Yaban Gülü. Güzide Sabri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yaban Gülü - Güzide Sabri страница 8
Rahmi gülerek:
“Nasıl bizim kayınbirader, şık değil mi?” diye soruyordu.
“Fevkalade efendim…”
Rahmi gülmesinde devam ederek:
“Moda meraklısı.” diyordu. “Yalnız güzel giyinmek, şık görünmek sureti ile salonları süslemekten başka meziyetleri olmayanlardan.” Feridun kahkahaları arasında cevap veriyordu:
“Ne çare ki bazı yerlerde bizden daha fazla aranıyor.”
Rahmi Bey omuzlarını silkerek:
“Adam sen de…” diye söyleniyordu.
Feridun, bugün saadetine engel olan, bu süslü beye kızmaya başlamıştı. Onun varlığı bugünkü hususiyetlerini bozacaktı. Bir haftadan beri beklediği bugünün böyle ziyan oluşuna canı pek sıkılıyordu. İçeri girdikleri zaman Leyla, kendisine vadettiği piyanoyu Cemal’in yanında çalmak istemediği gibi salonda bile pek az oturmuştu; genç kız onun soğuk, bayağı tavırlarından, manasız cümlelerindan, yılışık bakışlarından uzaklaşmak lüzumunu duyuyordu.
Feridun akşam konağa döndüğü zaman annesini biraz düşünceli buldu. Kadın şikâyet eder gibi:
“Ne kadar geç kaldın. Bütün gün yalıda mı oturdun?” dedi.
Sonra anneliğin en şefkatli bakışları ile derin derin süzdü. Feridun’un yüzü belli olacak kadar zayıflamış, rengi solgun, yorgun ve cansız bakışları ise ızdırap çekmiş olduğunu anlatıyordu. Hanımefendi endişeli bir tavırla sordu:
“Feridun, seni biraz rahatsız görüyorum. Nen var?”
Genç adam annesinin ellerini öperek güldü ve:
“Hiçbir şeyim yok anneciğim, yalnız uykusuzluk ve yorgunluk…” dedi.
“Uykusuzluk mu, niçin uyumadın?”
“Niçin uyumadığımı ben de bilmiyorum.”
“Tuhaf şey, bir kederin mi var?”
“Hayır, keder de değil. Mamafih sevinç de değil, endişe, hem tatlı hem biraz üzüntülü.”
“Sözlerinde belirsizlik var, bir şey anlayamıyorum.”
Feridun önüne bakıyordu. Bu gece her şeyi annesine söylemeye karar vermişti. Hanımefendi ise garip bir korku ile oğlunun hislerini derinleştirmeye cesaret edemiyordu. Her ikisi de bir sessizliğin ağırlığı altında kalmış gibi sustular. Bir aralık Feridun başını kaldırdı ve annesine baktı:
“Bu gece sizde tuhaf bir hâl var.” dedi. “Benimle hiç görüşmek istemiyorsunuz, hâlbuki benim sizin o şefkatli sözlerinize o kadar ihtiyacım var ki…”
Hanımefendi dudaklarında beliren tatlı bir tebessümle:
“Bilakis seninle çok konuşmak istiyorum da vakit bulamadığım için susmaya mecbur oluyorum. Her vakit yanınızda değil miyim anneciğim?”
“Allah eksik etmesin. Her vakit yanımdasın fakat sana söylemek istediğim sözler biraz mühim. Daha doğrusu hayatın en ciddi meselelerine ait olduğu için müsait ve münasip bir zaman bekliyordum.”
Feridun, heyecan ve hayretle annesine baktı:
“Ne demek istediğinizi anlayamadığım için af buyurunuz.”
Hanımefendi koltuğuna yaslanarak oğluna hükmeden bir nazarla bakıyordu. Vakur ve ağır bir ses ile:
“Feridun…” dedi. “Sen artık yirmi altı yaşını bitirmek üzere olduğunu biliyor musun? Annelerin birtakım düşünceleri ve vazifeleri vardır ki evlatlarının mesut olmalarını, rahat etmelerini düşünmekle beraber bundan aynı zamanda kendilerine de bir pay çıkarmak isterler. Artık bu yalnızlık içinde geçen hayattan usandım. Bu koca konağın sessiz salonlarını neşeli sesleri ile dolduracak minimini yavrular bekliyorum. Zannederim ki beni bundan mahrum etmezsin…”
Feridun ümitle parlayan gözlerini önüne doğru çevirdi. Tatlı bir ses ve hürmetle:
“Yüksek şefkatinizin en açık delili, mesut olmam için göstermiş olduğunuz arzudur. Emrinizi, arzunuzu yerine getirmek benim için tatlı bir vazifedir.” dedi.
Hanımefendi memnun ve neşeli bir tavırla:
“Günlerce, gecelerce hatta senelerce fikrim hep, sana zevce olmaya layık, insani meziyetleri kendinde toplayan, fikren yüksek fakat servet ve asalet hususunda birbirimizin üstü olmak şart!”
Feridun’un başı gayriihtiyari elleri arasına düştü. Eyvah! Ümitlerinin boşa çıkması ihtimali karşısında şimdi titriyordu. Hanımefendi dikkatle Feridun’a bakarak devam etti:
“Talihim bu hususta bana o kadar yardım etti ki zannedersem güzel seçimimi sen de takdir edeceksin. Pek ünlü bir ailenin tek bir kızı. Sonra yüksek bir tahsil, mükemmel bir terbiye, emsalsiz bir güzellik, nihayetsiz bir servet…”
Feridun yeis dolu bir ifade ile annesine baktı. Kadın, bu bakıştan ürktüğünü ima eder bir endişe ile hafifçe davranarak:
“Nasıl? Memnun oldun mu?” diye sordu. Genç adam titrek ve kesik bir sesle:
“Ben hiç böyle düşünmemiştim.” dedi. “Servet, asalet… Bunların bence katiyen bir ehemmiyeti yok. Çünkü saadetini bir ücret karşılığında satın almak fikrinde olanlardan değilim. Fakir bir kızla izdivacımın beni daha mesut edeceğine emin olunuz. Onun temiz vicdanına sahip olmak, bence en büyük zenginlik demektir. Aksi hâlde ise bir müddet daha yalnız yaşamaya mecbur olacağım.”
Kadın biraz hiddetle bağırdı:
“Ne söylüyorsun? Allah’ını seversen, fikrini ne çabuk da değiştirdin? Bu sözlerin ile ne derece müteessir olduğumu düşünmüyor musun?”
“Fakat anneciğim, düşününüz…”
“Ne demek istiyorsun, canım? Meramını açık söyle, bunu reddetmek için bir bahane bul. Yoksa fakir, asaletten mahrum bir kızı buraya gelin sıfatı ile almayacağımı sen de bilirsin.”
“O hâlde ümidimi, istikbalimi ellerinizle harap ediyorsunuz, beni bedbaht ve perişan edip bırakıyorsunuz.”
Kadın