Asi Ruhlar. Halil Cibran
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Asi Ruhlar - Halil Cibran страница
Cibran’ın çizimleri ilk defa 1904’te Boston’daki Day’s stüdyosunda sergilendi ve ilk Arapça kitabı 1905 yılında New York’ta yayımlandı. Halil Cibran yeni tanıştığı yardımsever Mary Haskell’in maddi desteğiyle 1908 ile 1910 yılları arasında Paris’te sanat bölümünü bitirdi. Fransa’dayken Jön Türk Devrimi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’ndaki isyana destek veren Suriyeli siyasi mütefekkirler ile tanıştı. Cibran’ın Antiklerikalizm ideolojisi içeren bazı yazıları Osmanlı yetkilileri tarafından yasaklandı.
Düşünceleri ve eserleri ile tüm dünyada geniş yankı uyandırdı. Şiirleri yirmiden fazla dile çevrilen yazar, aynı zamanda başarılı bir ressamdı. Hem kalemini hem de fırçasını ustalıkla kullanan Cibran’ın bazı resimleri günümüzde pek çok yerde sergilenmeye devam etmektedir. Hayatının yaklaşık son yirmi yılını ABD’de geçiren yazar, 10 Nisan 1931’de vefatına kadar eserlerini İngilizce yazmıştır.
Kırık Kanatlar, Haberci, Gezgin, Deli, Ermiş, Ermişin Bahçesi, İnsanoğlu İsa, Sözler, Dünya Tanrıları, Asi Ruhlar, Kum ve Köpük Avare, Gönül Sırları, Aforizmalar, Tanrı Elçisi, Lazarus ve Aziz Dostu&Haberci, Sus Kalbim.
Yasemin Başaran, 14 Nisan 1999 tarihinde Ankara’da dünyaya geldi. İlkokul ve ortaokulu Yenikent’te tamamladı, lise öğrenimine Ufuk Arslan Anadolu Lisesinde devam etti. Lisede dil bölümünde okudu. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Mütercim Tercümanlık (Arapça) Bölümünden 2022 yazında mezun oldu. Üniversite hayatı boyunca çeşitli faaliyetlerde yer aldı ve stajını bir çeviri bürosunda yaptı.
Özümü kucaklayan ruha, kalbime acısını döken yüreğe, duygularımın meşalesini yakan ele bu kitabı takdim ederim.
VERDE HANIM
Bir genç kızı seven, onu hayat arkadaşı olarak seçen, alın terini, sevgisini ayaklarının altına seren, bütün emeğinin meyvesini ve gayretinin kazancını ona sunan ancak birden, gece gündüz mücadele ederek kalbini kazanmaya çalıştığı kadının; sevginin sırlarıyla mutlu olmak, duygularından faydalanmak için kalbini bir başka erkeğe karşılıksız verdiğini gören bahtsız bir adam! Kendisini mal mülk ve hediyelere boğan, onurla, samimiyetle giydiren ancak sevginin ateşiyle kalbine dokunamayan, Tanrı’nın bir erkeğin gözlerinden bir kadının kalbine akıttığı şarapla ruhunu doyuramayan bir adamın evinde gençlik gafletinden uyanan, bahtsız bir kadın!
Raşit Numan Bey’i gençliğimden beri tanırdım. Beyrut’ta doğup büyümüş bir Lübnanlıydı. Geçmiş zaferlerin anısını koruyan köklü ve zengin bir aileden gelmekteydi. Atalarının asaletini gösteren olayları, onların yaşam tarzını, inançlarını, geleneklerini yaşatarak Doğu’nun semasında kuş sürüsü gibi süzülen Batı gelenek ve modasını taklit etmeye kendini adamış biriydi. Raşit Bey, temiz kalpli ve asil bir karaktere sahipti. Ancak birçok Suriyeli gibi olayların ötesiyle ilgilenmez, yüzeysel şeylerle ilgilenir ve kalbinin sesine kulak vermez, aksine çevresinden gelen sesleri dinleyerek duygularını meşgul ederdi. Var olmanın gerçekliğini anlamak yerine, hayatın sırlarına karşı kör eden aldatıcı zevklerle oyalanırdı. İnsanlara olan sevgisini, nefretini çabucak gösteren sonra da bağışlamak yerine pişmanlığın alay ve eğlence konusu olduğu bir ortamda, iş işten geçtikten sonra pişman olan adamlardandı. Tüm bunlar, evlilik hayatını bir nimete dönüştüren gerçek aşkın gölgesinde kendi ruhunu kucaklamadan önce Raşit Numan Bey’i Verde Hanım’a yakınlaştıran ahlaki özelliklerdi.
Birkaç yıl Beyrut’ta yoktum. Geri döndüğümde Raşit Numan Bey’i ziyaret ettim. Onu solgun ve zayıflamış buldum. Kederli yüzündeki gözlerinden çıkan acı dolu bakışlar ve göğsündeki baskıyla, ruhunun derin üzüntüsü hakkında sakince konuşuyordu. Çevresindekilere sordum, zayıf düşmesinin ve keyifsizliğinin sebebini bulamadım. En sonunda dayanamayıp kendisine sordum:
“Ne oldu sana be adam? Yüzüne bir kıvılcım gibi yayılan neşen nerede? Gençliğindeki o neşe nereye gitti? Ölüm sevgili bir dostunu elinden mi aldı? Yoksa aydınlık günlerde biriktirdiğin servetini kara geceler mi çaldı? Söyle bana, bedenini zayıf düşüren, ruhunu kucaklayan bu keder de ne?” Sanki güzel günlerde yaşadığı anıları canlandırmışım gibi üzüntüyle baktı. Sonra çaresizlik ve umutsuzluk dolu, titreyen bir sesle yanıtladı beni:
“Bir insan çok sevdiği bir dostunu kaybederse etrafına dönüp şöyle bir baktığında birçok dost bulur, sabreder ve teselli bulur. Bir insan servetini kaybederse durup biraz düşündüğünde mal kazanacak çabayı kendisinde bulur, kaybettiği malı geri kazanır ve olanları unutur. Ancak bir insan kalbinin huzurunu kaybederse onu nerede bulabilir ve yerine ne koyabilir? Ölüm elini uzatıp seni sertçe tokatladığında acı çekersin. Fakat bir gün bile geçmeden yaşamın narin parmaklarının yumuşak dokunuşlarını tekrar hissettiğinde, gülümser ve neşene kavuşursun. Kader ansızın karşına çıkıp korkunç yuvarlak gözlerini üzerine diker, keskin tırnaklarıyla boğazına yapışır, seni yerlere serer ve demirden ayaklarıyla çiğner, sonra güler ve yürüyüp gider. Çok geçmeden pişmanlıkla geri döner, affetmeni ister. İpeksi elleriyle seni kendine çeker ve senin için umudun şarkısını söyleyip kurtarır seni. Sen hayallerine tutunmuş umutlarınla yaşarken sayısız talihsizlikler, acı dolu dertler, gece hayaletleri gibi üzerine çöker ve güneşin doğuşuyla yok olur. Fakat bu dünyadaki nasibin sevdiğin bir kuşsa onu yüreğindeki tohumlarla besler, göz bebeğindeki ışıkla sularsın. Göğsünü kafes, ruhunu yuva yaparsın. Sen kuşunla ilgilenip aydınlık ruhunla tüylerini okşarken onun ellerinden kaçıp bulutların üzerinde süzülerek uçtuğunu, başka bir kafese konduğunu ve bir daha geri gelmediğini gördüğünde ne yaparsın be adam? Söyle bana, ne yaparsın, sabır ve teselliyi nerede bulursun? Umutlarını, düşlerini nasıl yaşatırsın?” Raşit Bey acı içinde boğuk bir sesle son sözlerini söyledikten sonra rüzgârdaki bir kamış gibi titreyerek ayaklarının üzerinde durdu. Kasılmış parmaklarıyla bir şeyi yakalayarak parçalamak ister gibi ellerini öne uzattı. Kan yüzüne fırlamış ve buruşuk tenini koyu bir renge boyamıştı. Gözleri büyümüş, göz kapakları donmuştu. Sanki kendisini öldürmek isteyen bir iblis görmüş gibi kısa bir süre dalmıştı. Sonra mimikleri hızla değişmiş, zayıf bedenindeki öfke ve hiddet acıya dönüşmüştü. Bana baktı ve gözyaşları içinde:
“O kadın, yoksulluk ve kölelikten çekip kurtardığım, bütün varımı yoğumu adadığım, paha biçilmez mücevherler, güzel elbiseler, takılarla, at arabalarıyla sayemde bütün kadınların kıskandığı o kadın!.. Tüm kalbimle sevdiğim, duygularımı ayaklarının altına serdiğim, ruhumu verdiğim ve hediyelere boğduğum o kadın!.. Bir dost, sadık bir hayat arkadaşı ve vefalı bir koca olduğum o kadın bana ihanet etti. Beni terk etti. Birlikte yoksulluğun gölgesinde yaşamak, utançla yoğrulmuş ekmekten yemek, utanç ve günahla karıştırılmış sudan içmek için başka bir adamın evine gitti. Sevdiğim kadın, yüreğimdeki tohumlarla beslediğim, göz bebeğimdeki ışıkla suladığım, onun için göğsümü kafes, ruhumu da yuva yaptığım kadın elimden gitti. Dikenli dallarla örülmüş başka bir kafese uçtu, diken ve böcek yemek için, zehir içmek için… Tutkumun ve aşkımın cennetinde yaşayan o melek şimdi bana, günahlarımın bedelini ödemem, suçlarımın acısını çekmem için beni yalnız bırakmış korkunç bir şeytan gibi görünüyor.” dedi. Kendini gizlemek istercesine yüzünü avuçlarının arasına alarak sustu. Derin bir iç çekerek: “Bütün söyleyebileceğim bu. Artık bana daha fazlasını sorma. Başıma gelen bu musibeti insanlara anlatma. Bırak dilsiz kalsın. Kim bilir belki sessizce büyüyerek beni öldürür ve huzura