Yol Romanı. Tuncay İrade
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yol Romanı - Tuncay İrade страница 4
–Canını sıkma, bir yer bulunur elbet.
–Evde kalamıyorum, duvarlar üstüme üstüme geliyor.
–Canını sıkma dedim.
–Sıkılıyorum, rahatsız oluyorum…
…Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği Nevruz’u kutluyor. Büyükelçiliğin ziyafet salonunda bulunan davetlilerin çoğu tanıdık. Herkesle birkaç kelime sohbet ederek vakit geçiriyorum. Kafamı meşgul eden ise bayram tatili. Gitmek, kaçmak, buralardan bir müddetliğine de olsa uzaklaşmak istiyorum… Ve birden fısıltıyla:
–Yarın Kıbrıs’a uçuyoruz, biletleri aldım.
Gözlerine bakıyorum, galiba doğru söylüyor.
–Kıbrıs’a? Hazırlık yapmamız gerekiyor ama.
–Ne hazırlanması be, hiçbir şey almana izin vermeyeceğim. Küçücük bir çanta o kadar.
–Hmm… (Sen öyle düşün, ben küçücük bir çanta ile tatile mi çıkarım. Aman ne güzel sürpriz oldu… Ahh, beyim madem böyle maharetiniz vardı neden şu geçen otuz yılda göstermediniz?!) Peki, gideriz diyorum, daha doğrusu mırıldanıyorum. Deminden beri kayıtsızlıkla seyrettiğim ziyafetin bayram atmosferi bütün benliğimi sarıyor.
Kıbrıs’a cennet adası diyorlar, ama değil, sevgi adasıdır. Afrodit, Kıbrıs’ta dünyaya gelmiş. Güzellik ve aşk tanrıçası. Orada üzücü olaylar da vuku bulmuş. Otello, Yago, Desdemona… Üzücü olan hiçbir şeyi hatırlamak istemiyorum. Geliyorum ilahem, geliyorum!
İskeleden geçip uçağa ayak basar basmaz bayram tatilini Kıbrıs’ta geçirmek isteyen vatandaşlarımızla ilgili bir problem ortaya çıkıyor. Aynı bilet on, on beş kişiye satılmış. Bir kavga gürültüdür başlıyor (uçak da bir hayli rötar yapıyor), ancak herkes kendine bir yer bulup oturabiliyor. Uçak çarter olduğundan dolayı Kıbrıs hava sahası kendine kapalı, Antalya’ya iniş yapacak sonra gideceğiz. Uçuşlarda da en rahatsız olduğum şey bu tür in-bin işleridir, ancak elden ne gelir, madem iki ayak da obadan aldın katlanacaksın… Yanımda oturan beye bakarsan benim durumum mükemmel. Akil Abbas’ın uçak fobisi ve bu fobiyi alt etmenin de kendine has yolları var. Bu sefer o yolu denemedi. Bir hafta içki ve sigara içmeyeceğine dair söz verdi. Bitişik koltukta oturan Dr. Seyfettin Esat (gazeteci Azer Ayhan’ın kayınpederidir, onlar da ailece bizim uçaktalar) Akil’in heyecanını duyuyor galiba ve bir sohbettir tutturmuş gidiyor. Uçakta bir sürü tanıdık sima var. Bu durumdan hoşnut olduğumu söylersem yalan olur. Seyahatlerde hep bizimkilerden uzak olmaya çalışırım, ancak şimdiye kadar kısmet olmadı. Nereye tatile gidersen git, orada bulunan her yüz kişiden doksanı bizimkiler oluyor. (Bir de bu milletin maddi durumu iyi değil diyorlar). Üstelik gideceğimiz yerde bunlardan başka da var mı bilmiyorum?
…Hostes, “içinizde doktor olan biri varsa arka sıraya doğru gelsin lütfen” diye anons ediyor. Dr. Seyfettin, Hipokrat yeminine uyarak bütün araç gereçleri üzerinde olmak kaydıyla yerinden kalkıp gidiyor. Biraz sonra da dönüp, “Yolculardan birisi fenalaşmış, Antalya havalimanına haber vermişler, belki de oradan hastaneye götürürler!”-diyor.
(Kimin nazarı dokundu acaba? Üstelik orada beni nelerin beklediğini de bilmiyorum.)
Uçak Antalya havalimanına iniyor. Gerçekten ambulans bekliyor ve doktorlar merdivenleri hızla çıkarak uçağa giriyor. Galiba bu vatandaşımız tatile gidemeyecek, doğal olarak ailenin diğer üyeleri de…
Uçak Kıbrıs’a doğru yeniden havalanıyor. Sağ salim varırsam eğer, orada öğretim üyeliği yapan Cavanşir Kuluyev’i arayıp bulacağım. Epey zamandır görüşemedik. Zehir gibi dilinin hatırı için onu bulacağım… İkimiz de akrebiz, birbirimizi iğneleriz.
–Ercan Havalimanı’na inmek üzereyiz lütfen kemerlerinizi bağlayınız. Lefkoşa’da hava…
Uçuşumuz gecikmeleriyle birlikte tahminen beş saat sürdü. Hıı, bir de uyarı –pasaportlara mühür falan vurdurmak gerekmiyor, sizlere Kuzey Kıbrıs’a gelişinizle ilgili bir belge verecekler. Malum-resmî olarak tanınmayan bir ülkeye gider de yolunuz daha sonra Avrupa’ya düşerse, sizi rahatsız emeğe başlıyorlar. Şu Avrupalılar ne sahtekârmış! Orada ne kadar İngiliz gördüğümü biliyor musunuz?
Ercan Havalimanı çok küçük, ancak son derece bakımlı ve temiz. Gümrük ve vize işlerini bitirdikten sonra nihayet açık havaya çıkıyoruz. Birkaç saattir sigaraya hasret kalanlar tellendire tellendire içmeğe başlıyor. Bizleri otellerimize götürecek otobüsler bekliyor, gelip adlarımızı ve gideceğimiz yerleri sorarak öğreniyorlar ve arabalara bindiriyorlar. Bu arada turistleri karşılayan rehberlerden çok farklı olan, uzun boylu ve sarışın birisi toplandığımız yere doğru geliyor:
–Akil Abbas Bey kim?
Aha, beyefendiyi burada da tanıdılar. Rica falan olacak mı acaba? Alçakgönüllülüğü ile de çok meşhur olan Akil Abbas galiba tanınmasından dolayı hiç memnun olmadı, hem de hiç…
–Merhaba Sayın Milletvekili, konaklayacağınız otelin sahibiyim, sizi arabamla götürmeğe geldim. Valizleriniz otobüste kalsın.
Arabaya biniyoruz, karanlık çökmüş, Lefkoşa’dan ayrılıp Girne’ye doğru gidiyoruz. Arabanın direksiyonu sağda, kendimi son derece rahatsız hissediyorum. Karşıdan gelen arabalar şu anda bize çarpacaklar gibi geliyor bana. Kıbrıs, yıllarca İngiltere’nin yönetiminde kalmış, trafik de bundan kaynaklanıyor.
–Kıbrıs’a gelişiniz ilk mi?
–Evet.
–Hava kararmış, ancak istiyorsanız biraz anlatayım. Girne yaklaşık olarak otuz kilometre kadar Lefkoşa’dan uzakta. Kıbrıs’ın gözde tatil beldelerinden birisidir. Sağımızda Beşparmak Dağları uzanıyor, solda ise Akdeniz. Şehrin nüfusu altmış bin kadar. Güzel ve tarihî bir kalesi var, umarım beğenirsiniz.
–Kıbrıslı mısınız?
–Yoo, hayır, ben Türkiye’den gelip buraya yerleştim.
–Memleket neresi?
–İstanbul’da doğup büyüdüm, ancak dedelerim Diyarbakırlıdır.
–Kürt müsünüz?
–“Hayır” diyemem, nesil karışmış. Bir dönem Türkiye’nin içişleri bakanı vardı Abdülkadir Aksu, o benim akrabam.
(Abdülkadir Aksu’yu Ankara’da Tuncay’ın mezuniyet töreninde yakından görme fırsatı yakalamış, konuşmasını da dinlemiştim. Birkaç yıl bakanlık yaptı, aksanı değişmemiş, tertemiz Kürt’tür. Buralarda da “bakan” adı anıldığında büyük önem taşıyor.)
Milletvekili Bora Bey’le siyasi tartışmaya girişiyoruz. Şu “besleme” krizinden, Kıbrıs’la Türkiye arasında oluşan gerginlikten, Ada sakinlerinin maddi durumundan, Türklerle Rumların mücadelesinden, yalnızca askerlerin girebileceği “yasak” şehirden konuşuyoruz. Vay anasını, burada da mı siyaset? İstemiyorum, savaşı da, mücadeleyi de, karmaşayı da kendime yasakladım. Yalnız