Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Antikacı Dükkânı - Чарльз Диккенс страница 40
Kızcağızın biraz parası vardı ama, pek azıcıktı. İşte o para da bitince dilenmeye başlamak zorundaydılar. Nell’in paralarının arasında bir altın da vardı, pek zor bir durumla karşılaşırlarsa bu parayı bozduracaktı. Altın parayı saklayıp, pek çaresiz duruma düşmedikçe, ortaya çıkarmamak en iyisiydi.
Nell kararını verince altını elbisesinin içine iliştirdi, daha hafiflemiş bir yürekle yatağına yatıp derin bir uykuya daldı.
17
Küçük pencereden içeri sızan parlak gün ışığı, çocuğun dost gözleriyle dostluk kurmak isteyerek, onu uyandırdı. Yabancı odayı, içindeki yabancı eşyayı görünce kızcağız telaşla birden yerinden fırladı, bir gece önce uyuyakalmış olduğu odadan buraya nasıl getirildiğine şaştı. Yalnız, odaya şöyle bir göz daha atınca son zamanlarda olup bitenlerin hepsi aklına geldi, yatağından umutla, güvenle dolu bir hâlde fırlayıp kalktı.
Daha çok erkendi, dede de daha uyuyordu. Nell kilisenin avlusuna doğru yürüdü, otların üzerindeki çiğ taneciklerini ayaklarıyla siliyordu. Kızcağız, mezarlarla karşılaşmamak için, daha uzun otların bulunduğu kesimlerden yürüyordu. Ölülerin evleri arasında gezinmekten, iyi insanların mezarları arasında birinden ötekine gidip mezar taşları üzerindeki yazıları gittikçe artan bir ilgiyle okumaktan garip bir zevk alıyordu.
Pek sessiz bir yerdi burası. Yaşlı yüksek ağaçların dallarına yuva kurmuş kargaların ötüşlerinden başka bir ses duyulmuyordu. Bu tür yerler hep böyle olur ya. Önce bir avare kuş, yuvasına yaklaşırken, görünüşe göre tesadüfen, gerçekte ise kendi kendine konuşur gibi pek aklı başında bir hâlle kaba kaba ötmeye başladı. Bir başkası ona karşılık verdi, ilk öten kuşun sesi yine duyuldu. Bu sefer bir başkası karşılık verdi, ilk öten kuş daha yüksek bir sesle ona karşılık yetiştirdi. Daha sonra bir başkası, onun arkasından yine bir başkası öttü; her defasında da sesi ilk duyulan kuş ötekilere meydan okuyormuş gibi ötüyor ve kendi sesini daha kolay duyurabilmekte ayak diriyordu. Alt dallardan, üst dallardan o zamana kadar duyulmayan sesler yayılmaya başladı. Ortadan, sağdan, soldan, ağaçların tepelerinden, kilisenin kurşuni saçaklarından, eski pencerelerin kenarlarından daha başka sesler duyuldu, zaman zaman yükselip alçalan haykırışlara onlar da katıldılar. Bütün bu gürültülü sevinç aşağıda otların, kurumuş yaprakların altında hiç kıpırdamadan yatanların durumunu acı bir şekilde alaya alıyor gibiydi.
Nell, sık sık başını yukarı kaldırıp kuş sesleri gelen dalları inceleyerek, sanki bu gürültü mezarlığı tam bir sessizliğin sağlayacağı sessizlikten daha da sessiz hâle getiriyormuş duygusuna kapılarak o mezardan ötekine gidiyor, arada bir durup böğürtlenlerin biçimi bozulmasın diye, yapraklarını düzeltiyordu. Derken, alçak pencerelerden birinden süzülerek kiliseden içeri giriverdi. Sıraların üzerinde yapraklarını güveler yemiş kitaplar duruyordu. Yaşlı, bitkin, hayatlarından bezmiş, yoksul, yaşlı kimselerin oturdukları sıralar vardı, bunlar tıpkı orada oturanlar gibi sararmış, kırık dökük hâle gelmişlerdi. Çocukların adları yazılı olan ön sıralar vardı; o, önünde insanların diz çöktükleri gösterişsiz kürsü vardı; soğuk, eski, gölgeli kiliseye son ziyaretlerinde onların ağırlıklarını taşıyan tabutluk vardı. Her şey çoktandır kullanıla kullanıla yavaş yavaş harap olmaya yüz tutmuştu; kilise çanının ipi bile talazlanmış, yer yer incelmiş, eskimişti.
Nell, elli beş yıl önce yirmi üç yaşındayken ölen bir delikanlı hakkında yazılmış taşı okurken kendisine yaklaşan ayak sesleri duydu, arkasına bakınca da yılların ağırlığıyla iki büklüm olmuş zayıf bir kadının o mezara doğru yaklaştığını gördü. Kadıncağız Nell’e taşın üzerindeki yazıyı okumasını rica etti, kız okuduktan sonra da ona teşekkür etti, bu taşta yazılı olan kelimeleri yıllardan beri ezbere bildiğini, şimdi ise bu kelimeleri artık göremediğini anlattı.
Çocuk:
– Siz onun annesi miydiniz? diye sordu.
– Karısıydım, yavrucuğum.
Bu kadın mı yirmi üç yaşında bir delikanlının karısıydı yani? A, öyle ya, elli beş yıl önceki bir hikâyeydi bu!
Yaşlı kadın başını sallayarak:
– Benim böyle konuşmamı merak mı ettin? dedi. Bunu ilk merak eden sen değilsin. Bundan önce de senden daha yaşlı kimseleri aynı şey meraklandırdı. Evet, ben onun karısıydım. Ölüm bizi hayattan daha çok değiştirmez, yavrucuğum.
Çocuk:
– Buraya sık sık mı geliyorsunuz? diye sordu.
Kadın:
– Yazın sık sık gelip burada otururum, dedi. Bir zamanlar buraya ağlayıp yas tutmaya gelirdim. Tanrıya şükürler olsun ki, çok eskidendi bu.
Yaşlı kadın, kısa bir sessizlikten sonra:
– Burada biten papatyaları toplayıp eve götürürüm, diye sözlerine devam etti. Bu çiçekler kadar başka hiçbir çiçeği sevmiyorum, elli beş yıldır da sevemedim. Bu, hayli uzun bir süre sayılır; üstelik, ben de artık çok yaşlandım.
Kadıncağız sonra, yeni dinleyicisinin küçük bir çocuk olmasına aldırmadan, bu felaketle karşılaştığı zaman nasıl ağlayıp haykırdığını anlattı: Kendisinin de ölmesi için nasıl dualar etmiş; buraya ilk gelişinde aşkı, acısı pek kuvvetli bir genç yaratıkmış; üzüntüden yüreği nasıl parçalanır gibi olurmuş. Yalnız, buraya geldiği zamanlar yine üzülüyorsa da artık o eski günler geçmişti. Buraya gelmek ona acı değil de gerçekten bir zevk verinceye, bu iş onun yapmaktan hoşlandığı bir görev hâlini alıncaya kadar gelmeye devam etmişti. Şimdi de, aradan elli beş yıl geçmiş olduğu için, ölen adamdan oğul ya da torunuymuş gibi söz edebiliyor, bu yaşlı hâlinde onun gençliğine acıyormuş gibi davranabiliyordu. Yine de ondan söz ederken kocası olduğunu belirtmekten de geri kalmıyor, eskiden olduğu gibi kendisini de onunla bir tutuyor, adam sanki daha dün ölmüş gibi onunla başka bir dünyada buluşmayı umuyordu. Erkekle birlikte ölmüş görünen o sevimli kızdan kendini iyice ayırmış gibiydi.
Yaşlı kadın mezarın üzerinde açan çiçekleri toplamaya koyulunca Nell onun yanından ayrıldı, düşünceli düşünceli yürüyerek, geri döndü.
Dedesi de artık kalkıp giyinmişti. Hayatın acı gerçeklerine yine sövüp saymakta olan B. Codlin de bir gece önceki temsilden kalan yarısı yanmış mumları çamaşırlarının arasına sokuşturmakla uğraşıyordu. Bu arada arkadaşı da ahırın önüne toplanmış olan meraklıların övgülerini dinleyerek oyalanıyordu. Orada bulunanlara kendini yeteri kadar sevdirdiğine inanç getirince kahvaltı etmek üzere içeri girdi. Hep birlikte sofraya oturdular.
Küçücük adam Nell’e sordu:
– Peki, ya bugün nereye gidiyorsunuz?
Çocukcağız: