Lale Devri. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Lale Devri - M. Turhan Tan страница 9
Sultan Ahmed, şaşkın şaşkın yazıcının yüzüne baktı. Eğer bu bakışlar, karşısındaki adamın ruhuna kadar inebilseydi çok garip hakikatlerle karşılaşırdı. Lakin kafeste büyüyüp el eliyle tahta çıkan bir Osmanoğlu’nun gözlerinde böyle bir nüfuz olamazdı. Onun için, sadrazamları devire devire Osmanlı ülkesinde sadrazamlığa yarar bir kimse bırakmamayı ve ancak o vakit sadrazam olmayı tasarlayan zeki yazıcının bu ülküye uygun olarak attığı ilk adımı sezmedi, onun içinde sıralanan düşünceleri göremedi, sadece uysallık gösterdi.
“Peki!” diye mırıldanarak zorbalar tarafından yeniçeri ağası yapılmış ve kendisinin fermanıyla da paşalığa yükselmiş olan Çalık Ahmed’i çağırttı.
“Ağa paşa, bu gürültü nedir?” dedi.
“Asker, cülus bahşişi ister padişahım.”
“Yeri mi, sırası mı?”
Ve kudretli zorbanın cevap vermesine meydan vermeden ilave etti:
“Sen ki yarın sadrazam olacaksın, bu densizliklere nice tahammül edersin? Beni yoldan alıkoyan kendini bilmezler bir gün senin de başına çorap örmezler mi? Haydi git, bu yol bilmezlere kendini tanıt!”
Çalık Ahmed’in de bütün emeli sadrazam olmaktı. Padişahın -senet verir ve hüccet imzalar gibi- o emele uygun bir taahhüt altına girdiğini görünce iliğine kadar sevindi, yüzü kıpkırmızı olduğu hâlde hemen eğilip hünkârın üzengilerini öptü.
“Bir günün, bin olsun. Çalık Ahmed kulun yolunda ölmesin de ne yapsın. Şimdi bu yolsuzların ağzına mühür vururum, seslerini boğazlarına tıkarım!” dedi.
Dediğini de yaptı. Elebaşlarını toplayıp yol üstünde bahşiş istemenin ve henüz tahta çıkmış, hazine işleriyle uğraşmaya vakit bulamamış olan masum padişahı zorlamanın “erkeğe yakışmayacağını” sert sert anlattı, bahşişin İstanbul’da verileceğine kefil oldu, gürültüyü bastırdı ve alayı yürüttü.
Yazıcı İbrahim, tehlikenin giderildiğini görünce yine fırsatı kaçırmadı, padişaha sokuldu.
“Gördünüz ya velinimetim, bir Çalık Ahmed koca bir orduyu susturabiliyor. Demek ki o, daha önce davranabilirdi, bu densizliğe meydan vermezdi. Fakat kuvvetini size hissettirmek için iptida sustu, sonra susturdu. Günahı, vebali yine kendi boynuna olsun belki gürültüyü çıkaran da kendisidir!”
Padişah, dalgın dalgın mırıldandı:
“Sana Edirne’de söyledimdi ya o mutlaka ölmelidir.”
Yazıcı da aynı sesle cevap verdi:
“Süpürge kullanılamaz hâle geldikten sonra çöplüğe atılır. Çalık Ahmed’in de henüz süpüreceği pislikler, çerler çöpler var.”
Doğru söylüyordu. Gürültünün biri henüz bastırılmışken başkası baş gösteriyordu. Bu sebeple padişah; zayıf ruhunun olanca kuvvetiyle yazıcıya sarılıyordu, o da kendi büyük ülküsüne göre bu sarılıştan istifade ederek hem ona hizmet ediyor hem kendine bir “ışıklı yarın” hazırlıyordu.
Birbirini kovalayan hadiseler içinde padişahı ürkütmek itibarıyla en mühimi, saray bostancılarının yaptığı ayaklanmadır. Edirne’den İstanbul’a sıkıla sıkıla, üzüle üzüle gelebilen Sultan Ahmed, bütün Osmanlı kalelerinden sağlam görünen Topkapı Sarayı’nda geniş bir nefes alacağını, zevke ve sefaya dalıp padişahlığın tadını çıkaracağını umarken -ayağının tozunu bile silmeden- garip, aynı zamanda korkunç bir ayaklanma ile karşılaşmıştı.
Söylediğimiz gibi bunu yapanlar saray bostancıları idi. Bostancı, saray bahçelerinin koruyucuları demek ise de bunlar müsellah bir ocak hâline sokularak gitgide padişahın muhafız alayı sayılmaya başlamışlardı. Haseki, kozbekçi, kapıcı, dolap, zülüflü ve zülüfsüz baltacılar ocaklarıyla beraber bostancılar on bin kişilik bir fırka teşkil ediyorlardı fakat hassa askerî vazifesi bilhassa bostancılara tahmil olunmuştu. Bu sebeple bostancıbaşı, “mabeyin müşiri” sayılıyordu ve bu mansıba getirilen zat, sarayın harice karşı müdafaasını omuzuna almış bulunuyordu.
Padişahların, herhangi bir müsellah hücum önünde, güvenecekleri kuvvet bostancılardan ibaretti ve onlar da fırsat düştükçe kendilerine güvenilebileceğini ispat etmekten geri kalmıyorlardı. Mesela III. Murat devrinde Sadrazam Ferhat Paşa’ya hücum vesilesiyle vuku bulan bir ayaklanmada bostancılar, bir hamlede fitnecileri çil yavrusuna çevirip dağıtmışlardı. Deli İbrahim, Kara Mustafa Paşa’yı öldürmek isteyince ve onun sarayında tahassun ettiğini haber alınca bostancıbaşıyı beş yüz bostancı ile göndermiş ve bu küçük kuvvet, bütün müdafaa tertiplerini bozmaya, sadrazamı yakalamaya kâfi gelmişti. Yeniçeriler de bu vakadan yedi sene sonra Deli İbrahim’i tahttan indirmek istedikleri vakit, bostancılarla uyuşmayı zaruri görmüşler ve bostancıbaşının rızasını tahsil etmeden saraya girememişlerdi.
Bostancılara ve bunların başı olan ağaya padişahın itimadı çok yüksekti. Deniz yolu ile yapılan gidişlerde bostancıbaşı mutlaka padişaha refakat eder ve saltanat kayığının dümenini o idare eylerdi.
İşte Sultan Ahmed’e karşı ayaklanan böyle bir kuvvetti. Yani sarayı ve padişahı muhafazaya memur olan binlerce müsellah insan, saray ve padişah aleyhine isyan ediyordu. Bu ayaklanmanın sebebi yine bahşiş meselesi idi. Lakin bostancılar, yeniçeri ve sipahilerle sair askerî zümreler gibi -ananeye uyarak teamüle dayanarak- cülus bahşişi istemiyorlardı. Padişahtan enikonu şükran cizyesi almak emelini güdüyorlardı.
Onların ortaya attıkları dava şu idi; Gürcistan’a gönderilecek olan iki yüz cebeci, birikmiş aylıklarını istemek bahanesiyle ve Edirne’den gizlice gelen Cebecibaşı İbrahim’in teşvikiyle ayaklandıkları zaman Sadrazam Kaymakamı Abdullah Paşa, yeniçerilerden ve sipahilerden yardım göremeyerek bostancılar ocağına başvurmuştu, onların silahlanarak cebecileri dağıtmasını istemişti. Bostancılar onun dileğini yerine getirmediler, isyanın büyümesini kolaylaştırdılar ve bu suretle tahtta değişiklik vuku bulmasına sebep oldular.
Davanın neticesi de şu oluyordu: “Biz veliahdın tahta çıkmasını istememiş olsaydık cebeciler ayaklanır ayaklanmaz silaha sarılırdık o iki yüz kişilik kalabalığı darmadağın ederdik, elebaşlarını öldürürdük, fitneyi daha başlangıçta bastırırdık. Lakin veliahdın cülusuna taraftar olduğumuz için isyana karşı kayıtsız kaldık. İki yüz kişinin seksen-doksan bin kişilik bir ordu olmasına göz yumduk. O hâlde yeni padişahımız, tahta çıkmalarını herkesten ve her şeyden önce bize borçludur. Bu borcu gönül rızasıyla ödemelidir yoksa yapacağımızı biz biliriz!”
Ahlaksız muhitlerde fitne, salgın hastalığa benzer. Çarçabuk yayılır. Bostancıların ayaklanması da genişlemek istidadını gösteriyordu ve saraydaki başka ocakların onlara iltihak etmeleri kuvvetle muhtemel görünüyordu, öyle de olmasa harem ağalarının, has odalıların, kapıcıların bostancı takımına karşı koymaları ve onların hücumundan padişahı korumaları mümkün değildi. Çünkü bostancılar hem kalabalıktı hem silah kullanmakta mahirdi.
Padişahın