Mesnevi`den Seçmeler. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mesnevi`den Seçmeler - Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî страница 3
Zavallı kadın, Bağdat’ın ortasından şeker gibi Dicle’nin akıp gitmekte olduğunu ne bilsin, testisindeki suyu övüp duruyordu.
Kocası da bu övgüye katılmış:
“Kimin böyle bir armağanı olabilir? Gerçekten de bizim bir testi arı, duru yağmur suyumuz ancak padişahlara layık.” diyordu.
Bedevi, testisini bir keçeye sardı, ağzını sıkıca kapadı. Sırtına alarak Bağdat yoluna düştü. Testi kırılmasın, hırsızlar çalmasın diye gece gündüz, gözü gibi koruyordu. Günler haftalar sonra Bağdat’a geldi. Sora sora halifenin sarayını buldu. Kapıya dayandı. Muhafızlar ne istediğini sordular. Bedevi:
“Ey yüzlerinde ululuk nişanesi parlayan, ey padişahlar padişahının ahlakıyla bezenmiş kişiler. Ben garip bir bedeviyim. Padişahın lütfunu umarak çöllerden geldim. Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murat isteyeni ihtiyaçtan kurtarın! Tatlı, lezzetli su… Çölde, yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testim de güzel, yepyeni.”
Halifenin adamları, bu saf, tertemiz yürekli bedeviye önce gülecek oldular, sonra da onun bu iyi niyetlerle bezenmiş armağanını canla başla kabul ettiler. Bedevi, sarayın hemen altında gürül gürül akan Dicle’den habersiz, bekliyordu.
Bedevinin su testisi halifeye sunulunca halife bundan çok memnun olmuş, bedeviyi huzuruna kabul etmişti. Gönlünü aldı, yeni elbiseler giydirdi sonra da adamlarına: “Testiyi altınla doldurun, ona verin.
Dönerken de onu, gemiyle Dicle yolundan götürün. O çöl yolundan gelmiş. Dicle yolu, yurduna daha yakındır, buradan memleketine dönsün!” emrini verdi.
Bedevi gemiye binip Dicle’yi görünce büsbütün şaşmıştı. Asıl şaşkınlığı, suyu bu kadar bol Dicle nehri varken, halifenin, bir testi çöl suyunu kabul etmesiydi.
Ve Allah’ına şükrediyordu.
Gramer Bilgini ve Kayıkçı
Bir gün, mağrur bir gramer bilgini, sahilde duran bir kayığa binip karşı sahile geçmek ister. Kıyıda müşteri bekleyen kayıkçılardan birine seslenir. Kayık yanaşır, bilgin de kayığa atlar. Kayık, denizin üzerinde seyretmekte iken, bilgin, kayıkçıya sorar:
“Sen hiç gramer okudun mu?”
“Hayır! Ben cahil bir kayıkçıyım.”
Bilgin:
“Vah vah, çok üzüldüm. Demek yarı ömrün boşa gitmiş.” diye, acıyarak kayıkçıya bakar. Tam bu sırada, bir fırtına kopar. Kayık denizin ortasında yalpalar yapmakta, kayıkçı bütün gücüyle tehlikeyi atlatmak için çalışmaktadır. Fırtına gittikçe artar, kayık batmak üzeredir. O zaman kayıkçı karşısında korkudan tir tir titreyen bilgine:
“Ey, her şeyi bilen âlim dostum. Şimdi ben sana soruyorum. Yüzme bilir misin?”
“Hayır!” Cevabını alınca kayıkçı:
“Vah vah, sen ömrünü boşuna harcamışsın. Şimdi, bütün ömrün gitti. Çünkü biraz sonra kayığım batacak. İyi bil, şimdi burada nahiv (gramer) bilgisi değil, mahıv (Allah’ta yok olmak) bilgisi lazım. Eğer mahıv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal!” diye cevap verir.
Kazvinli ile Dövmeci
Kazvinlilerin eski bir âdetidir. Vücutlarına, kol ve omuzlarına iğne ile mavi dövmeler yaptırırlar. Bir gün bir KazvinIi, dövmeciye gider:
“Göğsüme bir dövme yap. Fakat canımı acıtma.” der.
Dövmeci:
“Peki. Ne resmi döveyim?”
“Benim burcum aslan. Kükremiş bir aslan resmi döv. Gayret et, dövmeyi adamakıllı yap.”
Dövmeci:
“Peki!” diyerek iğneyi KazvinIinin göğsüne saplamaya başlar. Canı acıyan KazvinIi:
“Aman usta… Ne yapıyorsun, canımı yaktın!” diye bağırır.
“Ne yapacağım, aslan döv dedin, onun resmini yapıyorum.”
“Neresinden başladın?”
“Kuyruğundan başladım.”
“Bırak şu kuyruğunu, canım acıyor. Benim aslanım kuyruksuz olsun.”
Usta yine, “Peki!” diyerek dövmeye başlar. Kazvinli:
“Aman canımı yaktın. Burası neresi?”
“Kulağı…”
“Bırak kulaksız olsun. Orasını da yapma.”
Dövmeci, resmin bir başka yerinden başlar. Kazvinli yine feryadı basar.
“Neresini dövüyorsun?”
“Gövdesini dövüyorum.”
“Bırak benim aslanım gövdesiz olsun. Fena acıyor. Neredeyse bayılacağım.”
Dövmecinin sabrı taşar. İğneyi elinden atarak haykırır:
“Ben senin gibi adam görmedim. Kuyruksuz, kulaksız, gövdesiz aslanı kim gördü? Allah bile böyle aslan yaratmamıştır. Haydi git işine!”
Ve Kazvinliyi dükkânından kovar.
Ava Giden Avlanır
Aslan, kurt ve tilki arkadaş olmuş; avlanmak üzere ormana dalmış. Akşama kadar bir dağ öküzü, bir keçi, bir de tavşan avlayan üç ahbap, avlarını sırtlayarak bir mağaraya getirmişler, sofraya oturmuşlar. Tam bu sırada aslan kurda dönerek:
“Gel bakalım aziz dostum. Şu hayvanları paylaştır da karnımızı doyuralım.” Emrini vermiş. Kurt ezile büzüle payını yapmış:
“Ey, Ulu Sultanım! Şu dağ öküzü senin payın. O büyük, sen de büyük ve çeviksin… Müsaadenizle, yaban keçisi de benim olsun. Tilki kardeş tavşanı sever. Şu semiz tavşan da onun…”
Aslan, bu küstahlığa kızmış:
“Sen kim oluyorsun budala? Unutma ki, ormanlar kralı aslanın huzurundasın. Ben varken sana pay etmek düşer mi?” diyerek bir pençe atmış, zavallı kurdu yere sermiş. Aslan bu sefer korkudan titreyen tilkiye dönmüş:
“Ne bakıp duruyorsun öyle! Haydi sen pay et şu avları.”
Başına gelecekleri bilen tilki yerinden doğrulmuş, bir temenna çakmış ve:
“Ey büyük sultan! Pay etmek haddim değil ama söyleyeyim.