Hacı Murat. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Hacı Murat - Лев Толстой страница 5
“Evet. Bölükteki askerler de daha uyumamıştı, onları doğrudan komutana götürdüler.
Ayrıca bir şey diyeyim mi, bu kabak kafalılar gerçekten iyi çocuklar!” dedi Avdeyev ve konuşmaya devam etti. “Evet, gerçekten. Onlarla konuşmaya başladım!”
“Hem de ne konuşursun ya!” dedi Nikitin, homurdanarak.
“Gerçekten, doğru söylüyorum; tıpkı Ruslar gibiler. Onlardan biri evliydi. ‘Maruşka6 bar?’ dedim. ‘Bar.’7 dedi. ‘Barançuk8 bar?’ dedim. ‘Bar, çok.’ dedi. ‘Çift mi?’ dedim. ‘Çift.’ dedi. Öyle güzel konuştuk ki. Gerçekten çok iyi adamlar!”
“Çok iyi!” dedi Nikitin. “Sıkıysa onunla tenha bir yerde karşılaş da görelim kaçıp kaçmayacağını!”
“Sanırım çok geçmeden hava aydınlanacak.” dedi Panov.
“Evet, yıldızlar kaybolmaya yüz tuttu.” dedi Avdeyev, oturup rahatladı.
Ve askerler yine sustu.
III
Kışlaların ve asker lojmanlarının pencereleri uzun zamandır karanlıktı ama kalenin en iyi evinin pencereleri hâlâ ışıl ışıldı. Evde Ordu Başkomutanı’nın oğlu olan, Kurinskiy Alayı Komutanı Prens Semyon Mihayloviç Vorontsov yaşıyordu. Vorontsov’un karısı, Petersburg’un sayılı güzellerinden Marya Vasilyevna, küçük Kafkas kalesinde daha önce hiç kimsenin yaşamadığından daha büyük bir lüks içerisinde yaşıyordu. Ancak Vorontsov’a ve özellikle karısına bu durumu soracak olsanız, çok mütevazı bir yaşam sürmekle kalmıyor, aynı zamanda yoksunluklarla dolu bir hayatları olduğunu iddia ediyorlardı. Diğer taraftan bu yörenin sakinleri ise onların eşi benzeri olmayan görkemli yaşantılarını şaşkınlık içerisinde seyrediyorlardı.
Tam şimdi, gece yarısı, ev sahibi ile sahibesi; halı kaplı zemini ve pencerelerine zengin perdeleri çekilmiş geniş oturma odasında, dört mumla aydınlatılan bir iskambil masasında, ziyaretçileriyle kâğıt oynuyorlardı. Oyunculardan biri, sarışın, uzun yüzlü, nişanlarını ve altın saray apoletlerini üzerinde taşıyan, ev sahibi Albay Vorontsov idi. Ona eşlik eden diğer oyuncu ise, Prenses Vorontsov’un ilk kocasından olan oğlunun öğretmeni, son zamanlarda Kafkasya’ya göndermiş olduğu, Petersburg Üniversitesi mezunu, asık suratlı, genç delikanlıydı. Onlara karşı iki subay oynuyordu; bunlardan biri geniş, al yanaklı, muhafız kıtasından taşraya gelen Bölük Komutanı Poltoratskiy, diğeri ise yakışıklı yüzünde soğuk bir ifadeyle sandalyesinde dimdik oturan alay yaveriydi.
İri yapılı, iri gözlü, kara kaşlı bir güzel olan Prenses Marya Vasilyevna; Poltoratskiy’in yanına oturdu, kabarık iç eteğine giymiş olduğu tarlatan ayağını hareket ettirdikçe dizlerine değerken o, elindeki kartlarına bakıyordu. Sözlerinde, bakışlarında, gülümsemesinde, parfümünde ve vücudunun her hareketinde, Poltoratskiy’i kendi varlığının dışında her şeyden habersiz hâle getiren bir şey vardı ve o, partnerinin öfkesini daha çok sınayarak, hata üstüne hata yapıyor, böylece oyun eşini kudurtuyordu.
“Hayır… Bu çok kötü! Yine bir ası boşa harcadın.” diye söylendi Poltoratskiy’in ası attığını gören yaver, öfkeden kıpkırmızı kesilerek. Poltoratskiy, sanki uykudan yeni uyanmış gibi ne olduğunu anlayamadan birbirinden ayrık iri, tatlı bakışlı gözlerini öfkeli yavere çevirdi.
Marya Vasilyevna ona gülümseyerek, “Ah, onu bağışlayın!” dedi. Poltoratskiy’e dönerek devam etti: “Size söylemiştim ya.” diyerek ekledi.
Poltoratskiy gülümseyerek, “Ama bana söylediğiniz bu değildi.” diye karşılık verdi.
“Öyle değil miydi?” diye tatlı bir gülümsemeyle sordu Marya Vasilyevna.
Bu gülümseme Poltoratskiy’i o kadar heyecanlandıran ve sevindiren bir gülümseme oldu ki yüzü âdeta kıpkırmızı kesildi ve kartları hızlıca kaparak karmaya başladı.
“Kartları karma sırası sende değil.” dedi yaver, sert bir tavırla ve sanki bir an evvel elinden atmak istermiş gibi yüzüklü beyaz eliyle kâğıtları dağıtmaya başladı. Prens’in uşağı misafir odasına girdi ve nöbetçinin onunla konuşmak istediğini haber verdi.
“Affedersiniz beyler.” dedi Prens, Rusçayı İngiliz aksanıyla konuşuyordu. “Benim yerimi alır mısın, Marya?”
“Bunu kabul ediyor musunuz beyler?” diye sordu Prenses, hızla ve hafifçe doğrulduğu sırada ipek elbisesini hışırdatarak, mutlu bir kadının ışıltılı gülümsemesiyle beylere baktı.
“Her zaman, her şeyi kabul ederim.” diye cevapladı, karşısına oyunun acemisi olan Prenses’in geçişine sevinen yaver. Poltoratskiy sadece ellerini iki yana açıp gülümsemekle yetindi. Prens, heyecanlı ve açıkçası çok memnun bir şekilde misafir odasına döndüğünde oyun neredeyse bitmişti.
“Ne öneriyorum biliyor musun?”
“Ne?”
“Birer şampanya içelim.”
Poltoratskiy, “Buna her zaman hazırım.” dedi.
“Neden? Memnun olacağımız bir durum mu var?” diye sordu yaver.
“Getir, Vasiliy!” dedi Prens hemen.
“Seni ne için çağırmışlar?” diye sordu Marya Vasilyevna.
“Nöbetçi ile birlikte bir adam geldi.”
“Kimmiş? Ne dedi?” diye sordu büyük bir merakla Marya Vasilyevna.
Vorontsov omuz silkerek, “Söylememeliyim.” dedi.
“Söylememelisin öyle mi!” diye tekrarladı Marya Vasilyevna, kinayeli bir tavırla. “Göreceğiz bakalım.”
Şampanya getirildiğinde, ziyaretçilerin her biri birer kadeh içti ve oyunu bitirip hesapları kapattıktan sonra ayrılmaya başladılar.
“Yarın ormana sizin bölüğünüz mü gidiyor?” diye sordu Prens, Poltoratskiy’e veda ederken.
“Evet, neden?”
Prens hafifçe gülümseyerek, “O zaman yarın buluşuruz.” dedi.
Poltoratskiy, Vorontsov’un kendisine ne demek istediğini tam olarak anlamamış olmasına rağmen bir dakika sonra Marya Vasilyevna’nın elini sıkacağı düşüncesiyle meşgul olarak, “Çok memnun oldum.” diye cevapladı. Marya Vasilyevna, alışkın olduğu biçimde elini kuvvetlice sıkmakla yetinmemiş, bu sefer hızlı hızlı sallayarak az önce karoyu atmakla yaptığı hatayı ona anımsatmıştı. Poltoratskiy, bunu söylediği andaki gülümsemesini de çok tatlı, sevimli ve anlamlı bularak, kendinden geçmiş bir hâlde eve gitti.
Ancak eve döndüğünde içi sevinçli bir heyecanla
6
Kadın, eş. (e.n.)
7
Var. (e.n.)
8
Çocuk. (e.n.)