Henüz 17 Yaşında. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Henüz 17 Yaşında - Ахмет Мидхат страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Henüz 17 Yaşında - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

köprü açıktır. Ta Azabkapısı’ndan gideceğiz.”

      “Orası öyle… Şimdi Galata Köprüsü açılmıştır; sandalla da geçilmez.”

      “Efendim, o kadar dolaşıldığı hâlde de gidip gelmek için mecidiyenin birini köprüye vereceğiz demektir.”

***

      Her ne kadar arabacının tamahkârlığına söz yoksa da böyle bir havada İstanbul’a gidip Beyoğlu’na dönmek de bundan ucuza katlanılır belalardan değildi; ama bizim arkadaşlar bu parayı çok görüp arabacıya bir de çıkıştılar; Ahmet Efendi’nin dediği gibi yukarıya kahveye çıkıp yağmurun ara vermesini beklemeye koyuldular.

      Kahve içinde boşu boşuna da oturulmaz ya! Victor Hugo’nun, Alexandre Dumas’ın canı için birkaç konyağa daha ihtiyaç görüldü.

      Ya Hulûsi Efendi arkadaşını nasıl yalnız bıraksın? Kadehler gelip gitmeye başladı.

***

      Hâlbuki tiyatro daha beşte bitmişti.

      Saat altıya geldiği zaman ise kahvede bulunanlar dahi birer ikişer dağılmaya başladılar. Yalnız çalgıcı Alman kızlarına sığışmak ve hizmetçi yedi millet kızlarına yanaşmak isteyen bazı çapkınlar kalıp onlar da anlaştıkları kızlarla ikişer dörder çekilince garsonlar gazları söndürmeye ve bizim iki arkadaşın yüzlerine manalı manalı bakmaya başladılar.

      Hulûsi Ahmet’e dedi ki:

      “Ee, buradan bize: ‘Uğurlar olsun hoş geldiniz, safalar getirdiniz!’ diyorlar.”

      “Şimdi ne yapacağız?”

      “Yağmur nasıl oldu, yağmur?”

      “Şakırtıya kulak verirsen nasıl olduğunu anlarsın.”

      “Sen bana kulak verirsen birer konyak daha ısmarlarsın da biraz daha zaman kazanırız.”

      “Azizim, her dakika için bir konyak ısmarlamış olsak, gene faydamız yok. Hem heriflerin artık bize konyak verecek dakikaları da kalmaz. Yahut onların verdikleri konyağı ele alabilecek vaktimiz kalmaz.”

      “Öyleyse çare yok! Pisliğine, murdarlığına bakmayarak bir otele can atmalıyız.”

      Ahmet Efendi’nin bu lakırdısı kendisini dinleyip duran uşağı güldürdü.

      Ahmet’ten önce Hulûsi davranıp dedi ki:

      “Ne gülüyorsun, ayol; işte bu havada yersiz, yurtsuz kaldık!”

      “Efendim, güldüğümün sebebi şu ki saat sekize geliyor. Alafranga saat birden, yani şimdi alaturka saat altıdan sonra otellerin hepsi kapalıdır… Hiçbirisi müşteri almaz.”

      İki arkadaş birbirinin yüzüne baktı.

      Hulûsi arkadaşının kulağına eğilerek dedi ki:

      “Arkadaş, dediğimden başka çare olamayacak. Muvakkat bir zifaf!”

      “Bu da bence olamayacak!.. Hem öyle iğrenç bir iş için birkaç lira harcayacağımıza arabacının istediği yedi mecidiyeyi versek daha akla, hikmete uygun düşer.”

      Bunlar bir yandan şu sözleri söyleyerek, bir yandan da kahveci ile hesaplarını görerek her hâlde araba ile İstanbul’a gelmek tarafı zihinlerince üstün olmak üzere aşağıya indilerse de artık kahvelerin, tiyatroların, falanların kapanması üzerine yağmurun da zorlamasıyla, sokaklarda kıyra, fayton falan değil, belediye dairesinin temizlik arabaları bile görünmemekte idi.

      Hulûsi Efendi dedi ki:

      “Ya şimdi ne yapacağız?”

      “Gene dediklerimi diyeceğim.”

      “Ben öyle senin dediğin yerlerde hiçbir eğlence bulamam.”

      “Ama artık filozofluğun bu kadarı da fazladır ya!”

      “Belki!”

      “Belki melki… Şu hâlde sokak ortalarında mı kalacağız? Bununla beraber bu akşam içki üzerindeki duruma bakılırsa ben öyle sanıyorum ki zifaf yerinden de hoşlanacaksın!”

      “Allah etmesin! Biz o tecrübeleri çok ettik, azizim. Artık unumuzu eleyip eleğimizi de astık!”

      “Aralıkta bir kere aklı başından gidinceye kadar sarhoş olmak öğüdünde bulunan İbni Sina aralıkta bir muvakkat zifafı da öğüt vermiyor mu? Pancar turşusu buna meze olamazsa da şöyle sesleri güzel kızların okuyacakları güzel güzel şarkıları olsun meze yerini tutamaz mı?”

      “Hayır. İbni Sina’da böyle bir öğüt görmedim; yalnız bugünkü muharrirlerden Ahmet Mithat Efendi’nin Mihnetkeşân1 başlıklı bir hikâyesini gördüm ki senin bir günlük zifaf evi diye tarif ettiğin, yerleri âdeta birer mihnet yeri olmak üzere ispat ediyor.”

      “Eğer sen öyle her roman yazanın ispatlarına kulak verecek olursan gerçekten gülünç olursun. Akşam lokantada ne diyordun? Âlemin dediklerine inanacak olursak âlem kadar gülünç olacağımızı hükmetmiyor muydun?”

      “Romancıların tasarladıkları âlemin, bir madde âlemi olmayıp hayalde bir âlem olduğunu düşünürseniz romancıları çekiştirmeye lüzum görmezsiniz. Hâllerinden Mihnetkeşan adlı romanda, muharrir, şimdi senin beni götürmek istediğin bir günlük zifaf evlerini öyle bir kılıkla gösteriyor ki hayal ile hakikatın birleştiği yahut birleşebileceği bir nokta varsa o da bundan ibarettir.”

      “Güzel ya, a canım; şimdi hayat ve hakikat bahisleri bizi şu yağmurdan koruyabilir mi? İşte araba yok. Otel yok. Yaz olsa bir camiye giderek son cemaat yerinde sabahı edebilirdik. Zati başımıza hiç de gelmemiş birşey değil ya? Yağmur yağmamış olsa sabaha kadar serseri yankesiciler gibi sokakları dolaşır, vakit geçirirdik. Şimdi şu hâlde ise ben başka çare bulamıyorum. Sen buluyorsan söyle de yapalım.

      Hem teklif ettiğim yerlere gidenler mutlaka oraların alışverişinde bulunmak zorunda değiller ya? Sana bir yatak gösterirler; yalnız yatıp safâyi hatırla uyursun; hatta benim dahi niyetim öyledir. Yok, eğer mutlaka beni sefihlerden sanıp da bu teklifimi sefihliğime veriyorsan, beni affedersin.”

      “E, darılma, kardeşim; dediğin gibi olsun; ama bir şart ile. Ben yalnızca yatacağım; hiç beni zorlama.”

      “Kimin nesine lazım!”

      Hulûsi Efendi arkadaşını bu kadarcık olsun ikna ettiğine memnun olarak Kristal Kahvesi’nin garsonlarından zati kendi evine dönmekte bulunan kılavuzluğuyla şöyle bir misafirhaneye gitmeye karar verdiler. Sokağa çıktılar, biçarelerin şemsiyeleri dahi bulunmadığı için artık gök kubbesini kendilerine şemsiye yapıp yola düzüldüler.

      2

      Bizim iki arkadaş… Hayır, kahve uşağıyla beraber üç arkadaş büyücek bir evin önünde durdukları zaman kendilerini görmüş olsaydınız,

Скачать книгу


<p>1</p>

Mihnetkeşân: ‘‘Dertliler’’ demek.