Kızıl Cebe. Murtaza Şerhan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızıl Cebe - Murtaza Şerhan страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kızıl Cebe - Murtaza Şerhan

Скачать книгу

yiğidim, genç eşinin yanına gitmek için acele ediyorsun, demek?! Sabret, işimiz daha bitmedi. Atından in artık.

      – İşim bitmedi mi, beyim? Olacak oldu. Bundan ötesi sizin bileceğiniz iş. Nihayetinde iki dağ arasında sinek ölmesin. Benim getirdiğimi kimseye sezdirme, beyim. Verilen söze Allah şahittir.

      – Eskiden böyle kararsız değildin, sen de ödlekleşmeye mi başladın, yiğidim. Bu Tukımbay köpeğine yapılan eziyetin başlangıcı. Artık onu hepten beter etmemiz gerek.

      – Artık ne kaldı, beyim? Alacağını almadın mı? Kızıl Cebe’yi elde ettin. Fakat nasıl saklayacaksın bakalım. Sıradan bir at değil. Ünü var.

      – Bu yüzden de bu yaratığı ortadan kaldırmak gerekiyor. Göze batan siğil, canavar. Artık Tukımbay’a da yok, bana da yok. Peşindekilerin gelmesi an meselesi. Tez attan in, yiğidim. Tez boğazlayıver, at suratlı cini! diye bolıs Şolak Şabdar’ın dizgininden tuttu.

      Rıskul dizgini kendine doğru çekti. Şolak’ın kafasını yukarı doğru kaldırdı. Kızıl Cebe homurdanarak kulağını kabarttı. Bolıs hızlıca Kızıl Cebe’nin yularını tuttu.

      – Bu söylediğin insanoğlunun ağzından çıkacak söz değil bolıs. Uykulu söylemiş olmalısın. Aklı başında olan asil bir atı kesmeye nasıl kıyar? Kan istiyorsan onun yerine beni kes! Ne dediğini kulakların duyuyor mu?

      Rıskul söylenenler karşısında inanıp inanmayacağına şaşa kaldı. Bu dünyaya asil olan çok nadir gelir. Bu kocaman dağlar taştan ibaret. Altın varsa, o da ufak bir parçadır. Kızıl Cebe gibi asil soylu bir at, bu halkın kaderinde dünyaya bir daha gelir mi, gelmez mi bilinmez. Kıskançlık ve hasetlik denilen hastalık insanı doğru yoldan saptırır. Kıskançlık ve hasetlik kötü niyetten doğar. Adil olan kimse hak yemez, hasetlik etmez. Rakiplerin başındaki beyinler zehre dönüşür. Zehirli beyinden kavga çıkar.

      – Makaş! diye haykırdı bolıs. Komşu küçük evden:

      – Efendim! diye aceleyle cevap veren gür bir ses geldi. Bolısın tekrar çağırmasını beklemeden Makaş’ın evinin kapısı birdenbire açıldı. Gözlerini yumruklarıyla ovuşturarak koşup çıkan Makaş Rıskul’a selam vermedi. Üstündekilerle yatmış olmalıydı.

      Rıskul kötü bir şeyin yaşanacağını anladı artık.

      – Gözünü seveyim ağam. Bir Allah’tan, bir de Kambar Ata’dan korkun. İnsan olanın eli varmaz, bu yaptığınız suçtur! diyerek, Rıskul yalvarmayı da denedi.

      Bolısın çekik gözlerinde ayın yansıması tıraş bıçağının yüzü gibi parlayarak, öfke saçıyordu:

      – Boş konuşma, aklını başına devşir. Boşuna duracağına şu Makaş’a yardım et. Çabuk! Çabuk! Tan ağaracak şimdi.

      – O halde ben, bu yüzkarası marifetini tüm dünyaya yayacağım. Bu katlanacağım bir iş değil! Rıskul atına çevik bir şekilde binip, Kızıl Cebe’nin yularına elini uzattı. Ancak Makaş eline vurdu.

      – Yayarsın, tabi zavallı! Yay da gör! Ağzından bir çıkar, dilini söker atarım.

      Tukımbay’ın yüğrüğünü çalıp getiren sen misin, ben miyim? Buna da aklın ermedi mi, nerede öleceğini bilmeyen ahmak!

      Bu söz Rıskul’un iki ciğerini de delip geçen oktan da beterdi. Sinirli, yarım akıllı Makaş da seslendi:

      – Anasını… Serseri, beyime karşı çıkacak kimsin sen? Haddini bil, diye Kızıl Cebe’nin boynuna kıldan bir kement geçirip, evin dışındaki kısa çalılara doğru yöneldi.

      Rıskul zamanı harcadığına pişman oldu. Az önce yüğrüğün yularını çözüp birkaç kez kırbaçlasaydı, hayvan kaçıp kurtulurdu.

      – Hey! Saymasay, dön bu yoldan. Tüm at soyunun bedduasını alırsın.

      Atın sultanını keseceğine, işte, benim kanıma doy, diye Rıskul atından atlayıp bolısın ayağına yıkılır gibi oldu. Çıkan gürültüye çobanlar da, kısa sarı Tavbay da gelmişti. Adamlarının sayısının çoğalmasından güç alan bolıs Rıskul’un omzuna bir tekme attı. Rıskul yerinden kalkar kalkmaz bolısın yüzüne dik dik baktı. Bolısın yüzü sanki alev saçılıyordu. Merhametten zerre iz kalmamıştı. İçi boş, kör olmuştu. Muhtemelen kalpsizdi.

      – Haddini bil, Rıskul! Seni hapiste çürütür, geride kalan Şilmembet soyunun tozunu alır, küllerini saçar, avare ederim. Dilini ısır, dişinin arasından çıkmasın, anladın mı?

      İnatçı bolısın top sakalı kabardı. Artık bundan hayır gelmez.

      “Gününe doksan dokuz türlü bela görsen dahi Allah’tan hiçbir zaman umudunu kesme” diye başlayan şiiri Rıskul her zaman Kur’an ayeti gibi tekrarlardı. Şu bolıstan halen umudunu kesmemişti, başka bir çare önerdi:

      – Beyim, boğazlatma. Ben bu atı öldürmeden ortadan kaybedeyim. Şu gördüğün dağın içlerinde ıssız yerler var. Kızıl Cebe’yi orada saklayayım. Hatta istemiyorsan Kırgız tarafına geçireyim, Olmadı, Hokand’a süreyim. Sonuçta Tukımbay’ın bulamaması senin için yeterli değil miydi? Kabul ediyor musun beyim? Sözüme kulak ver.

      Bolıs kızgın halde bir süre dikildikten sonra:

      – Hayır! diye başını sertçe salladı. Bu iblisten yaratılmış yüğrüğün namı yerin dibinden de duyulur. Bunu canlı bırakamayız. Ortadan kaldırmak tek yol, ancak böyle kurtuluruz. Çözüm bu işte. Hey, albastı26 gibi ne dikiliyorsunuz öyle! Git, Makaş’a yardım et. Çabuk halledin! Bolısın adamları birden yerlerinden fırladılar. Rıskul’un atına atlamasından şüphelenen bolıs:

      – Hey, hazır olun! diye haykırdı.

      Rıskul Şolak’ı mahmuzlayıp, kısa çalılar arasındaki açık alana hızla ulaşıp, Kızıl Cebe’nin sağrısına kamçısını indirdi. At yerinde zıplayarak, şaha kalkıp hızlandı. Fakat Makaş’ın elinde tuttuğu kıldan yapılan kemendin ipi hayvanın gırtlağını sıkınca tekrar dört ayağının üzerine indi. Rıskul yulara tekrar asılınca sağ omuzu kopmuşçasına vücudu halsizleşip, takatsiz atından düştü.

      Tavbay’ın onun başına vurmak için salladığı salıncak direği omzuna isabet etmişti. Birçok çetin çarpışmada beş altı kişinin vurduğu sopalardan sağ salim kurtulan Rıskul, bu sefer aniden yere yığılmıştı.

      – Bağlayın it oğlu iti! dedi koşarak gelen bolıs adamlarına. Kazak’ta ne bol, ip çok. Kısa sürede Rıskul’un kolunu ayağını sımsıkı kıl iplerle bağladılar. Direğin isabet ettiği omuzu altta kalmıştı, ağrı başladı. Alnına kısa çalının iri dikeni girmiş, kemiğini delip, beynine saplanacak gibi yavaş yavaş batıyordu. Manda gibi dev Makaş bağlı yatan adama doğru gözüne bakarak gelip tekme attı. “Yeter artık, dokunma!”, diye bağırdı bolıs. “İnşaallah bu iti bu halde cezaevine yollayacağız. Öncelikle şu atı yere yatırın. Hemen boğazlayıp, derisini yakın, etini ise

Скачать книгу


<p>26</p>

Albastı (Tatarca, Kırgızca, Kazakça: Албасты, Karaçay-Malkarca almastı Çuvaşça: Алпастă, Azerice: Albasdı, Rusça: Албасты́) – Türk ve Altay mitolojilerinde bir çeşit kötü ruh ve onun neden olduğu ruh çarpması.