Henüz 17 Yaşında. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Henüz 17 Yaşında - Ахмет Мидхат страница 6
Birisinden: “İstanbul’da olan ilim medreseleri dünyanın hiçbir yerinde görülmez. Medreseleri, imaretleri şöyle gördüm, böyle beğendim!” cevabını alır. Ötekinden ise: “İstanbul umumi bir meyhane hâline girmiş. Adım başında bir meyhane olduğu gibi içki bulunmadık ev de yoktur.” Ve bir başkasından: “İstanbul bir kadın pazarıdır; hiç yok sayılacak kadar ince yaşmaklı hanımlar sokaklarda her kimi görseler yüzlerine gülerler!” cevabını ve ötekilerden dahi böyle, yani yalnız birer meseleye takılıp kalan cevaplar alır. Yaşlı adam da her aldığı cevabı ayrı ayrı tasdik eder.
Zira kendi kendisine der ki: “Herkes İstanbul’u kendi istidadına, kendi uğraştığına göre bir gözle görmüştür.”
Anadolulu akıllı ihtiyarın bu sözü âdeta her meseleye tatbik kabul eden bir sözdür, insan yalnız İstanbul gibi başlı başına geniş bir âlem olan büyük şehri değil, yalnız bir maddeyi, bir şeyi, bir noktayı dahi kendi istidadına göre olan bir gözle görür. “Bunun için Ahmet Efendi’nin de bu gece girdiği yeri kendi istidadına, kendi duygularına göre bir gözle görüşü eğer okuyucularımızdan bazılarına uygun gelmezse biçareyi kusurlu görmemelidir.
Daha evin önüne geldikleri zaman Ahmet Efendi bu evin en alt katında ve “ev altı” denilen yerinde bir ışık görerek, dört yana bakındığı zaman, öteki evlerin hiçbirisinde aydınlık kalmadığı ve bütün mahalleli uykuya vardığı bir zaman, bu ışık kendisini âdeta ürkütmüştü. Kendi kendisine demişti ki: “Bu ışık ne için olabilir? Limana girecek olan gemilere kılavuzluk eden fenerler gibi bu da, şurasının sefihler uğrağı olmasından ve geleceklere yer göstermek için konulmuş bulunmasından başka ne olabilir?” Bu ışık şuraya gelenlere: “Ey şehvet ve sefahat erbabı! İşte kendinizi, kendi vicdanınızda da kabahatli göstermek için aradığınız yer burasıdır ki ettiğiniz ayıbı şimdi sefahat hasretiyle pek de fark edemiyorsanız yarın o hasret, o hırs geçince, buradan, kendi kendinizden utanarak çıkacaksınız hatta o hâlde ben bile size bakmayacağım, utancımdan ışıldak gözlerimi kapamış bulunacağım!” der.
Şimdi, daha evin önünde ilk duygusu bu olan Ahmet Efendi, evin kadın müdürü Maryanko’nun, arkadaşı Hulûsi Efendi ile açgözlücesine ve rezilcesine bir emniyetsizlik göstererek ettiği pazarlığı da görünce:
“Vay, melun; parasıyla kendisini dünyaya maskara etmeye gelen adamların vicdanlarına karşı utançlarını artırmak için bu hakaretlere de cesaret ediyor!” diye içinde duyduğu acıya bir de öfke binmişti.
İçeriye girdiği zaman, dışarıya taşan ışıklarıyla kendisini ilk uyandıran kandili gördü ki konulduğu yer bir köşedir. Kandile en yakın yerleri kapkara ve uzadıkça rengi akçıllaşmak üzeredir. Köşeyi ocak bacası gibi kurum içinde bırakmış olmasına bakılırsa, kim bilir, kaç aydan, daha doğrusu kaç yıldan beri bu kandil şurada şu iğrenç kılavuzluk hizmetini yapmakta idi? Bunu düşünerek tüyleri ürperdi.
Merdivenden yukarıya çıktılar. Salon gibi yere girdiler ki bütün ev halkı derin uykuya varmış olduklarından ayaklarının patırtısı o kâgir yapı içinde korkunç bir hâlde çınlıyordu. İki üç saat önce buraya gelmiş olsalardı, yaptıklarından dolayı vicdanlarında, kınayan bir düşünce, yüreklerinde bir pişmanlık duygusu bulmak şöyle dursun, belki bu gece kavuştukları zevk ve eğlenceden dolayı sevinçlerinden kaplarına sığamayan ve bunun keyfi ile içkiye başlayarak coştukça coşan sefihlerin ve şehvet düşkünlerinin hayhuyları ve coşkunluk naraları ile duvarların titrediğini görürlerdi. Şimdi ise bunların her biri bir yatakta köpek gibi sızmış, dünyalarından habersiz kalmışlardı.
Ahmet Efendi bunu da hatırladı; hatta kendi kendisine düşünce kabilinden dedi ki: “Acaba şu sarhoşlar için bu ev bir batakhane olsa şimdi, şu anda kendi kendilerine uğrattıkları tehlikenin büyüklüğünü hesaplayabilecekler midir?”
Salon dediğimiz yere girdikleri zaman cumba gibi bir yerde bir uşağın horlayarak uyuduğunu gördüler. Maryanko Dudu onlardan önce davranıp ilerleyerek herifin göğsünden dürttü:
“Vasili! Vasili!” diye seslenip uşak gözlerini açtığı zaman:
“Gece uyursun, gündüz uyursun! Nedir senin bu tembelliğin!” diye herife çıkışmaya başladı.
Vasili dediği herif ise zati benzinde kan olmadığı gibi uykusuzluk hâliyle bir kat daha rengi kaçacak; bir konsol üzerinde yarı indirilmiş fitili ile baygın baygın yanmakta ve petrolün bu hâlde çıkaracağı murdar bir koku ile bütün evi kokutmakta bulunan lambanın sarı ışıkları dahi herifin çehresini büsbütün korkunç bir hâle koymuştu.
Esneyerek, gözlerini oğuşturarak ve gelenlere hain hain bakarak aklını başına toplamaya çalışan Vasili, Maryanko’nun çıkışmasına karşı dedi ki:
“Gece uyuma, gündüz uyuma! Geberip gitmeli mi?”
Ahmet Efendi’nin duyguları biraz daha başkalaştı. Bu heriflerin gece de gündüz de uyumamakla vazifeli olmak zorunda olacaklarını göz önüne koyarak, beşer cemiyetinin bir sınıf fertlerini bir sefihlik çirkefine batırmak için açılmış olan şu fabrikanın ne gibi uşakları olduğuna, Vasili’yi örnek aldı; iğrenmesi arttı. Hele Vasili orada sadece uşak sayılacak bir adam değildi. İki metreye yakın boy, seksen santimetre kadar geniş omuz; olur olmaz adama bacak olabilecek kadar kalın pazılar ve yüzünden düşen bin parça olacak kadar çatkın, lanetli, sert bir surat uşak olacak bir adam için fazla ve lüzumsuz şeyler olup bu herifin kalıbına, kıyafetine, tavrına, çehresine bakıldığı ve madamın çıkışmasına aldırmadan bir de cevap verdiğine dikkat olunursa, bu evde asıl vazifesi polislik ve jandarmalık etmek ve evin kanunlarına, nizamlarına uymayanları uymaya zorlamak olduğu anlaşılırdı.
Ahmet Efendi bunu da anladı. Maryanko ise Vasili’ye Rumca birkaç lakırdı söylemeye başladı ki bu sözlerin içinde Mari, Olempiya, Amelya, ve Agavni gibi kadın adları da bulunduğuna bakılırsa yeni gelen müşterilerine çıkaracağı kızları emrettiği öğrenilirdi.
Uşak çıktı. Biraz sonra Maryanko dahi dışarıya çıktı.
İki arkadaş yalnız kalınca, Hulûsi Efendi dedi ki:
“Ne düşünüyorsun, arkadaş? Sanırım, konyakların da hızı geçti?”
“Sarhoşluktan eser bile kalmadı.”
“Ee, ne düşünüyorsun?”
“Hiç! Akşamdan beri iki defa sarhoş olup ayılan bir adamda kafa sersemliğinden, baş ağrısından başka ne olabilir? Fazla olarak bir de ıslaklık, uykusuzluk hesaba katılırsa tir tir içimin titrediğini de pek kolay anlayabilirsin!”
“Sitem ha! Fakat başka sığınacak yerimiz olmazsa ne yapabilirdin? Hatta Kristal Kahvesi’nin uşağına bu hizmeti için bir mecidiye bahşiş bile verdim. Herif olmasaydı…”
“Bir