Sanşiro. Natsume Soseki
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sanşiro - Natsume Soseki страница 9
“Tramvay sesi sinirini bozuyor mu?” diye sordu Nonomiya. Tramvayların gürültüsü, Sanşiro’ya göre sinir bozucu değil, dehşet verici düzeydeydi. Yine de, sadece “Evet,” demekle yetindi. Nonomiya ise, “Bence de sinir bozucu,” dedi. Ancak hiç de siniri bozulmuş gibi durmuyordu.
“Ben kondüktöre sormadan, tek başıma, kafama göre aktarma yapamıyorum. Son iki üç yılda tramvayların sayısı o kadar arttı ki. Hayatı kolaylaştırmak yerine zorlaştırıyorlar. Tıpkı benim araştırmalarım gibi,” diyerek gülümsedi.
Ders yılı yeni başladığı için, başlarında yeni lise şapkalarıyla yürüyen çok öğrenci vardı. Nonomiya neşeyle bu gençlere bakıyordu.
“Bir sürü yeni öğrenci var, değil mi?” dedi. “Gençlerin enerjisi hoşuma gidiyor. Bu arada, sen kaç yaşındasın?” diye sordu. Sanşiro, konukevinde kaldığı akşam deftere yazdığı cevabı verdi. O zaman Nonomiya, “Öyleyse benden yedi yaş küçükmüşsün. Yedi yılda insan pek çok şeyi başarabilir. Ama günler çabuk geçer. Yedi yıl dediğin nedir ki?” dedi. Sanşiro, berikinin söylediği iki zıt sözden hangisinin doğru olduğunu anlayamadı.
Yotsukado civarına geldiklerinde, bir sürü kitapçının ve dergicinin arasından geçtiler. Bu dükkânlardan iki üç tanesinin önüne insanlar yığılmıştı ve hepsi dergi okuyordu. Sonra da dergi falan almadan gidiyorlardı. Nonomiya, “Herkes çakal olmuş,” diyerek gülümsedi. Sonra başını kaldırıp güneşe bir bakış attı.
Dörtyol ağzına çıktıklarında kendilerini, sol tarafta Batı tarzı bir öteberi dükkânıyla, karşı taraftaki Japon tarzı bir öteberi dükkânının arasında buldular. Tramvaylar, iki dükkânın arasındaki yolda bir dönemeci aldıktan sonra, büyük bir süratle yollarına devam ediyordu. Zilleri çin-çin çalıyordu. Trafik yoğundu, karşıdan karşıya geçmek zordu. Nonomiya, karşıdaki öteberi dükkânını işaret ederek, “Şurada biraz alışveriş yapacağım,” dedi ve çınlaya çınlaya giden iki tramvayın arasından koşarak geçti. Sanşiro onun bir adım ardından koşup karşıya geçti. Nonomiya duraksamadan dükkâna girdi. Sanşiro dışarıda bekliyordu, neden sonra vitrine baktığında karşısına, raflara dizilmiş taraklar ve saç tokaları çıktı. Sanşiro şaşırmıştı. Nonomiya ne alıyor acaba, diye merak edip dükkâna girdiğinde Nonomiya, cırcırböceği kanadına benzeyen bir kurdeleyi sallayarak, “Nasıl?” diye sordu.
Sanşiro, ben de bir şeyler alayım da, yolladığı balıklara teşekkür için Mivatalardan Bayan O-Mitsu’ya yollayayım diye düşündü. Ama O-Mitsu aldığı eşyanın bir teşekkür hediyesi olduğunu anlamaz, kendi kendine gelin güvey olup umutlanırdı. Sanşiro ona hediye göndermekten vazgeçti.
Sonra Masago mahallesine gittiler ve Nonomiya, ona Batı yemeği ısmarladı. Nonomiya’ya göre Hongo’daki en lezzetli yemekler o dükkânda yapılıyordu. Fakat Sanşiro’nun damağı, alelade Batı yemeği tadından öte bir tat algılamamıştı. Yine de yemeğini sonuna kadar yedi.
Batı yemeği lokantasının önünde Nonomiya’dan ayrıldı; Oivake’ye29 dönmek için, geldikleri yoldan dört yol ağzına kadar gidip sola saptı. Takunya alayım, diye düşünerek bir takunyacı dükkânına baktı; ama orada bembeyaz gaz lambasının altında, bembeyaz boyanmış bir kız, alçıdan yontulmuş bir canavar gibi oturuyordu; manzara Sanşiro’ya o denli itici geldi ki, genç adam takunya almaktan caydı. Oradan eve dönene kadar, üniversitedeki göletin kıyısında rastladığı kızın yüzünün renginden başka bir şey düşünmedi… O kızın teni çok hafif bir bronzluktaydı, ateşe tutulmuş pirinç lokumu gibiydi. Ve teninin dokusu kusursuzdu. Sanşiro, kadın dediğinin teni mutlaka o renkte olmalı, diye düşündü.
Üç
Ders yılı, Eylül’ün on birinde başladı. Sanşiro, uslu çocuk olup sabah saat on buçukta okula gitti, ama kapının önüne geldiğinde duyuru panosuna asılı ders programı dışında hiçbir şey bulamadı; meydanda tek bir öğrenci bile yoktu. Kendini ilgilendiren derslerin saatlerini defterine not edip öğrenci işlerine gitti ve orada, memurlardan başka kimseye rastlamadı. Derslerin ne zaman başlayacağını sorduğunda memurlar, “Eylül’ün on birinde başlayacak,” dediler. O gün zaten ayın on biriydi. “Ama bir sürü sınıfa baktığım halde ders yapan kimseyi görmedim,” dediğinde, “Hocalar yok da ondan,” diye cevap verdiler. Sanşiro, “Demek bu yüzdenmiş,” diye düşünüp ofisten çıktı. Binanın arkasına kadar yürüyüp, oradaki büyük zelkova ağacının altından gökkubbeye baktığında, gök ona normalde olduğundan daha aydınlık göründü. Bambu otlarının arasından yürüye yürüye su kıyısına indi, o malum gürgen ağacına kadar geldi ve onun altına, yine çömelerek oturdu. “Keşke o kız yine bir daha buradan geçse,” diye düşünerek ara sıra tepenin üstüne doğru baksa da, orada hiçbir insan silueti yoktu. Bu çok doğal, diye düşündü Sanşiro. Yine de oturmayı sürdürdü. Sonra öğle topu atıldı ve Sanşiro irkilerek öğrenci yurduna döndü.
Ertesi gün tam sekizde okula gitti. Kampüsün ön kapısından girince dümdüz uzanan yolun iki yanına dikilmiş mabet ağaçlarının sıralanışına baktı. Yol, mabet ağaçlarının sona erdiği yerden aşağı, hafif eğimli bir yokuşu iniyordu; Kampüs kapısının yanı başından bakınca Sanşiro’nun bina namına tek görebildiği, yokuşun öte yanındaki temel bilimler fakültesinin ikinci katının bir kısmıydı. Binanın çatısının ardında da, sabah güneşinin aydınlattığı Ueno ormanı30 ışıldıyordu. Güneş tam karşısındaydı. Sanşiro, bu derinlikli manzaradan çok hoşlanmıştı.
Mabet ağaçları sırasının bu yanında, sağ tarafta hukuk ve edebiyat fakülteleri vardı. Sol tarafta, biraz içeride, doğa tarihi amfisi duruyordu. Karşılıklı duran bu iki bina birbirinin tıpkısıydı, ince uzun pencerelerinin üstünden, üçgen şeklinde çatılar yükseliyordu. O üçgen çatıların kenarları, çatının siyah rengiyle kırmızı tuğladan duvarların kesiştiği yer, yontma taştan ince bir şerit şeklinde yapılmıştı. İşte bu taş uçuk mavi renkte uzanıyor, hemen altındaki tuğlaların kızıl rengi bu sayede göze daha çarpıcı geliyordu. Ve o uzun pencerelerle o yüksek üçgenlerin kim bilir kaç tanesi, yan yana uzanıp gidiyordu. Sanşiro, geçen gün Nonomiya’nın teorisini dinler dinlemez, bu binayı daha güzel görmeye başlamıştı; ama bu sabah, binanın güzel olduğu düşüncesi Nonomiya’nın değilmiş de başından beri kendisine aitmiş gibi hissediyordu. Bilhassa doğa tarihi binasının, hukuk ve edebiyat fakülteleriyle aynı hizada durmayıp biraz içeride oluşu ona bir intizamsızlık gibi gelmeye başlamıştı. “Bir dahaki sefere Nonomiya’yla karşılaşınca, bunu bizzat icat ettiğim bir teori olarak sunayım,” diye düşündü.
Hukuk ve edebiyat fakültelerinin sağında, elli metre kadar ileride duran kütüphane binasını da çok beğenmişti. Neden bilmiyordu ama bu iki bina, gözüne aynı mimariyi paylaşıyormuş gibi gelmişti. Kütüphanenin kırmızı duvarının hemen dibinde bitmiş şu beş altı tane koskoca telli palmiye bilhassa güzel görünüyordu. Sol tarafta, epeyce ileride yükselen mühendislik fakültesi, feodal çağa ait Avrupa tarzı bir şatodan kopartılmışa benziyordu.
29
Üniversitenin yakınında bir semt, burada (Sanşiro’nun da kaldığı) bir öğrenci yurdu vardı. (ç.n.)
30
Ueno: Tokyo’da bir semt. Burada 540 dönümlük bir park bulunmaktadır. (ç.n.)