Küçük Paşa. Ebubekir Hâzim Tepeyran
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Küçük Paşa - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 5
Konağın ihtişamı, çifte kumalı, çifte musluklu, kaynar sulu hamamı, büyük hanımefendinin güzelliği, heybetli tavrı, zaten şaşırttığı sırada Nüzhet Hanım’ın pek muhteşem yatağı, mavi atlas yorganı, yastığı, baş tarafına takılan el kadar büyük elmas maşallahı ile ince bulutlu bir seher seması gibi görünmesi, Selime’yi büsbütün büyülemişti. Hanımın bu muvaffakiyeti bir sarhoş cömertliği kabilinden olmakla beraber, böyle çeşitli tesirler altında bulunmasa bile Selime’nin daha ağır bir teklife de evet diyeceğine şüphe yoktu.
IV
Her hâlini yakından incelemek, vazifesine uymayacak âdetleri varsa düzeltmek için Nevnihal Kalfa Selime’nin odasında yatmaya memur edildi. Selime’nin saf, temiz ahlakı, tuhaf tuhaf sözleri ihtiyar cariyenin hoşuna gidiyordu, iki üç gün içinde sütnineyi âdeta bir ana duygusuyla sevmeye, onu korumaktan lezzet almaya başladı, Selime de bu iyi yürekli kadını, on sene evvel ölen anası kadar seviyordu. Ona bütün köy hayatını, şimendiferde, vapurdaki, ilk duygularını ve şimdiki hâlinden pek memnun olduğunu güldürücü tabirlerle hikâye ediyor, Nevnihal’in anlayamadığı sözleri daha garip, daha karışık tabirlerle anlatmaya çalışıyordu.
Nevnihal dokuz yaşından beri İstanbul’da bulunuyordu; ihtiyarlığına rağmen dinç ve hayli semizdi. Şeffaf denilecek kadar parlak cildi altında en ince damarları bile görünen beyaz siması, kısa seyrek kirpikleri, biraz kanlı ve daima yaşlı gibi duran açık mavi gözleri, ince dudakları, seyrek dişleri arasından tane tane çıkan sözleri ile Selime’ye pek sevimli görünmüştü.
Nevnihal ilk gecede Selime’nin uykusunu pek ağır buldu. Bunu yol yorgunluğuna ve en ziyade Şirin Dadı’nın kaynar sularla haşlamasına verdi. Uyku ağırlığı bir sütanası için tabii bir kusurdu, fakat diğer meziyetlerine bilhassa uzak bir yerden getirildiğine göre bu kusuru görmemek hâle de uygun olurdu. İki üç gün sonra da aralarında kırk yıllık kapı yoldaşı imiş gibi samimilik hasıl olunca Selime’nin böyle bir kusuru olduğunu kimseye söylemedi. Selime’yi yalnız Nevnihal değil, başta Nazikter Kalfa olmak üzere cariyelerin hepsi pek seviyor, tuhaf sözleri, oturuşu, kalkışı, yürüyüşü büyük küçük hanımefendilerin de hoşlarına gidiyordu. Hazırcevaplığı ile bütün kapı yoldaşları tarafından sevilen ve Suat Paşa tarafından Nüzhet Hanım’a verilmiş olan genç bir cariye; Selime’nin öne arkaya, sağa sola sallanarak yürüyüşüne, sandalyelerin üstüne değil önlerine diz çöküp oturuşuna dikkat ederek: “Sütnine değil, Allah’ın bir devesi!” dediğinde, Selime derhâl “Allah devesi3 iplik gibi ayahlarıyla ince ağlar örer, bürümcükler dohur; benimse elimden, ayağıma bir çorap örmek bile gelmez, Allah’ın pek avare bir kuluyum.” cevabını vermişti.
Konak içinde bütün cariyeler için Selime’nin odası bir mahalle kahvesi olmuştu. Hanımefendi hangi cariyeyi aradıysa bulamayarak Selime’nin odasında olduklarını anlayınca hepsini azarladığı gibi, Selime’ye de: “Onları başına toplayıp da Karagöz mü oynatıyorsun, ne yapıyorsun, hangisini ararsan ‘Sütninenin yanında.’ diyorlar, bu iş kaçkınlarını odana sokma!” deyince, Karagöz’ün ne olduğunu bilmeyen sütninesi:
“Valla hanımefendi; ciğerimden vurulayım, ben ne gözümün ahını, ne de karasını oynatıyorum; lakin bu dürtülesiceler dururlar mı, birer ikişer kapıyı kahan içeri dıhılıyor, ben ne göreyim? Bir bahan yanımda kimse in cin yoh, bir de bahan pekmez kokusu almış sinekler gibi yanıma toplanıp bana tebelleş oluyorlar.”
Selime her gece yatağa girince, “Yattım sağıma, döndüm soluma, melekler gelsin yanıma şahit olsun dinime, imanıma.” diye bir uyku duası okuyup üfledikten sonra gözlerini yumduğu dakikadan itibaren cehaleti kadar derin bir uykuya dalardı. Nevnihal Kalfa icap ettiği zaman Selime’yi uyandırmaya çalışmaktansa, Salih ağlarsa ağzına emzikli bir süt şişesi sokmayı, Haldun adı verilen süt kardeşi ağlarsa kadının memelerinden birini Haldun’un ağzına dayamayı daha kolay bulurdu. Bu iş, bir çeşmenin musluğunu açıp altına bir testi koymak gibi bir şeydi.
Selime’nin yatak duasını hanımefendinin, hatta paşanın da duymaları için çok zaman geçmedi. Birkaç gün içinde bu duayı konakta işitmemiş değil, ezberlememiş kimse kalmamıştı. Pek saf olduğu anlaşılan Selime’nin, melekleri şahit göstererek rahatça uyuduğu, din ve iman hakkındaki bilgilerinin garip şeyler olacağı tahmin edilerek, paşa tarafından, bu husustaki malumatı öğrenmeye Nazikter Kalfa memur edildi; Nazikter bir sırasını getirip Selime’yi sorguya çekti:
“Her gece yatarken melekleri şahit getirdiğin din ve imanın ne olduğunu bilir misin?”
“Onu sorgu melekleri mezarda sorarlar, şimdi sorulmaz, hem de osorgunun karşılığı diri iken verilmez, ölünce verilir.”
“İnsan sağken bilmezse ölünce hiç bilmez”
“Mezara gömülünce imam talkın verir, öğretir.”
“Demek sen hiç bilmiyorsun?”
“Dini din, imanı iman bilirim, işte bu gadar.”
“Allahı nasıl bilirsin?”
“İyi bilirim, lakin görmedim.”
Nazikter, Selime’nin yüzüne bakıp latifeye benzer bir eser göremeyince, kuşkulandırmayarak bütün malumatını anlamak için sözlerine devam etti:
“Pekâlâ, Peygamber kimdir?”
“Allah’ın torunu.
“Babası kimdir?”
“Âdem babamız.”
“Anası da Havva anamız olduğunu tabii bilirsin. Sormaya hacet yok; namaz nedir?”
“Köyde erkeklerden bazıları boş kaldıkça kılar; dişi ehliler kılmaz sevaplı bir iştir.”
“Devlet nedir?”
Selime, böyle bayağı bir sorguya nazaran kendisinin pek ahmak zannedilmesine kızmış gibi bir tavır aldı:
“Bunu herkes bilir: Köylerden vergi, asker alır; fakat kendisi gelmez; kuduz gibi zaptiyeleri saldırır, zift gibi yapışkan tahsildarlar gönderir.”
“Padişah kimdir?”
“Devlet Efendi’mizin altın kafes içinde oturan büyük oğludur.”
“Sizin köyde mektep yok mu?”
“Var, caminin yanında güççük bir dam, yazın tabut, teneşir korlar, kışın imam çocuhlardan bazılarına namazlıhlarını öğretir.”
“Yaz günlerinde öğretmez mi?”
“Yaz
3
Bir nevi örümcek.