Sanşiro. Natsume Soseki

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sanşiro - Natsume Soseki страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Sanşiro - Natsume Soseki

Скачать книгу

sudan kaldırdığında, sol yanındaki tepenin eteklerinde iki kızın durduğunu gördü. Kızların ayaklarının dibinde gölet başlıyordu; arkalarında, dik bayırda bitmiş ağaçlardan bir koru, onun da ardında ise gösterişli kırmızı tuğlalardan gotik tarzda bir bina vardı. Ve batmaya yüz tutmuş güneş, tüm bunların ötesinden ışınlarını gönderiyordu. Kızlar yüzlerini güneşe doğru dönmüş duruyorlardı. Sanşiro’nun çömeldiği gölgelikten bakınca tepenin üstü müthiş aydınlık görünüyordu. Kızlardan biri parlıyordu adeta, yelpazesiyle yüzünü gölgelemişti. Çehresi görünmüyordu. Ama Sanşiro, onun kimonosunun ve kuşağının rengini açıkça seçmişti. Hatta kızın çoraplarının beyaz olduğu da gözüne çarpmıştı. Sandaletinin bağcıklarının rengini değilse de, kızın hasır sandalet giydiğini görebilmişti. Diğer kızsa bembeyaz giyinmişti. Onun elinde yelpaze yoktu. Alnını kırıştırarak karşı tarafa, dallarını gölete suyu örtmek ister gibi uzatan yaşlı ağaçlara bakıyordu. Yelpazeli kız ondan biraz daha ileride durmuştu. Beyazlı ise gerideydi, göletin kıyısına çok yakındı. Sanşiro’nun durduğu yer kızların tam karşısında değil, biraz çaprazındaydı.

      O anda Sanşiro’yu etkileyen tek şey renklerin güzelliğiydi. Ama taşralı olduğu için, renklerin gözüne neden güzel göründüğü sorulsa ne sözle ne de yazıyla cevap verebilirdi. Sadece beyazlı kızın, bir hemşire olduğunu düşünüyordu.

      Sanşiro kızlara bakakalmıştı. O bakarken beyazlı kız kımıldadı. Bu kımıldayışın bir amacı yoktu. Sanki ayakları öylesine, kendiliğinden yürüyüvermiş gibiydi. Sanşiro, yelpazeli kızın da hareket etmiş olduğunu fark etti. İkisi, sözleşmişçesine amaçsız bir yürüyüşle tepeden aşağı indiler. Sanşiro da onları seyretti elbette.

      Tepenin altında taştan bir köprü vardı. Kızlar köprüye uğramadan dümdüz yürürlerse, temel bilimler bölümünün oraya çıkarlardı. Köprüden geçerlerse, suyun öbür yakasına, yani Sanşiro’nun olduğu yakaya gelirlerdi. Kızlar taş köprüye adım attılar.

      Yelpazeli, artık yüzünü gizlemiyordu. Sol elinde küçük, beyaz bir çiçek tutuyordu; onu koklaya koklaya yaklaştı. Burnunun altındaki çiçeğe baka baka yürüdüğü için gözleri aşağıya dönüktü. Böylece Sanşiro’nun bir adım önüne kadar geldi ve aniden durdu.

      “Bu nedir acaba?” dedi ve yukarıya baktı. Başının üstünde kocaman bir gürgen ağacı, güneşi göstermeyecek kadar sık yapraklarını su kıyısına dek daire şeklinde yaymıştı.

      “Bu bir gürgen,” dedi hemşire. Adeta çocuğa ders verir gibiydi.

      “Demek öyle. Ama palamutları henüz olmamış,” dedi ve göğe bakan yüzünü tekrar indirdiği an, Sanşiro’yla göz göze geldi. Sanşiro, kızın kara gözlerinin kımıldadığı ânı görmüştü. O an, renklere karşı duyduğu hisler kayboldu ve yerlerini, adını koyamadığı bir şeye bıraktı. Bu şey kısmen, trendeki kadından “Siz cesaretsiz birisiniz değil mi?” cümlesini işittiği an hissettiklerine benziyordu. Sanşiro, büyük bir korkuya kapıldı.

      İki kız, Sanşiro’nun önünden geçtiler. Daha genç olanı, şimdiye dek kokladığı beyaz çiçeği Sanşiro’nun önüne bırakıp gitti. Sanşiro, ikilinin ardından uzun uzun baktı. Hemşire önden gidiyordu. Daha genç olan kızsa geriden gidiyordu. Şaşaalı renklerin arasından, boyanmamış kuşağının beyazı kendini gösteriyordu. Saçına da bembeyaz bir gül takmıştı. O gül, gürgen ağacının gölgesinin altında, siyah saçlarının arasında öylesine ışıltılıydı ki!

      Sanşiro dalgınlaşmıştı. Nihayet alçak sesle, “Bu bir çelişki27,” dedi. Üniversitenin atmosferiyle o kız mı çelişiyordu, yoksa renklerle o bakışlar mı çelişiyordu, o kıza bakınca trendeki kadını anımsaması mı çelişkiydi, yoksa geleceği için aldığı iki karar birbiriyle mi çelişiyordu yahut deminki rastlaşmanın ona hem müthiş bir mutluluk, hem de korku vermesi mi çelişkiydi? Taşralı genç adam tüm bu soruların cevabını bilmiyordu. Ama bir yerlerde bir çelişki vardı.

      Sanşiro, kızın bırakıp gittiği çiçeği yerden aldı ve kokladı. Ama çiçeğin herhangi bir kokusu yoktu. Sanşiro, çiçeği gölete fırlattı. Çiçek suda yüzüyordu. Ve ansızın, karşı kıyıdan birileri ona seslendi.

      Sanşiro gözlerini çiçekten ayırdı. Uzun süredir taş köprüde duran Nonomiya’yı yeni fark etmişti. “Sen hâlâ burada mıydın?” diyordu Nonomiya. Sanşiro cevap vermeden önce sessizce yürüdü. Taş köprüye çıkarak, “Evet,” dedi. Bu cevabı vermesi epey zaman almıştı. Ama Nonomiya, durumu hiç mi hiç yadırgamadı.

      “Serinledin mi?” diye sordu. Sanşiro yine, “Evet,” dedi.

      Nonomiya, bir müddet göletin sularına baktıktan sonra, sağ elini cebine sokup bir şeyler aradı. Cebinde, yarısı görünen bir zarf vardı. Bu zarfın üstündeki yazı, bir kadının el yazısına benziyordu. Nonomiya, düşündüğü şeyi bulamamış olacak ki, elini cebinden çıkardı ve şöyle dedi:

      “Bugün cihazlarımızda ufak bir arıza çıktı da, akşamki deneyleri iptal ettik. Ben de eve gidiyordum, Hongo civarına doğru yürüyecektim. Sen de benimle yürümez misin?”

      Sanşiro teklifi memnuniyetle kabul etti. Beraberce yokuşu çıkıp tepenin doruğuna vardılar. Nonomiya, az önce kızların durduğu yerde biraz duraksadı, bakışlarını karşıdaki yeşil ağaçların arasından görünen kırmızı binada, bayırın yüksekliğine nispet yaparcasına durgun gölette gezdirerek:

      “Güzel manzara değil mi? Şu ‘building’ bu noktadan biraz daha iyi görünüyor. Ağaçların arasında boşluk var çünkü. Güzel, değil mi? Fark etttin mi? O bina oldukça iyi inşa edilmiş. Mühendislik bölümünün binası da iyidir ama o bina daha güzel.”

      Sanşiro, Nonomiya’nın estetik anlayışına biraz şaşmıştı. Ne yalan söylemeli, kendisi iki binadan hangisinin daha güzel olduğunu söyleyebilecek durumda değildi. Bu yüzden Sanşiro, tıpkı az önce Nonomiya’nın yaptığı gibi, söylenen her şeye “Evet, evet,” diye cevap verdi.

      “Ya bu ağaçların ve suyun yarattığı etkiye ne demeli? Çok da ahım şahım bir şey değil ama Tokyo’nun tam ortasında olduğumuzu düşününce… Sakin bir yer, değil mi? Böyle bir mekân olmadan eğitim yapılamaz, değil mi? Tokyo son zamanlarda tam bir keşmekeş haline geldi, ne yazık ki. Şurası, Eğitim Sarayı…” diye, yürürken sağ eliyle bir binayı işaret etti. “Profesörlerin kurultay yaptıkları yer. Eh, neyse ki benim oraya işim düşmüyor. Bodrumda çalışmaktan başka bir şey yapmam gerekmiyor. Son zamanlarda ilim çok emek gerektirir oldu, biraz olsun tembellik etsen geride kalırsın. Benim bodrumdaki çalışmalarımla alay edenler var, ama öyle bir işle meşgulken insanın kafası canavar gibi çalışır. Beynin, elektrikli bir tramvaydan daha hızlı işlemeye başlar. Hatta yaz tatiline çıktığında hayıflanırsın,” diyerek başını engin göklere doğru kaldırdı. Gökyüzü, artık neredeyse kararmıştı.

      Durgunlaşmış gökyüzünde ince beyaz bulutlar, bir fırçanın bıraktığı izler misali, yanlamasına uzanıp gidiyordu.

      “Şunu biliyor musun?”

Скачать книгу


<p>27</p>

Japoncada “çelişki, paradoks” manasında kullanılan Mujun, kelime anlamıyla “Mızrak ve Kalkan” demektir. Delici gücü sonsuz bir mızrak ve dayanıklılığı sonsuz bir kalkanın karşılaştığını hayal edin. (ç.n.)