Lale Devri. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Lale Devri - M. Turhan Tan страница 4
Dükkânlar kapanmıştı, bütün İstanbul halkı cebecilerin bir iş başarabilmesine dua ediyordu. Bu sırada Abdullah Paşa kaçtı, İstanbul kadısı yakalanıp hapsedildi, yeniçerileri uslu tutmak isteyen sekbanbaşı öldürüldü. Saray basılarak sancak-ı şerif alındı, ulema Atmeydanı’na getirildi, esnaf şeyhleri isyana karıştırıldı. ‘Padişahın adaleti olmadığından üzerine huruç edildiği ve adalet olmayınca ibadet de olamayacağı’ ileri sürülerek cuma namazı yasak edildi ve şevketli kardeşinize bir mahzar gönderildi. Bu mahzarda ‘Şeyhülislam ile oğullarının hemen azli ve kendisinin de hiç durmadan İstanbul’a gelmesi’ isteniliyordu.”
Rengi derece derece sararan Ahmed Sultan mırıldandı:
“Küstahlık, büyük küstahlık!”
“Beliğ sultanım, küstahlıktır. Lakin kusur, yine bu caniptedir. Şeyhülislama o kadar yüz verilmemek, halkın kalbi kırılmamak, hocalar takımı gücendirilmemek gerekti.”
“Her neyse, sen kıssayı tamamla!”
“Mahzarın şevketli hünkâra verilmesi için ulemadan beş ve her ocakla her esnaf loncasından ikişer kişi seçilmişti. Bu kalabalık heyet Edirne’ye doğru yola çıktı. Lakin kendilerinden önce haberleri buraya ulaştığından şeyhülislam efendi telaşa düştü. Şevketli kardeşinize haber vermeden bir meclis kurdu, orada işi müzakere ettirdi, sonra huzura girerek dört-beş baldırı çıplağın bulanık suda balık avlamak istediklerini ve İstanbul’da toplanan cemiyetin bir hamlede dağıtılacağını söyleyerek yoldaki heyetin yakalanmasına, hapsedilmesine izin aldı, kul kâhyasını bir orta yeniçeri ile yola çıkardı. Eğridere’de heyeti tutturdu, zindana koydurdu.”
Veliahdın heyecanı son haddi bulmuştu, oturduğu yerde kıvranıyordu, söz buraya gelince diz üstü çöktü:
“Allah Allah! Neler neler olmuş da ben duymamışım.”
“Duymadınız sultanım, duyamazdınız da. Ben kulun size zarar erişmesin mülahazasıyla ziyaretinizden ayağımı çekmiştim. Yalnız gözümü dört açmıştım. Cenabınıza yarar haber almak için kapı kapı dolaşıyordum.”
“Berhudar ol, sadakatinin mükâfatını göreceksin.”
“Cenabınızı Âl-i Osman tahtında sıhhatle, afiyetle, şevketle oturur görmekten gayri emelim yok. Ulu Tanrı sizi Muhammed ümmetine bağışlasın, bir gününüzü bin etsin.”
“Hazzettim, Allah seni de bana bağışlasın. Kıssanı tamamla.”
“Elçilerin yakalanmasını haber alan isyancılar küplere bindiler, hemen Edirne üzerine yürümeyi kararlaştırdılar, harekete de geçtiler. Şevketli kardeşiniz bunu duyunca nasıl bir hata işlediğini anladı, şeyhülislam ile oğullarını mansıplarından çıkardı, Erzurum’a sürdü. Fakat İstanbul’dan çıkan ordu dönmedi, yürümekte devam etti. Çünkü Rami Paşa çevirdiği dolabın bir gün anlaşılacağını, şeyhülislamın er geç sürgünden döneceğini düşünüyordu. Şevketli kardeşinizi ortadan kaldırmak istiyordu. İstanbul yoluna da ulak yollayıp ‘Sakın dönmeyin, gelin işinizi tamamlayın!’ diye öğüt veriyordu. İşte bu sebeple isyancılar ilerledi, Edirne’ye adım adım yaklaştı. Şevketli efendimiz telaş içinde idi, Rami Paşa’dan yardım bekliyordu. O, son bir ihanet olmak üzere Edirne’deki askerle ve toplanacak gönüllülerle İstanbul’dan gelecek orduya karşı konulması fikrini ileri sürdü, şevketli hünkârı kandırdı. Şimdi padişahımız hayatını tehlikeye koyuyor, kendine yâr olmayan bir ordu ile asileri karşılamaya, onlarla harp etmeye gidiyor!”
Veliaht, muzdarip bir merakla sordu:
“Harp olur mu, İstanbul ordusu bozulur mu dersin?”
“Evvelce de arz ettim. Harp olmaz. Çünkü Rami Paşa harp için değil, efendisini asilere teslim etmek için yola çıktı.”
3
Sadâbâd’daki lale bahçeleri, genç âşıkların şen kahkahalarıyla çınlıyordu.
Şimdi susmuşlardı, düşünüyorlardı. Yazıcı İbrahim, bir yandan saltanat müjdelerken bir yandan da vehmini tahrik ettiği, iradesine sarsıntı verdiği veliahdın hem o müjdeyi hem de bu telkinleri unutmayarak bütün bir istikbalde kendine bağlı kalacağını kuruntuladığı veliahdı yan gözle süzüyordu. Yarın padişah olacak adama bir padişahın nasıl kündeden ve tahttan atılacağını öğretmek, ona daimî bir endişe aşılamak demekti. Endişe ise mutlaka tesliyet bekler. Şu hâlde yarının padişahı, ruhuna yerleşen endişeyi o endişeye mahrem olan adamın sözleriyle müteselli etmek, avutmak isteyecekti. İşte İbrahim, bu noktayı düşünüyor ve veliahdın tahta çıktıktan sonra kendisini aramak zorunda kalacağını tahmin edip seviniyordu.
Veliaht da iki ordu arasında asılı durur gibi görünen tahtın kardeşine mi, kendine mi mukadder olduğunu hesaplamaya çalışıyordu. Eğer ordular harekete geçmemiş ve kendisinden mütalaa sorulmuş olsa bahtını tecrübeye kalkışmaktan o, şüphe yok ki çekinecekti. Çünkü yaradılışında atılganlık, kavgacılık yoktu. Tahtı bir isyan ordusunun neticesi müphem ve meşkûk hamlesinden değil, ölümün elinden almak ona daha tehlikesiz görünüyordu. Çünkü veliahttı, kendisinden yaşça büyük olan kardeşinin ölümüyle tahta -dağdağasızca- çıkacaktı. Böyle bir vaziyette bahtını silahların kuvvetine bağlamak hiç hoşuna gitmiyordu. Lakin oklar yaydan çıkmış, ordular yola düzülmüş ve taht, muzaffer olacak tarafın iradesine bağlı kalmış olduğundan yapılacak iş, kardeşinin mağlup olmasını temenni etmekten ibaret kalıyordu.
Veliaht işte bu temenniyi bir dua şeklinde açığa vurdu, elini göğe doğru kaldırarak inledi:
“Rabb’im dine ve devlete hayırlı olan ne ise onu mukadder etsin!”
Sonra yüzünü Yazıcı İbrahim’e çevirdi:
“Sözlerinden, Rami’nin oynadığı oyunları anladım. Yalnız öğrenmek istediğim bir şey daha var. İstanbul ordusunu kimler kumanda ediyor?” dedi.
“Sipahi Karakaş Mustafa, Yeniçeri Toracanlı Ahmed, Cebeci Küçük Ali. Çalık Ahmed de hepsinin başı.”
“Ya hocalardan önayak olanlar kim?”
“Başmakçı oğlundan şevketli kardeşinizin haline fetva alındığını duyduk.”
Veliaht biraz daha düşündü; bıyıklarını sık sık burdu, çenesini bol bol kaşıdı, sonra ayağa kalktı.
“Yazıcı, senden çok hoşnutum. Fakat maslahat naziktir belki hayatım tehlikededir. Onun için canını icap ederse tehlikeye koyup beni her hâlden ve her olup bitenden hızla haberdar etmeni isterim. Padişahlar rica etmez ama ben işte rica ediyorum. Beni yalnız koyma, habersiz bırakma.” dedi.
Muşkaralı köylü yer öptü, birçok dualarda bulundu, öğütler verdi:
“Zinhar merak etmen, telaşa düşmen!.. Çok geçmez Âl-i Osman tahtı, cenabınıza nasip olur.