Kaşağı. Омер Сейфеддин
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kaşağı - Омер Сейфеддин страница 10
11 Haziran 1909, Moda…
Bugün bir Türk’le konuştum. Bende çok iyi bir tesir bıraktı. Mutlaka aramızda geçen lafları yazmalıyım. Bu zatın ismi Niyazi Bey… Meşrutiyet’in ilanından sonra Avrupa’dan gelmiş. Gayet şıktı. Başında fes olmasa bir Avrupalıdan ayırt edilemeyecekti.
Hukuk tahsilini Paris’te bitirmiş, birinci derecede diploma almıştı. Mebus Mızıkyan’ın evinde bana takdim olundu. Bahis politikaya dönünce ben “İttihat ve Terakki” hakkındaki şüphelerimi söyledim. Kendisi ne hükûmet fırkasındandı ne de muhaliflik, müstakillik iddiasında idi. O kadar değişmiş, o kadar medenileşmişti ki “Ah her Avrupa’ya giden Türk böyle gelse…” diye düşünüyorum. Sözlerini büyük bir dikkatle dinledim:
“İttihat ve Terakki’den şüpheniz pek boştur!” diyordu, “Pantürkizm, Panislamizm filan Avrupa hayalperverlerinin iftirasıdır. Bir de bir mesel vardır, biliyor musunuz, ‘Kişi kişiyi kendi gibi bilir.’ Avrupa’da meşum suni bir cereyan yaşar: Milliyet, kavmiyet cereyanı! Orada her şeyi milliyet rengine boyarlar. Mesela Fransızların ırkça bir vahdetleri olmadığı hâlde o kadar milliyetperver, o kadar milliyette mutaassıptırlar ki Paris koketleri bile Almanlarla münasebette bulunmazlar. Almanya’da her şey millîdir. Hatta sosyalizm bile… Böyle bir muhitte ‘hüküm’ler de millî olarak verilir. Mesela René Pinon bir kitabında ‘Türkler, aldıkları askerin içinden ırkça Türk olanları İstanbul’da, Edirne’de, Makedonya’nın mutedil, güzel yerlerinde istihdam ederler, gayri Türkleri Yemen’e, Fizan’a, en uzak yerlere gönderirler.’ diyor. Hâlbuki Osmanlı hükûmeti tamamıyla bunun aksini yapmıştır. Arnavutlar, Araplar hep Hassa Ordusu’na gelirler. Yıldız’ın rahat kışlalarında askerliklerini yaparlar. Yemen’e, Fizan’a, Makedonya’ya hep Türkler, yani Anadolu çocukları gider. Hatta Yemen’e ‘Türk Mezarı’ derler. Şimdiye kadar hastalıkla, harple bir milyondan ziyade Anadolulu Türk’ün Yemen’de öldüğünü rivayet ederler. Mösyö René Pinon yalan söylemek, bize iftira etmek istemiyor. Onun kendi mantığı Türklerin böyle yapmasını, yani imparatorluğun fena, uzak yerlerine gayri Türkleri göndermesini kabul ediyor. Bizim de böyle yaptığımıza hükmediyor. Çünkü Fransa’da birkaç unsur olsa onlar mutlaka ilk peşin Fransızları düşüneceklerdi. Kezalik bu asırda Slav İttihadı, Cermen İttihadı, Latin İttihadı Avrupa siyasetinin ana hatlarıdır. Hep bu üç ideal etrafında onların politikası sabit, mütehavvil şekiller alır. Böyle ideallerin doğduğu muhitte insani, necip bir siyaset düşünülebilir mi? Avrupalılar her milleti kendileri gibi sanıyorlar. Türklerin de ‘Türklük’ diye bir milliyetleri, tarihleri, emelleri olduğuna ihtimal veriyorlar. Yanılıyorlar. Çünkü hisleriyle muhakeme ediyorlar. Bize dair hiç tetkikat yapmadan hiçbir Türk’ün aklından geçmeyen ‘Pantürkizm’ hayalleri uyduruyorlar. Sonra sizin gibi içimizde yaşayan, bizim içimizi dışımızı bilen Hristiyan vatandaşlarımız da Avrupa hayalperverlerinin düzdükleri bu yalanlara inanıyorlar. Vatanımızda, yaşadığımız memlekete kim ‘Türkiye’ der? Yalnız Avrupalılarla Avrupa gazeteleri bu manasız ismi çıkarmışlar. İşte Tanzimat maarifi meydanda… Hiçbir mektep kitabında hiçbir coğrafya kitabında ‘Türkiye’ diye bir memleket ismine rast gelmeyeceksiniz. Avrupa-yı Osmanî, Asyayı Osmanî, Afrika-yı Osmanî, sonra hepsine birden ‘Memalik-i Osmaniye’ deriz. Kendi tarihlerinizi tabii bilirsiniz. Bir de bizim mekteplerimizde okuttuğumuz tarihlere bakınız. Bir ‘Türk’ kelimesi bulamayacaksınız. Bundan başka bizim tarihlerimiz bilhassa Türklük aleyhinde tertip olunmuştur. Hülagu, Timurlenk gibi dünyanın en büyük cihangirlerini sırf Türk oldukları için, küfürler, lanetlerle tarihlerimizde yâd ederiz. Sonra Sezar, İskender, Napolyon hakkında tarihlerimiz ihtiramda kusur göstermezler. Hatta bunlar için şairlerimizin bazıları şiirler bile tanzim etmişlerdir. Hele İskender, edebiyatımızda âdeta bir telmih olmuştur. Her milletin şairleri kendi milletlerini, tarihlerini, ananelerini terennüm ederler. Bizim şairlerden ne yenisi ne eskisi Türklüğe dair bir kelime yazmadıkları gibi kendi milliyetlerinden bahis icap edince ‘Etrak-i bi-idrak!’ demişlerdir. Memleketimizin son şairi Tevfik Fikret meşhur ‘Rübab-ı Şikeste’sinde, ilaç için olsun bir ‘Türk’ kelimesi geçirmemiştir. Mehmet Emin Bey Osmanlılarca bir fantezistten başka bir şey değildir. İşte kendi milliyetini tarihiyle, maarifiyle, edebiyatıyla bu kadar inkâr etmiş bir millet kendi milliyeti esasına müstenit bir ‘ittihat’ ideali yaratabilir mi? Avrupalılar bizi tetkik etmediklerinden böyle bir idealin vücuduna ihtimal verebilirler!.. Aramızdakiler bu kadar saflık göstermemelidir. Memleketimizde ‘Türk, Türklük, Türkiye, Türkiyat’ kelimelerinin medlulleri olmadığı gibi ‘Türkçe’ diye de bir lisan yoktur. Biliyorsunuz ki linguistik ilmi ‘Her lisan bir lisandır.’ der. Biz Osmanlılar bu kaideyi asırlarca evvel bozmuşuz. Yeni, suni bir lisan yaratmışız. Türkçe sarfını, Türkçe nahvini yalnız avamla kadınlar kullanırlar. Mütefekkirlerimizin, âlimlerimizin, ediplerimizin, ayrıca ‘Osmanlıca’ namı tahtında üç lisanın ittihadından mürekkep bir tahrir lisanı vardır. Bu lisanda üç lisanın kelimeleri, kaideleri bulunur. Vakıa her lisandan her lisana kelimeler geçebilir. Mesela İngilizcenin birçok kelimesi Fransızcadır. Fakat İngilizceleşmiş, İngilizce kaidelerine tabi olmuşlardır. Osmanlıcada ise aksi… Arapça kelimeler Arapça, Acemce kelimeler Acemce kalmışlardır. Avam, kadınlar bunların telaffuzlarını bozarak Türkçenin selikasına, tecvidine göre değiştirdikçe ‘galat’ namı tahtında hemen Osmanlı âlimleri tashih ederler. Sonra dünyanın hiçbir lisanında olmayan bir hadise… Osmanlıcaya, Arapça, Acemce kaideler, edatlar da girmiştir. ‘Bir lisana tabiata muhalif, yabancı lisanlardan alınma sarf, nahiv kaideleri konulamaz. Çünkü lisanlar bir müessese olduğundan değiştirilemez.’ diyenlerin yalanları meydana çıkmıştır. Türkçenin esasında ‘müzekkerlik, müenneslik’ yokken Arapçanın bütün müzekker, müennes kaidelerini, tetabuklarını, Acemcenin terkip kaidelerini, edatlarını kabul etmişiz. Her ne kadar köylülerle avam, daha doğrusu halk, bu suni ve zengin lisanı kabul etmemişlerse de şairler, edipler, hükûmet bu mevzu ‘Osmanlıca’ lisanını yazmışlar, konuşmuşlardır. Genç ediplerimiz lisanı daha ziyade muğlaklaştırıyorlar, bu hususta Fikret’in, Faik Ali’nin, Süleyman Nazif’in, bilhassa Hüseyin Daniş’in büyük hizmetleri sebkat etmiştir. Osmanlıca, ilk vazılarının, eski şairlerin, Nergisî’nin lisanına doğru yaklaşmaya başlamıştır. Edebiyatta biraz daha faaliyet olsa birkaç seneye kadar, nasılsa kalan Türkçe kelimeler, sıfatlar, fiiller de tahrir lisanından kaldırılacak… ‘İttihat’ için birinci vasıta lisandır. Kendi lisanını böyle öldürmeye, katiyen millî edebiyatını satırlara geçirmemeye ahdetmiş bir millet nasıl olur da millettaşlarıyla birleşebilir? Osmanlılar memalik-i Osmaniye’nin haricindeki Türkleri asla tanımazlar. Onlarla hiçbir münasebetleri yoktur. Hem olamaz da… Artık söyleyiniz, ‘Türkizm’ iftirası kadar budalaca bir iftira olur mu?
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или