Erken Uyanan Adam. Hevir Tömür
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Erken Uyanan Adam - Hevir Tömür страница 7
–Anlatsın, dedi hepsi bir ağızdan, o anda herkesin bakışı şaire yöneldi. Bundan biraz rahatsız olan şair çabucak kendini toparlayıp:
–Geçmişte, diye söze başladı kalabalığa göz gezdirip.
–Çince’ye biraz hâkim oldum, birçok cenk-name kitabı gördüm. “Su Boyunda”, “Garba Seyahat”, “Üç Padişahlık Hakkında Kıssa” gibi birçok kitaplar okudum. Bir gün elime “Hanname” diye adlandırılan bir tarih kitabı geçti. Bu da ilgimi çekti. Çin beş bin yıllık medeniyet tarihine sahip kadim bir devlet olduğundan, eskilerin yazıp bıraktığı tarihi eserler oldukça fazla. Mesela, Hen Vudi denen padişah zamanından başlayarak Çin hanedanı devri boyunca yazılan Yirmi Dört Tarih birkaç yüz ciltlik kitaptır. Ben o kitapların hepsini okuyup bitirebilir miyim? Göreyim desem de bu kitaplar Turfan’da yok. Benim elime geçen “Hanname” isimli kitap işte bu Yirmi Dört Tarihin yalnızca bir kısmı. Ben “Hanname”nin “Hunlar Tezkiresi” kısmını büyük bir iştiyakla defalarca okudum. Onda yazılana göre, milattan birkaç yüzyıl önce “Hun” diye adlandırılan göçmen, hayvancılıkla uğraşan halklar kuzey ve batı bölgelerde kudretli bir devlet kurmuşlardır. Onlar Orta Çin’deki Çin padişahlarıyla bazen ittifak yapıp dost geçinirken, bazen de savaşıp düşman olmuşlardır. Hunlar hayvancılıkla yaşamlarını sürdürdükleri için, at binme, avcılıkta mahir bir halktı. Onların büyük imparatorları ve meşhur padişahları vardı. En büyük padişaha “Tanrıkut” diyorlardı.
–“Tanrıkut” demek bizim “İdikut” dememize benziyor, dedi biri araya girip. Şair sözüne devam etti:
–Hunların dilinde “Tanrı” demek “Gökyüzü” veya “Allah”, “Kut” ise “Baht” demek olup, “Tanrıkut” denen söz “Allah vergisi baht” demekti. Onlar padişahlarına bu yüzden çok saygı gösterirlerdi…
–Aman Allah’ım, bunlar bizim hiç bilmediğimiz şeyler! dedi Abdusemi heyecanını bastıramayarak. Yanındakiler ona “sakin ol” der gibi bakıştılar. Şair sözünü sürdürdü:
–“Hanname”deki Batur Tanrıkut’un tezkiresi beni fevkalade cezp etti. Batur Tanrıkut denen Tuman Tanrıkut’un oğludur. O babasının yerine tahta çıktığı vakitlerde Tunguz denen bir halkın çok güçlü bir devleti vardı.
–Başka adı var mı, onlar hangi millet? –dedi Abdusemi yine söze karışıp.
–Onlar Hunlarla komşu olan, kendi hâkimiyeti, padişahlığı olan bir millet, sonraki Moğol, Mançu gibi milletlerin ecdadı, dedi şair sözüne devam ederek, -Tunguzların padişahı, Batur Tanrıkut tahta yeni çıktı, hâkimiyeti sağlamlaşmadı, şu an aciz diye düşünüyordu, denemek için ona “Babası Tuman Tanrıkut vaktinden kalan ünlü küheylanı bana versin” diye elçi gönderdi. Batur Tanrıkut elçilerin talebini duyduktan sonra, vezirlerini istişareye çağırıp: “Nasıl yapmamız gerek, diye sordu. Vezirler: “Bu tulpar Tuman Tanrıkut vaktinden beri değer verilen bir küheylan, bunu vermek nasıl mümkün olur, dediler. Bunu duyan Tanrıkut onlara: “O bir at! Bir komşu ülkenin beğendiği atı niçin vermeyelim?” dedi ve elçileri, küheylanı vererek gönderdi. Tunguzların padişahı küheylana sahip olduktan sonra, Batur Tanrıkut benden korkuyor, öyle olmasa küheylanı vermezdi, diye düşünüp: “Batur Tanrıkut’un küçük eşini çok beğendim. Kendime eş almak isterim” deyip elçilerini tekrar gönderdi. Elçiler gelip durumu aktardıktan sonra, Batur Tanrıkut vezirlerini toplayıp onlardan yine fikirlerini sordu. Vezirler bu sözü duyunca öfkelenip sakallarını titreterek: “bu kadar yanlış bir talep olur mu, buna tahammül göstermek mümkün mü? Hemen asker toplayıp onların kökünü kazımanızı talep ederiz” diye kulluk gösterdiler. Batur Tanrıkut vezirlerin sözünü işitip: “Bir kadın, komşu ülkenin padişahının beğendiği bir kadını niçin ona vermeyeyim”, dedi. Çok sevgili küçük hatununu elçilere katıp gönderdi. Tunguzların padişahı Batur Tanrıkut’un itibarlı hatununu verdiğini görünce, Batur Tanrıkut gerçekten de benden korkuyor, yoksa eşini bana gönderip vermezdi diye düşündü. Daha da gururlanıp elçilerini üçüncü defa gönderdi. Bu defa o: “Sınır karakollarımızın olduğu yerin kuzey tarafında Batur Tanrıkut’a tabi bir parça kıraç yer var. Ben bu yere sahip olmak istiyorum. Bundan sonra Hunlar bu yerlere ayak basmasın” diyordu. Batur Tanrıkut vezirlerini toplayıp bu konuda fikir sorduğunda, Tanrıkut birincisinde tulparı, ikincisinde sevgili eşini verdiğine göre, kuruyup çatlamış bir parça yerin verilmesine hiçbir söz söylenilmez diye düşünüp: “Vermemiz gerek, terk edilmiş duran bir parça yer”, diye cevap verdi. Batur Tanrıkut vezirlerin fikrini duyunca, hiddetlenip: “Bu nasıl mümkün olur, toprak denen devletin temelidir, toprak olmazsa devlet olur mu” dedi. ”Herkes atlansın, ülkemde bu seferden geri kalanın kellesi alınsın” diye ferman buyurdu. Bununla birlikte bütün millet hazırlanıp Tunguzların üstüne sefer kıldı. Tek bir hücumla Tunguzları yenip, padişahı öldürüp, önceden Tuman Tanrıkut zamanında elden çıkan birçok toprak da geri kazanıldı.
–Efendim… Bizim bilmediğimiz ne acayip işler varmış, dedi. Abdusemi Bay heyecanını yenemeyerek. Şairin ağzından çıkacak sözleri iştiyakla bekleyen misafirler Abdusemi’nin sözü bölmesine razı olmayarak, ona dik dik baktılar. Ama şair dikkatini bozmadan sözlerine devam etti:
Ben bu tezkirede şunu anladım ki: Batur Tanrıkut devlet toprağını, yani vatanı, kendisinin her türlü rahatından, şan ve şerefinden üstün tutan, üstün faziletlere sahip bir devlet adamı. Bana onun bu yönü çok tesir etti, dedi.
–Hepimize öyle, dedi Mehsut Muhiti şairin fikrine katılıp, bize de işte bu fazileti tesir etti. Tarihte geçen, padişahlar arasında cereyan eden savaşların, kanlı cenklerin çoğu kadın, zenginlik, itibar tartışmaları yüzünden çıkmıştır. Onlar böyle işler için savaşıp, ırmak ırmak kan döküp, vatanlarını harabeye çevirmiştir. Batur Tanrıkut bunun aksine hareket etmiş, izzet itibardan, hatta eşinden vazgeçmiş, ama bir parça toprak meselesine gelindiğinde bütün milleti seferber edip savaşa girmiştir. Bu her padişahta bulunmayan yüce bir erdemdir.
Konuklar başını sallayıp, çıkarılan sonucun doğru olduğunu tasdik etti. Mehsut Muhiti sözüne devam etti:
Bugün benim için hoş olan başka bir şey de şu ki, dedi o elindeki piyaleyi oynatarak oturup, okuyan işte Abdülhaluk Uygur gibi okumalı. Bugün o, Çinceyi tercümanlık yapıp geçim sağlamak için değil, belki devletin tarihi, coğrafyası, anane ve medeniyetini bilmek için okuduğunu ispatladı. Buna kim sevinmez? Her insan sevinir, elbette. Bugün o bize Çin’in Yirmi Dört Tarihi’nden denizden bir damla misali küçücük bir tezkireden söz edip hepimizi titretiverdi. Bu kadar çok