Abay Yolu 2. Cilt. Muhtar Auezov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov

Скачать книгу

gidişi azaltmışlardı. Şimdi gidecekleri evi kestirmeye çalışıyorlardı.

      Epey önce havlayarak önlerine çıkan pek çok it obanın huzurunu kaçırmış, havlayışları dağlardan yankılanacak kadar şiddetlenerek çoğalmıştı. Atlılar obaya yaklaştıkça itlerin sayıları çoğalıyor, inatlaşırcasına seslerini yükseltiyorlardı… Kışlık tüyleri dökülmemiş kıvrık kuyruklu kancıklar. Arkası büzük, kulağı sarkık, eğri bacaklı raşitik iri köpekler. Kötü sesli, huysuz, dostluksuz, doyumsuz, sevimsiz melez enikler.

      Bütün güçleriyle havlayan kancıklarla korkakça uğuldayan mecalsiz iri köpekler ve onların enikleri… Hepsi de kadir bilmeyen yarım akıllılar. Bu yüzden Abay onların havlayışını içinden alaya aldı ve kendisiyle konuşuyorlarmış gibi diyaloga dönüştürdü. İtler onlara:

      – Haydi, uzak dur! Kalamazsın! Ne yani, “gezgin abdalları doyuralım” mı dedik? Size verelim de biz ne yiyelim? Yağmur varsa ne edelim… Gidin! Gidin! Çekilin. Islanmak istemiyorsan atının kasığına tıkıl. Bana sorarsan, eyer takımını sırtına sarın! Git… Git… Gidin, diyerek kovuyorlarmış gibiydi…

      Erbol girecekleri evi dış tasarımlarına göz atarak seçmeye çalışıyordu. Bu sekiz kiyiz ev içindeki en iyi ve büyük görüneni ortada duran beş kanatlı yayvanca ev idi. Abay’ın biraz önünden giderek o eve yöneldi.

      Abay da onun arkasından giderek eve yaklaşırken ev sahibi dışarı çıktı. Kepenek giymiş sakallı biriydi. Bir ayağını aksak basıyor gibiydi. Erbol hemen kendilerini tanıtmış, “konuğunuz olmak istiyoruz” demişti. Ev sahibi:

      – Ne duruyorsunuz yiğitler, inin haydi! Nasibiniz varmış! Soframız hazır! Haydi, dedi ve Abay’ın atını kiyiz evin kuşağına kendisi bağladı.

      Erbol bu adamı tipinden tanımıştı. Eve girmeden önce aheste bir şekilde fısıldayarak Abay’a:

      – Bu Orda dağında Bekey ve Şekey denen iki ağabeyli Bayşora vardı ya. Bu onların Bekey’i, dedi.

      Yiğitler daha önce bu obada bulunmamıştı. Ev içindeki ateş parıldayarak yanıyordu… Konuklar içeri girdi, selamlaştı. Oturduktan sonra içten içe tahminlerde bulunuyorlardı. Ev ahalisi kalabalık değildi. Sağ taraflarında serilmiş olan yer döşeğinin üstünde dört beş yaşlarındaki torununu kucaklayan kumral tenli nine oturuyordu. Uzun boylu, sıska yüzlü, sarışın bir kadın vardı. Tahminen kırklı yaşlarına yeni gelen kara gözlü bir kadın. Zamanında kuğu gibi uzun boylu ve güzel olan birine benziyordu. Bekey’in dışında evde bulunan kişiler, şimdilik bunlardı.

      Abay ev sahibini ancak şimdi açık seçik görebilmişti. Kıvırcıkça uzun sarı sakallı, pembe yüzlü, mavi gözlü, büyük burunlu, yakışıklı bir adamdı. O, yiğitlerin nereden gelip nereye gittiğini sordu. Sesi sert, nidası güçlü idi. Abaylar girdiğinden beri parıldayarak yanan kuru tezeğin ateşi daha hâlâ isteklice alevli ışık veriyor, onları yağmurdan koruyan bu evi şefkatli konukevi, elverişli yuva gibi kılıyordu. Ateşin üstündeki uzun bacaklı sacayağında büyük ve kara bir güğüm asılıydı…

      Bekey annesinin bulunduğu tarafa oturmuştu. Abayların hâlini vaziyetini öğrendikten sonra annesine döndü, kendi aralarında aheste bir şekilde hırıl hırıl konuşmaya başladılar. Bunların kendi aralarındaki fikir alışverişi uzun sürmedi. Bekey ayağa kalktı, dışarıya çıkmak için hazırlanırken karısına:

      – Tezeğini tutumlu yak. Kuru yakacağın yetmeyebilir. Kazanı doldurmaya yeterli mi suyun? Ben deminki çocuklardan birini alayım da hayvanları kapatıp geleyim. Kazan suyunu hazırlayıver, çabuk, diye buyurdu. Karısı ses çıkarmadı, bütün söylediklerini kabul etmiş, onaylamış gibiydi. Kısa bir süre sonra dışarıdaki Bekey’in sert ve kuvvetli nidası duyuldu:

      – Naymantay! Hey, Naymantay! Haydi, gel hele balam, diyerek birisini çağırıyordu.

      Çabucak kaynayan çay Abayların önüne konulurken kiyiz evin keçe kapı örtüsü tamamen açıldı. Kapıyı açan Bekey idi. İçeriye sokmak istediği de keseceği hayvan idi. Ev içindeki alevli ateşten ürkerek huzursuzca direnmeye çalışan kızıl yünlü kebeyi7 boylu boyunca iteleyen delikanlı Naymantay da onun ardından içeri girdi.

      Kış daha yarılanmadan doğan kebe semiz görünüyordu.

      Abaylar çay içiyordu. Kırmızı desenli basma elbisesinin eteğini uçkuruna kıstırarak düren kadın o sırada ateş üstüne ocak kurmuş, kazan asmış, pişirme suyunu doldurmuştu.

      Bekey şimdi evin bu tarafına oturmuş, konuklarının çayını kendisi sunuyordu. Naymantay kebeyi çabucak kesip derisini yüzdü, kolunu bacağını, sırtını kaburgasını ayırdı ve başını ateş üstünde tutarak tütsülemeye başladı. Abaylar da çaya kanmıştı.

      Kebe kesilip parçalarına ayrılırken Bekey bir iki defa karısına:

      – Şükiman nerde ki? Gelip seninle konuşmadı mı, anlaşmadınız mı efendim, diye sormuştu. Karısı:

      – Ne yapacaksın Şükiman’ı? Şuradaki evde, damatların yanında. Kendimiz de yaylarız yahu, o oynaya dursun, demiş ve adı geçen kişiyi çağırttırmamıştı.

      Erbol Şükiman adını işittiğinden beri “bu bir kız adı efendim! Yoksa bu evin yetişkin kızı da mı var” diye düşünüyor, bununla ilgili açık seçik bir emare görmek için etrafa bakınıyordu. Kiyiz evin sol yakasında, Bekey’in ağaç karyolasının baş tarafında bir yer döşeği daha vardı. Yorganı yastığı kırmızılı yeşilli, yeni bir döşeğe benziyordu. Eğer bu evin yetişkin bir kızı varsa ve bu Şükiman ise, bu yatak onun yatağı olmalıydı. Ses çıkarmadan evin içine göz gezdiren Erbol bu kanaate vardı. Evin hanımı suyu kaynayan kazana et doldurmaya başladığında Bekey “koy, onu da koy” diyordu. “Yeter yahu, durdurmayacak mısın” der gibi yüzüne bakan karısına:

      – Daha damatlar da dem tatmış değil yahu bu evden. Şükiman bunu söyleyerek kapris yapıp sızlanıyordu. Hem konuk az, hem de onların akranı yahu. Onlar da gelir, bugünkü yemeği burada yerler… Eltine de haber ver, dedi.

      Sarışın kadın da Naymantay’a bakarak:

      – Sen git de söyle! Şükiman yemek pişinceye kadar konuklarını buraya getirsin, dedi…

      Kazan asıldıktan sonra ateşin üstüne bol bol tezek konmuş, kızışan ateş ev içini iyice ısıtmaya başlamıştı. Dışarıdaki yağmur durmuş, rüzgâr kesilmiş, ılık ilkbahar gecelerinden biri başlamıştı. Hayatı ağır, aheste, sıkıcı, karanlık gece…

      Sessizce oturan Abay’ın başı dönüyor, sıcaktan bunalıyor, uykusu geliyordu. Nitekim yemek pişinceye kadar uyuklamak için oturduğu şiltenin üstünde yanlamasına düşüp kıvrılıverdi. Erbol da uyuyakalmıştı.

      Abay ne kadar süreyle uyuduğunu bilmiyordu. Fakat aniden irkilerek uyanıp başını yastıktan yolarcasına kaldırdığında açık seçik farkına vardığı husus; konuşarak, sayıklayarak uyandığı idi. En son sözleri hâlâ hafızasındaydı ve daha hepsi söylenmemiş gibiydi:

Скачать книгу


<p>7</p>

Kebe: Yaşını doldurmamış koyun yavrusu. İlk doğduğunda “kuzu”, biraz kendine gelip irileştiğinde “marka”, kıymetli konuklara kesilecek kıvama geldiğinde “bağlan”, kemikleri ve eti daha da sıkılaştığında “kebe”…