1
Mihal Köprüsü’nü kıymetli seyyahımız Evliya Çelebi şöyle tarif ediyor: “Burada en ibretnüma eser Mihal Köprüsü’dür ki onun kurulduğu yerde Arda, Tunca, Meriç Nehirleri birbirine mahlut olur. O kadar geniş ve uzundur ki ruyizeminde manendi yoktur. İllaki, diyar-ı Alman’da Tuna üzerindeki Kelvar Köprüsü ola yahut Edirne’ye bir menzil uzakta Kocamurat Han’ın altmış dört göz Ergene Köprüsü ola. Mihal Köprüsü’nün bu üç divane nehir üzerine bina edilebilmesi keramet nevindendir. Uzunluğu ziyadedir, genişliği de üç arabanın yan yana geçmesine müsaittir. Fil cüssesi kadar taşlarla yapılmış kaldırımlı musanna bir köprüdür. Gözleri kavs-i kuzahvar kemerlerdir.”
2
Henüz padişah olmayan şehzadelerin adlarına ilave olunan sultan kelimesi isimden sonra gelir. Mesela padişahlar Sultan Ahmed, Sultan Mehmed diye anılır. Şehzadelere ise Ahmed Sultan, Mehmed Sultan denilir. İran’da da asalet ifade eden mirza unvanı prenslerde isimden sonra, başka asilzadelerde isimden evvel gelir.
3
Hünkâr Bahçesi Sarayı, Edirne’de vaktiyle mevcut olan iki hünkâr sarayından biridir. Temelini İkinci Murat atmış ve Fatih Sultan Mehmed tarafından ikmal olunmuştur. Daha sonra Kanuni Süleyman devrinde genişletildi, onun halefleri eliyle de güzelleştirildi. Dört tarafını Tunca Nehri sardığından duvarsızdı. Saraçhane Köprüsü ile şehre bağlı idi. Çok güzel ağaçlarla süslü idi. Yer yer köşklerle bezenmişti. Harem dairesi kale biçiminde olup yedi kat üzerine kurulmuştu. Her katta birçok odalar, salonlar, şahnişler, teraslar, fıskiyeler ve havuzlar vardı. Bir yanında vücuda getirilmiş olan muhteşem koruda av hayvanlarının her çeşidi üretildiğinden padişahlar, diledikleri vakit orada av ihtiyaçlarını tatmin edebilirlerdi.
4
Lale Devri’nin müessisi olan Nevşehirli İbrahim Paşa’nın hali tercümesini yazarken enderun tarihi muharriri Ata Bey söyle diyor: “Karaman eyaletinden Niğde sancağında vaki Ürgüp kazasına tabi Nevşehir tabir olunan Muşkara karyesi sükkânından İzdin Voyvodası denmekle maruf Ali Ağa’nın oğludur. H. 1100 tarihinde hemşehrilerini ziyaret kastıyla İstanbul’a geldi, akrabasından eski sarayda bulunan Mustafa Efendi delaletiyle ilkin mezkûr saray helvacıları, sonra baltacıları ocağına girdi ve istidat sahibi olduğu için yine o saray evkaf kâtipliğine tayin olundu. Biraz sonra yazıcı halifesi olmak üzere Edirne’ye çağrıldı. Orada saltanat nöbeti bekleyen Sultan III. Ahmed’in mahremi esrarı ve mutemedi kârgüzarı olmuştu. 1115’te vuku bulan cülus sırasında hatt-ı hümâyûn ile darüssaade ağası Abdurrahman’ın kâtipliğine tayin buyruldu. Birkaç kere vezaret rütbesi teklif olunduğu hâlde kabul etmediğinden padişah nezdinde kadri ve itibarı çoğaldı. (C. 1, s. 153)