Yol Romanı. Tuncay İrade

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yol Romanı - Tuncay İrade страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yol Romanı - Tuncay İrade

Скачать книгу

gazinolarda ise serbest. Buralarda insanların streslerini atmak (kazanmak dolayısıyla mı?) için ortam oluşturulduğundan dolayı bu yasak rafa kaldırılmış. Of, ne güzel…

      Gerçekten güzel bir akşam oldu. Sporcuların içinde de ilginç insanlar var. Masamıza yaklaşarak Rusça hitap eden kızı gördüğümde sanki en yakınım olan birini görüyorum gibi sevinç duyuyorum. Bizlerden biridir, ancak burada yaşıyor.

      …Geceyi alev alev ışık saçarak aydınlatan gazinoların arasından geçerek otelimize yöneliyoruz. Holde oturup sağı solu, “bizimkileri” izliyorum. Gecenin bu saatinde danslar gırla gidiyor. Rio karnavalındaymışım gibi geliyor. İp konusu…

      –Hiç iyi değilim.

      –Odamıza çıkalım.

      O gece ateşimin yükselmesi ve öksürük sebebiyle göz kırpamadım. Sayın…sevgili eşim de sabaha kadar benimle ilgilendi. Uff, ne de özenişli imiş? Benim için bu da yeni bir buluş oldu. İlahem, senin adanda hastalanmak bir başka oluyor! Amanın, galiba putperestliğe meylediyorum…

***

      —Kalk, hava çok güzel. Kahvaltımızı yapıp Lefkoşa’ya gideceğiz.

      –Hiçbir yere gitmek istemiyorum. Kendimi güçsüz hissediyorum.

      –Hayır, kalk bir dışarı çıkalım, durumun düzelir.

      …Apaçık bir hava var, güneş insanı ısıtıyor, içine işliyor. Gidiyoruz… Lefkoşa’ya. Otelden Girne’ye, oradan da Kıbrıs’ın başkentine. Tahminen 30-40 dakikalık uzaklıkta. Kocaman bir meydanın ortasında büyük harflerle yazılan “Cemil Ramadan Meydanı” yazısını şimdi görüyorum. Şoföre;

      –Cemil Ramadan Kim? Savaş kahramanı falan mı? diye soruyorum.

      –Hayır abla, zenginin birisi. Girne’ye büyük meblağlarda bağış yaptı.

      –Aaaa…

      Sen de putperestlikten ürküyorsun. Baksana, insanlar binlerce yıldır altına tapıyorlar. Bu gelenek asla değişmiyor…

      ÜNİVERSİTE

      Bora Bey, Sayın Milletvekili’nin Kıbrıs Turizm Bakanı ile görüşmesini rica etmiş. Önce oraya gidiyoruz. Bakanla görüşecek, sırada başkaları da var. Hangi tv’den olduklarını biliyorum, bizim grupla gelmişler. Ancak pek önemsemedim, doğrusunu isterseniz onlar da beni önemsemediler. Tahmin ediyorum, onlar beni milletvekilinin aksesuarı olarak görüyor. Doğal olarak hazıra konmak çok kolay bir iş… Turizm bakanı konukları içeri davet ediyor. Ben salonda kalıp çay içmeği tercih ediyorum. Gürültülü ve tumturaklı sohbetleri dinleyecek durumda değilim.

      …Lefkoşa’nın eski, tahminen İçerişehir’e benzeyen sokaklarını dolaşarak taksi arıyoruz. Burada taksilerin özel durakları var, onları ancak oralarda bulabilirsiniz. Toplu taşım araçları da yok gibi. Kerbelai1 Muzaffer bizleri Yakın Doğu Üniversitesi’nin kampında bekliyor. Üniversite yerleşkelerini beğeniyorum. Şehir içinde şehir gibiler. Kendi marketleri, kafeleri, otobüsleri, sinemaları, kütüphaneleri, eğlence merkezleri var. 8. binayı soruyoruz. Tanıyan bilen yok. Bu yerleşkenin Lefkoşa’dan büyük olduğu izlenimi oluşuyor.

      ..Hıı, bu da dostumuz, yanında da bir delikanlı.

      –Neden geciktiniz?

      –Taksi bulamıyorduk.

      –Bu delikanlı iş arkadaşımın oğlu, burada okuyor. Deminden beri şikâyetlerini dinliyorum. Pek memnun değil, Bakü’ye dönmek istiyor.

      –Kaçıncı sınıfta okuyor?

      –Birinci.

      –Sebep belli, burada az bulunmuş. Gelecek yıl alışırsın. Benim oğlum da Ankara’da okurken önceleri her gün telefon açar ve “Beni Bakü’ye aldırın.” derdi.

      Çocuğun suratı bir anda allak bullak oluyor. Bizden destek alamadığı için pek memnun olmuyor.

      –Hayır be, hanım, burada ne biçim kavgalar oluyor biliyor musunuz?

      –Gençlerin olduğu her yerde bu tür kavgalar olur. Kimselere karışmayın ve derslerinizle meşgul olun.

      –Okumamıza engel oluyorlar…

      –Cavanşir Kuluyev’i tanıyor musun? Burada öğretim üyesi.

      –Bestekâr mı? Evet, burada öyle birisi var.

      –Telefon bulabilir misin?

      –Araştırırım.

      …Bu genç pek aklıma yatmadı. Kendim bulurum. Öğlen yemeğinin vakti çoktan geçmiş. Çocuk sahilde bir yemekhaneye gitmeği teklif ediyor. Yolda ilerledikçe Girne’ye döndüğümüzü anlıyorum. Buraları tanımaya başladım.

      Sahildeki yemekhane… Hmmm… Hoşlanmıyorum. Yemek listesine bakınca hayrete düşüyorum. Fiyatlar Türkiye’dekilere kıyasla iki, üç kat daha pahalı. Kıbrıs genelde pahalı.

      Ne fiyatlara, ne de şu fukara yemekhaneye bakma. Denize bak! Deniz muhteşem, beyaz köpüklerle sahile vuruyor. Tanrıça burada!

      …Muzaffer gayrimemnun arkadaşıyla kendi mekânına geri dönüyor. Yerini bulup bulamayacağı konusu ise belirsiz.

      HÜRREM SULTAN’IN YÜZÜĞÜ

      Biz de Girne’de biraz dolaşmaya karar verdik. Sahilden yukarı doğru gidiyoruz. Burası sokak ticaretinin en yoğun yaşandığı yer, ancak görünüşü son derece yoksul. Eski görünüme sahip iki, üç katlı binalar Yunan mimarisinin güzelliğini yansıtıyor. Şimdi bir tane bile Rum bulamazsınız, ancak taşlar onları anımsatıyor. Hediyelik eşya satanlara yaklaşıp göz gezdiriyorum:

      –Sizlerde Afrodit heykelciği bulunur mu?

      Bir şey anlamamış gibi yüzüme bakıyorlar. İşe bak be, Hanım’ın vatanında onu tanımıyorlar, ama başka şeyler de gördüm. Kuyumcuların vitrinlerinde büyük harflerle yazılan levhalar dikkatimi çekiyor. Hemen hemen her adımda onları görebilirsiniz. Tebessüm ediyorum. Birinin karşısında duruyorum.

      –Ne oldu, orada ne var?

      –Bak bakalım ne yazmışlar?

      –Ne, nerede, bunu mu diyorsun?

      “Hürrem Sultan’ın yüzüğü geldi”.

      –Görüyor musun, giyim kuşamını güzelleştirmişler. Kendini haremin bir üyesi olarak hissetmek isteyen kadınları baştan çıkarmak için güzel bir reklam.

      –Sana da alayım mı?

      –Hayır canım, benim o tür hayallerim yok. O yüzük ne seni Süleyman, ne de beni Hürrem yapar. Bu tarafa gel…

***

      Otelin holünde kavga olmuş. Bu da ne? Otello’nun gölgesi mi buralarda geziniyor ne? Destemona’nın

Скачать книгу


<p>1</p>

Kerbela şehrini ziyaret edenlerin adına eklenen bir hitap şekli.