çırağıydı ve sık sık eve geliyordu. Bilgiyi çok seven biriydi ve hayli araştırma yapıyordu. Onunla aynı dalda çalışan Batılılar arasında bile, Nonomiya çok ünlüydü.
Sanşiro, Nonomiya’nın hocası olan ve vaktiyle, ön kapının orada attan eza gören adamın hikâyesini anımsadı ve acaba o hoca, Hirota mıydı diye merak etti. Yojiro’ya bunu sorduğunda Yojiro, “Bilmem ki… Bizim hoca sonuçta, ondan beklerim doğrusu,” diyerek güldü.
Sanşiro’nun şansına, ertesi gün pazardı; yani okulda Nonomiya’yla görüşmesi gibi bir ihtimal yoktu. Ancak adamın dün kendisini aramaya gelmiş oluşu da Sanşiro’yu endişelendirmişti. Neyse ki daha önce Nonomiya’nın yeni evini ziyaret etmemişti. “Güle güle oturun,” deme vesilesiyle gidip adamın derdinin ne olduğunu sormaya niyetlendi.
Nonomiya’ya gitmeye karar verdiğinde sabahtı; ama gazete okuyup tembellik ederken vakit öğle oldu. Öğle yemeğini yedikten sonra yola çıkmaya yeltendiğinde, nicedir görmediği Kumamotolu bir arkadaşı geldi. Nihayet onu yolcu edebildiğinde saat dördü geçmişti. Biraz geç olmuştu, ama yine de planladığı gibi yola çıktı.
Nonomiya’nın evi biraz uzaktı. Nonomiya, dört beş gün önce Ookubo’ya taşınmıştı. Ama tramvay kullanarak çabucak gidilebilirdi oraya. Nonomiya’nın evinin istasyona yakın olduğunu duymuştu, o yüzden adresi bulmak güç olmayacaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Sanşiro başka bir yolculuk denemesinde başarısızlığa uğramıştı. Kanda’daki meslek okuluna gideyim derken, Hongo-Yonçome istasyonundan tramvaya binmiş, aktarma yapıp Kudan’a kadar gelmiş, sonra kendini İida Köprüsü’nde bulmuş, oradan Sotobori hattına aktarma yapmış, Oçanomizu’dan40 Kanda Köprüsü’ne gelmiş, hâlâ akıllanmadığı için aceleyle yanlış tramvaya binmiş ve Kamakura Nehri’nden Sukiya Köprüsü yönüne doğru gitmişti. O günden beri tramvaylar ona ayrı bir tehlikeli gelmeye başlamıştı; ama Koubu hattındaki tramvayın aktarmasız, dosdoğru gittiğini öğrenmişti; bu sayede araca rahatça bindi.
Ookubo durağında indi, Nakahyakunin Caddesi’nde Toyama Okulu’na doğru gitmektense, yaya geçidinden hemen karşıya geçip genişliği ancak bir metre kadar olan dar bir yola saptı. Bu yolu yavaşça, ayaklarının ucuna basa basa geçtikten sonra, kendini gelişigüzel boy vermiş bambuların arasında buldu. Bu bambuların ilerisinde, insanların yaşadığı tek tük evler görülüyordu. Nonomiya’nın evi, bu evler arasında bambuluğa en yakın olandı. Evin bahçe kapısı küçüktü ve sanki sokağı umursamıyormuşçasına yola doğru bakıyordu. Bahçeye girince, umduğunuzun aksine evi karşınızda değil, çaprazınızda buluyordunuz. Galiba bahçenin duvarı ve kapısı, sonradan ilave edilmişti.
Mutfağın yanı başında harika bir çalı uzanıyordu; ama bahçenin kendisinde ne çit ne de çalı vardı. Sadece insana tepeden bakacak kadar serpilmiş, verandayı kısmen gizleyen koca bir Japon yoncası vardı. Nonomiya o verandaya sandalye çıkarmıştı, orada oturmuş Batı’dan ithal bir dergiyi okuyordu. Sanşiro’nun geldiğini görünce, “Buyrun,” dedi. Temel bilimler bölümündeki bodrumda kullandığı karşılama sözcüğünün aynısıydı bu. Sanşiro, bahçeden verandaya mı çıksın yoksa evin ön kapısından
40
Eski Tokyo’da bir akarsu ve bu akarsuyu geçen köprü. Oçanomizu, “Çay Suyu” demektir. (ç.n.)