Nokta. Омер Сейфеддин

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Nokta - Омер Сейфеддин страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Nokta - Омер Сейфеддин

Скачать книгу

Susmasını, lafının sonunu bekliyordum. Serezli genç bey kafasını zayıf omuzlarının arasından çıkarmış, güzel ve şahane gözlerini açmıştı. Mülkiye-i Şahane mezunu eski mutasarrıfın birdenbire sözünü kesti:

      “Ya Mehdi? Mehdi çıkmayacak mı?”

      “Hangi Mehdi?”

      “Hangi Mehdi olacak? Daha onu bilmiyor musun? Mehdi çıkacak. Müslümanların başına geçecek. Gâvurların hepsini öldürecek. Bütün dünyayı Müslüman yapacak.”

      Şişman beyefendi tombul ve beyaz elleriyle karnını tutarak gülüyor, al yanakları pençe pençe kızarıyordu.

      İhtiyar hocanın karşısındaki genç de zavallı Serez Beyi’nin saflığına gülmekten kendisini menedemiyor:

      “Ey küçük bey, bu Mehdi ne vakit çıkacak?” diye eğleniyor, “Bari yakında gelecekse nafile çiftliklerimizi yok pahasına gâvurlara satmayalım.” diyordu.

      Lokomotif düdüğünü çalıyordu. Ben “Mehdi” bekleyen saf çocuğu nasıl müdafaa edeceğimi düşünüyordum, öbür köşedeki beyaz ve büyük sarıklı ihtiyar ve sakin Hoca Efendi doğruldu. Büyük, derin ve küçük gözlerini açtı. Siyah ve kalın cübbesinin temiz eteklerini düzeltti. İlk defa ağzını açıyordu.

      “Mehdi’ye gülüyorsunuz ha…” dedi

      Ben arzın dümdüz olduğunu, balığın üzerinde öküzün boynuzunda tıpkı bir tepsi gibi durduğunu fenle ispata kalkacak bunak bir yobazın Mehdi hakkında saçmalayacağı budalalıkları duymamak için başımı pencereye doğru çevirdim. Hoca Efendi yabancı olmadığım garip bir tecvidin ağır ve hususi ahengiyle lafa başladı. Ama ben de artık dışarı bakamadım. Onu canı gönülden dinlerken Serezli genç bey gibi benim de ağzım birkaç santimetre açık kaldı.

      “Bu Mehdi kimdir, biliyor musunuz evlatlar? Gaip olan on ikinci imam! Bütün Müslümanlar onun gelmesini bekliyorlar… Bu şüphesiz bir hayal. Bu hayalin nereden ve nasıl tesirlerle çıktığını size söyleyeyim: İslamlık bir mefkuredir, öyle ali, metin, yüksek bir mefkure ki taarruz… Her Müslüman, İslam olmayan memleketleri almak, oralarını Müslüman yapmak emelini besler. Zaman fitneler ve nifaklar arasında geçmiş. İslam hükûmetleri birer birer inkıraz bulmuş. İslamlar esir düşmüşler. Fakat her esir Müslüman’da İslamilik mefkuresi şuursuz bir anane, bir ümit, bir emel bırakmış. Esirliğin ağır ve ateşli zincirleri altında inleyen her Müslüman bir halas, bir necat gününden ümidini kesmemiş. Ve bu ümidinin fiile çıkarılmasını tekrar bir gün meydana çıkacak olan on ikinci imama, Mehdi’ye atfetmiş. Bu Mehdi İslam selikasının şuursuz bir emniyetle beklediği halasçı, hadidir. Acaba hakikaten böyle bir halasçı çıkıp bütün Müslümanları esaretten, zulüm ve itisaftan kurtaracak mı? Bütün İslam diyarlarında, Rumeli’nin, Asya’nın, Bulgaristan’ın, Hindistan’ın köylerinde, Afrika’nın hediyelerinde Müslümanlar hep bir halasçıyı, bir Mehdi’yi beklerler. Mehdi’ye dair birçok masal, hikâye vardır. Bunlara büyük ve perişan bir ümmetin yaralanmış ruhunda uyuyan en hüzünlü, en garip ve muhteşem şiirler de karışır. Ak minare vesair gibi… Lakin bu Mehdi sahiden gelecek mi? Hayır ve evet… İslam ruhu şuursuz bir safiyet ve emniyetle her halasçı gibi sivrilen kahramana bu adı verir. Fakat o muvaffak olamayınca ‘mehdi’ kelimesi ‘mütemehdi’ olur. Yine hakiki Mehdi beklenilmeye başlanır. Ama… Ama, hayır… Öyle bir Mehdi zuhur edip bütün İslamları birleştirerek müstevlilerinden bir anda intikam alamayacaktır. Lakin bu esirlik de kıyamete kadar sürecek mi? Hayır, hayır… Mutlaka bir gün İslamların öcü alınacaktır. Ama nasıl? Buna büyük ve mukaddes kitabımız Kur’anı Kerim cevap veriyor. Diyor ki: ‘Ve likülli kavmin hâd.’ Evet bütün kavimlerin kendilerine mahsus hâdîleri vardır. Onları hidayete eriştirir. Mesela Bosna Hersek’teki Müslümanları, halife gidip kurtaramaz. Onlar çalışırlar, içlerinden bir fedakâr, birçok fedakâr çıkar. Silaha sarılırlar. Esirlikten kurtulan Hristiyan milletlerin halasçılarını taklit ederler. Cezayir’dekiler, Fas’takiler, Tunus’takiler, Sudan’dakiler, hatta Mısır ’dakiler de öyle. Başka yerlerdekiler de öyle.. Kendi içlerinden, kendi kavimlerinden kurtarıcı hâdîler yetişecek, mensup oldukları kavmin başına geçecekler. Sonra… Esirlikten kurtulan, kafaları ilim ve akıl tutmaya başlayan İslam milletler, Hristiyan milletler gibi, aralarında bir ‘beynelmileliyyet’ teşkil edecekler ki işte bu ‘İttihad-ı İslam’ mefkuresinin hakikatidir. Artık bu ‘İslam beynelmilliyeti’ mefkuresi hakikat hâline girince ‘Hristiyan beynelmileliyyeti’ yani Avrupalılar, zayıf ve himayesiz buldukları küçük İslam kavimlerin üzerine hep birlikte yüklenemeyecekler. İşte bu muvazeneden dünya yüzünde ancak o vakit ‘hak ve hukuk’ doğacaktır. Bir kavmin hadileri o kavmi gaflet, cehalet, idraksizlik uykusundan uyandıranlardır. Biz Türkler, kurtarıcılarımızın elindeki mukaddes ve hidayet şulelerinin aydınlattığı millî bir mefkureye doğru yürüyecek, altında inlediğimiz zincirleri kıracak, diğer Türk olmayan İslam kardeşlerimizin bile imdadına yetişeceğiz. Ve bizim gibi her İslam kavim de kendi hâdîsini beklemekte haklıdır. Bu müjdeyi biz Müslümanlara Kur’anı Kerim vermiştir. Evet işte Kur ’anı Kerim elimizde… Bir Mehdi yoktur. Fakat birçok hâdî olacaktır.

      Avam o tek ve hayalî Mehdi’yi beklerken biz, Türk, Arap, Fars ve diğer İslam mütefekkirleri kendi hâdîlerimizi, hakiki Mehdileri beklemeliyiz. Ve onların zuhur edip etmeyeceklerinden bir an için olsun şüphelenmemeliyiz…”

      Bilmem hangi istasyonda durmuştuk. Trenin kapısı birdenbire açıldı ve ihtiyar hoca susuverdi. Esmer bir kondüktör silindir şapkalı bir Rum’a:

      “Buyurunuz.” diyordu.

      Bu herif bize tarif olunamayacak derecede derin bir nefret ve istikrahla bakarak, Rumca:

      “Fakat burada Türkler var!” diye durdu.

      Suratını ekşiterek hepimizi ayrı ayrı süzdü. Kahraman kondüktör hemen yararlığını gösterdi:

      “Haydi bre… Öbür başa toplanın. Burada pencerenin önünde mösyö rahat edecek…”

      Hoca ile karşısındaki genç yüzlerini yere eğerek bizim tarafımıza gelip sıkıştılar. Giren şık ve küstah mösyö şapkasını çıkarıp, ayaklarını karşıki kanepenin üstüne uzattı. Âdeta yattı. Sigarasını yaktı. Tek gözlüğünü takarak bize bakmaya başladı. Sözünü tamamlayamayan ihtiyar hoca yaralı ve can çekişen düşkün bir aslan gibi yeniden uyuklamaya başlamıştı. Şimdi biz, yine, o yalnız esir ve perişan Müslüman memleketlerinde duyulan yakıcı ve dondurucu ağır tevekkülün taştan sükûnuyla susuyorduk.

      Yolcu mösyö, cigarasının küllerini üzerimize fırlatıyor, tükürüyor, sonra avazı çıktığı kadar Bizans İmparatoru ve Yunanistan Kralı XII. Konstantin için bestelenmiş Fransızca bir şarkıyı haykırıyordu.

      Biz susuyorduk… Tren seyrek ve fasılalı ağaçlıkların arasından geçiyordu. Ve Türklerden kalma sarı badanalı eski karakollar, bu yollardan kaçarken mahvolmuş gafil bir milletin dinsiz ve yıkık mabetleri gibi ikişer üçer kilometre ara ile sıralanmış hâlâ duruyordu. Susuyorduk. Zannederim hepimiz –hatta İslamlıktan ümidini kesmiş olan açık fikirli mahut şişman mutasarrıf mazulü bile– hepimiz mukaddes kitabın her kavme vadettiği hâdîleri düşünüyor. Türklerin mehdisinin ne vakit çıkacağını kendi kendimize soruyorduk. Yolcu mösyö Türklüğe ağza alınmaz küfürlerle kafiyelenmiş Rumca şarkılar da bağırmaya başlamıştı.

Скачать книгу