Zaman Makinesi. Герберт Джордж Уэллс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Zaman Makinesi - Герберт Джордж Уэллс страница 5
Editör, “Bak bir şey soracağım: Bu baylar sizin önümüzdeki haftanın ortasına yolculuk ettiğinizi söylüyor. Bize önümüzdeki hafta gerçekleşecek Rosebery at yarışları sonuçlarını söyler misiniz? Ne kadar pay istiyorsunuz bu işten?” dedi.
Zaman Yolcusu, odada onun için ayırdığımız sandalyeye tek kelime etmeden geldi ve oturdu. Önceki gibi yüzünde hafif bir tebessüm vardı. “Nerede benim yemeğim?” dedi ve ardından “Çatalımı bir ete saplamak ne kadar da güzel bir şey!” diye ekledi.
Editör, “Anlat şu hikâyeyi!” diye bağırdı.
Zaman Yolcusu da “Başlarım hikâyesine! Sadece yemek yemek istiyorum. Proteini damarlarımda hissedene kadar tek bir kelime dahi etmeyeceğim. Teşekkür ederim. Tuzu uzatır mısınız?”
Ben, “Tek bir şey soracağım: Zaman yolculuğunda mıydınız?”
Ağzında yemek doluyken başını sallayarak “Evet.” dedi Zaman Yolcusu.
Editör, “Tam anlamıyla olayı anlatırsan satır başına bir şilin4 veririm.” dedi. Zaman Yolcusu, Sessiz Adam’a doğru bardağını yöneltti ve tırnağıyla bardağa vurdu; bunun üzerine yüzüne bakmaktan kendisini alıkoyamayan Sessiz Adam, bardağını şarapla dolduruverdi. Yemeğin bundan sonraki kısmı pek de hoş geçmedi. Aklıma birçok soru geliyor fakat bunları sormaya cesaret edemiyordum ve sanırım diğerleri de aynı sorundan muzdaripti. Gazeteci, Hettie Potter’dan alıntılar yaparak ortamı yumuşatmaya çalıştı. Zaman Yolcusu ise kendisini önündeki yemeğin lezzetine kaptırmış, yarın yokmuş gibi yemek yiyordu. Doktor ise sigarasını yakmış, gözünün bir ucuyla Zaman Yolcusu’nu izliyordu. Sessiz Adam ise normalden daha fazla hödük duruyor ve tedirginliğini bir nebze azaltmak için düzenli olarak şampanyasını yudumluyordu. En sonunda Zaman Yolcusu tabağını itti ve bize bakmaya başladı. “Sanırım size bir özür borçluyum.” dedi. “Çok acıkmıştım sadece. Ve hayatımın en muhteşem zamanını geçirmiştim.” Bir puro aldı ve uç kısmını kesti. “Ama burada olmaz, sigara odasına geçelim. Bulaşıkların dibinde böylesine uzun bir konuyu anlatamam.” dedi. Geçerken zili çaldı ve bizi yan odaya aldı.
Sandalyesine yaslandı ve gelen üç yeni misafirin adını anarak “Blank, Dash ve Chose’a makine hakkında bir şey anlattın mı?” dedi bana.
Editör ise “Bu şey tam bir paradoks.” dedi.
“Bu akşam hiç tartışacak havamda değilim. Size hikâyeyi anlatırım ama tartışacak enerjim yok.” diye söze başladı Zaman Yolcusu. “İsterseniz size başımdan geçenleri anlatırım ama sözümü kesinlikle kesmeyeceksiniz. Gerçekten ben de size anlatmayı çok istiyorum ama muhtemelen çoğu size yalan gibi gelecek. Ama inanın! Gerçekten, söylediğim bütün kelimeler doğru. Saat dörtte laboratuvarımdaydım ve o zamandan beri… Tam sekiz gün geçirdim… Öyle günlerdi ki hiçbir insan şimdiye kadar yaşamamıştır. Çok yorgunum, ama size bunu anlatana kadar uyuyamam ki. Anlattıktan sonra uyumaya gideceğim. Ama bak sözümü kesmek yok. Anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı.” dedi Editör ve hepimiz arkasından aynı kelimeyi tekrarladık. Ve ardından öncesinde bahsettiğim gibi Zaman Yolcusu anlatmaya başladı. İlk başlarda koltuğuna yaslanmış çok bitkin bir sesle anlatıyordu. Sonraları biraz daha canlandı. Şu anda bu satırları yazarken o anı anlatamamanın yarattığı yetersizliği mürekkebimde ve hepsinden öte kendimde hissediyordum. Sanıyorum ki sizler de yeterince dikkatli okuyorsunuz bu satırları ancak konuşan kişinin küçük lambanın ışığındaki beyazlaşmış suratını ve samimi ifadelerini göremiyor ve sesindeki tonlamaları duyamıyorsunuz. Yüz mimiklerinin, anlattığı hikâyeye göre nasıl değiştiğini göremiyorsunuz! Biz dinleyenlerin çoğu, sigara odasındaki mumların yanmaması sebebiyle gölgedeydik ve yalnızca Gazeteci’nin yüzü ve Sessiz Adam’ın diz kapağından aşağısı gözüküyordu. İlk başlarda durup durup birbirimizin suratına bakıyorduk. Sonraları bunu da bırakıp sadece Zaman Yolcusu’nun suratına bakmaya başladık.
IV
ZAMAN YOLCULUĞU
“Size geçen hafta Perşembe günü Zaman Makinesi’nin temellerinden bahsetmiştim ve size henüz tamamlanmamış hâlini de göstermiştim. İşte burada, yolculuk dolayısıyla biraz eskimiş; fil dişi çubuklarından birisi kırık; ve pirinçten yapılmış parmaklıklarından birisi eğik… Ama kalan kısımlar sapasağlam. Cuma günü makineyi tamamlayacağımı planlıyordum; ama Cuma günü, bütün parçaları bir araya getirdiğimde bir şey fark ettim. Nikel çubuklardan biri iki buçuk santim daha kısaydı ve bunu baştan yapmam gerekiyordu, bu yüzden tamamlanması bu sabaha kadar sürdü. Ve saat onda dünya üzerindeki ilk ve tek Zaman Makinesi çalışmaya başladı. Son bir defa gözden geçirdim, bütün vidaları tekrardan kontrol ettim, kuvars çubuğun üzerine bir damla daha yağ damlattım ve sandalyeme oturdum. Sanki alnına silah dayamış ve birazdan intihar edecekmiş gibi hissettim çünkü birazdan ne olacağını bilmiyordum. Bir elime açma şalterini, diğer elime kapatma şalterini aldım. Önce ilkine sonra anında diğerine bastım. Bir anda dönmeye başladım; sanki yüksekten düşüyormuşçasına bir kâbusun içinde gibiydim ve sonra etrafıma baktım. Laboratuvarda hiçbir şey değişmemişti. Ne oldu şimdi? Bir anlığına zihnim bana oyun oynuyor diye şüphelendim. Sonra saate baktım. Biraz önce saat onu birkaç dakika geçmişti, şimdi ise neredeyse üç buçuk!
Derin bir nefes aldım, dişlerimi sıktım ve iki elimle açma şalterini tuttum ve bir hışımla dışarı fırladım. Laboratuvar yavaş yavaş karardı. Tam o sırada Bayan Watchett içeri girdi ve resmen beni görmeden geçip bahçeye doğru gitti. Odayı baştan sona bir dakika gibi bir sürede dolaşmış olmalı ama bana resmen bir roket gibi geldi bu hızı. Şalteri sonuna kadar çektim. Lambanın sönmesi gibi bir anda akşam oldu ve bir anda gündüz. Ertesi akşam geldi, sonra yine gündüz oldu, sonra yine gece ve yine ve yine… Her seferinde daha da hızlanıyordu. Kulaklarımda rahatsız edici bir çınlama hâkimdi ve başım dönüyordu.
Sanırım size zaman yolculuğunun uyandırdığı duyguları tam anlamıyla aktaramıyorum. Gerçekten çok güzel etkiler bırakmıyor. Sanki kocaman bir tepeden kendinizi baş aşağı bırakmışsınız ve hiç durmadan düşüyormuşsunuz gibi bir his! Ve her an yere çakılacakmışsınız gibi… Ben hızlandıkça gece, gündüzü kanat çırpar gibi bir hızla takip ediyordu. Çok fazla vakit geçmeden laboratuvarın o bulanık görünüşü yavaş yavaş kayboldu ve Güneş’in her dakika gökyüzünde hızlı hareketini görmeye başladım. Laboratuvarımın yok olduğunu ve dışarıda kaldığımı düşündüm bir an. Bir inşaat iskelesi görür gibi oldum ama o kadar hızlı hareket ediyordum ki hareket eden herhangi bir nesneyi seçemiyordum. Dünya üzerindeki en yavaş salyangoz bile benden çok hızlı hareket edip yanımdan geçiyordu. Karanlığın ve ışığın sürekli hareketi gözlerimi bir hayli yormuştu. Derken arada hızla ilerleyen karanlıklarda ayın tekrar tekrar evrelerini ve yer değiştiren yıldızların hareketlerini gördüm. Biraz sonra, ben hız kazandıkça gece ve gündüzün hareketi yerini sürekli bir griliğe bırakmıştı; gökyüzü ise muhteşem renkte bir maviyle kaplanmıştı; hiç durmadan hareket eden Güneş, Uzay’da ateşten bir çizgiye dönüştü, Uzay’da muhteşem bir kemere benziyordu; Ay
4
Eskiden İngiltere’de kullanılan gümüş para.