Abay Yolu 2. Cilt. Muhtar Auezov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov страница 6
– Mırza, atalarının ülküsünü hayata geçirecek neslin olsun! Senin için de kendim için de dileyeceğim tek dileğim bu. Bu seyahatine kusur yüklemeyi bırak, naz etsem bile bu yaptığım hâlden bilmezlik olurdu. Beni darağacı gibi yükselterek konuştun. Fakat ben öyle değilim ki! Her dönemdeki işlerimi düşünüyorum da, benim de kabahatim çok yahu. Doğru mu, yanlış mı, bilmiyorum Mırza, dedi ve ağırbaşlılıkla kocasının yüzüne baktı.
Uljan artık dengi biriyle kendi arzuladığı gibi serbestçe konuşan düşünceli bir görünüşe bürünmüştü. Bu arada kendi yüzü de yeniden doğal güzelliğini bulmuş, bir türlü nura bulanmış gibiydi. Seyrek karşılaşılan güzellikte, ferah ve eşsiz bir görünüş… Sözünü sürdürdü:
– Gençlik çağında insana döşek de, ev de, hatta dünya da dar imiş. Ama yaşlanıp da zeval çağına yaklaştıkça dünya genişliyor imiş… Zaman geçtikçe insan küçülüyor, çevresindeki kuytu yerleri aramaya başlıyor, başkalarına yer açmak istiyor. Kusurları azalıyor, bağışlayıcılığı çoğalıyor, hevesi kaçıyor. Bu ruh hâlinin bana galip gelişi üzerinden çok zaman geçti, dedi ve biraz fasıla verdi. Kunanbay tüm dikkatini ona veriyor, can kulağı ile dinliyordu. Düşünceli gözleri “daha da söyleyiver” der gibi yalvarırcasına Uljan’ın yüzüne dikilmişti. Karısının söylediği sözler tam da Kunanbay’ın içindekileri okur gibiydi.
Uljan konuştukça nurlanan yüzünü hafifçe kaldırdı, duygulanan gözlerini birazcık kıstı:
– Son zamanlardaki bu durumu söylediğime bakma, ben de diğer kadınlar gibi biriyim. Ben de onların çektiği; bir o yana bir bu yana savrulmaları, dişleri gıcırdatan gerilmelerle bir kenara çekilip büzüşmeleri içimde yaşayarak geçirdim. Yalnızca kadınlar, ana bağrındaki yavru gibi ya erkeklere yanaşıp dayanarak yahut uzaklaşıp çekişerek büyürler. Kadın erkekten kötülük de alır, haysiyet de alır. “Benim iyiliğim varsa o senin de yabancın değildir, kendindendir” diye bilirim. Sen sen olmasan, ben ben olmazdım herhâlde. Eksikliğim olmuşsa, başkalığım olmuşsa, bunun birazı senden olmuştur. Uzun zamanları böyle geçirdikten sonra, bugün gelip memnuniyetini söyleyerek gitsen yeterli olur. Bu saatten sonra ben seninle çekişecek değilim ya Mırza, dedi. Uzun hayatı boyunca kocasından kaynaklanan pek çok üzüntü hafızasında dursa da onlara değinmedi. Duygularının önünü kesti. İkisi de nice yıllardan beri ilk defa tam da bu helalleşme sırasında birbirine bu kadar açılmıştı. Birbirlerine şükranlarını ifade ederek içtenlikle anlaştılar. Bu durum ikisini de memnun etti…
Bu konuşmadan sonra Kunanbay hafif ve uygun düşen başka konulara geçti. Bu mevzulara Izğuttı’yı da dâhil etti. Kunanbay ile birlikte Mekke’ye gidecek olan imam vekili Öndirbay uzun zamandan beri ona saygı gösteren biriydi. Şimdi bütün akrabalardan da yakın olacak, birlikte seyahat edeceklerdi.
Bu Öndirbay’ın Kunanbay’dan bir ricası vardı. “Ya bir kız vereyim, ya bir kızını alayım, hısım olalım” diye arzuluyordu. Bu defa görüştüklerinde Öndirbay ricasını tekrar dile getirirse, Kunanbay söz keserek yola çıkmak istiyordu. Öyle olursa mektupla bildirecekti. Öndirbay’ın genç bir kızı vardı. Uljan onu gelin edip kendi yanına alsa uygun olurdu. Kunanbay’ın en genç oğlu dağdeviren haylaz Ospan evleneli iki üç yıl olmuştu. Fakat kendisi aklına getirmese de ana babası için torun sevemeden geçen yıllar hüzne dönüşüyordu. Böylece, bu defa, Ospan’a bir eş daha alma fırsatı vardı. Uljan buna hazır olmalıydı.
Yol boyunca bu faytonun içinde konuşulan şimdiki sohbet konusu bu oldu…
Üç kulanın koşulduğu ikinci faytonda Abay ile Mekiş vardı. Bu ikisi uzun süre konuşmadan seyahat etti. Her birinin gönlü bir başka türlü düşüncelerle dolup taşıyordu. Kalabalıktan uzaklaştıktan sonra Mekiş hüzünlü yangıyla betimlenen düşüncelerinin ağır akınına teslim oldu, kendisini dizginlemeden ağladıkça ağladı. Abay bir iki defa ona “yeter artık Mekiş, ağlama” diyerek durdurmak istese de ablası onu dinlemedi. Nihayet Abay sessizce kendi iç dünyasındaki düşüncelere dalıp gitti.
Abay’ın aklını tamamıyla meşgul eden düşünce deminki Darkembay’ın sözleri ile tavırları idi. Abay’a göre o, Kunanbay’ın yemek için önüne koyduğu lezzetli aşı tekmelemiş, alt üst edip gitmiş gibiydi. Onun başındaki pis bez garipliğin talihsizlik kursağı gibi hissediliyordu. Çocuk ise bütün hayatıyla, biçareliğiyle ve Darkembay’ın dile getirdiği doğru çekişmelerle Kunanbay’a verilmiş hayat hükmü gibiydi. Bu hüküm duayla, namazla, oruçla ve hacı olmakla başa çıkılamayacak kadar ağır bir hükümdü.
Bu hüküm karşısında “böyle günah bir rezilliğim vardı” diye pişman olan Kunanbay olsa neyse. Yok! Abay babasının yüzünde böyle hakiki bir pişmanlık da görmüş değildi. Sadece onun her zamanki katı hiddetini görmüştü. Bu iki mizaç arasında uçurumlar kadar fark vardı. Bunlar günahkârlık il masumiyet arasındaki kadar birbirine ters duygulardı. Öyleyse… Babasının bu seyahati, bu gidişi niyeydi? Demek ki Darkembay’ın sözlerinde haklılık payı vardı. Kunanbay’ın gidişi Allah rızası için değildi, toplum üzerindeki tahakkümünü pekiştirmeye yönelik bir gidişti… Bu yargıya ulaşan Abay kaşlarını çatıverdi, derin bir alaycı istihza ve memnuniyetsizlikle gülümsedi. Kunanbay’ın hâlini düşünmekten, gönlünü onun seyahatiyle ilgili kaygılardan uzaklaştırdı ve başka bir hâle büründü.
Hızlı giden fayton o sırada tek tük bitmeye başlamış olan ve yolun iki yakasını bürüyen kısacık otların arasından geçiyordu.
İlkbahar, uzun zamandan beri şehirden çıkmayan Abay’a, gelişini daha yeni beyan etmiş gibi oldu. Sol yakada, uzaktaki ufukta, gri bir duman içinde Semey dağı göründü. O da kardan arınmıştı. Sanki kocaman, yamuk ve sert bir dalga kıvrılıp çatılarak gelmiş, ebede kadar susarcasına dağ olarak katılaşıp kalmış gibiydi. Çevresindeki her yanı birbirinin aynı olan geniş bozkır ortasında tek başına yükselen ve yakışıksızca olduğu yerde kalakalan bu tek tepeli dağ, ebediyete kadar sepsessiz kalarak öylesine uzayıp giden çölün bir devrinde herhangi bir şekilde yerden fışkırırcasına yükselen ama önüne çıkan engele takılarak kalan isyan dalgası mıydı? Öfke patlaması mıydı? İşte öylesine bir görünüşteki farklı bir dağ idi, bu dağ…
Abay, dağın siluetinde böylesine ayrıksı bir yapı görerek gözlerini ayırmadan ona bakarken kalpağını çıkardı. Semey dağından efil efil esen elverişli yel sıcaktan bunalan başını ve yüzünü okşadı.
Haz duyarak derin derin iç çektikçe vücudu dinçleşti, uyanık ve duygusal gönlü de ferahlayıp genişler gibi oldu. Düşüncelerinin temelinde babasının bugün helalleşirken söylediği sözler, hayatı boyunca babasından duymadığı laflar, o güne kadar fark etmediği ücralıklar vardı. Uzun ömrü boyunca farklı bir mizaçla yaşayan babası, şu son saatlerde fevkalade dalgalanarak ortaya çıkan yeni bir sırla kendini göstermişti. Şimdi ayrılacakları dönemde içindeki büyük bir sureti ortaya çıkarmış, kim olursa olsun herkesi bağışlatır türden ar ve keder tonuyla konuşmuştu. O vakitten beri Abay babasını seyahate uğurlayan bir kişi gibi değil, babasının ölerek kopup gideceği saatte onun yanı başında durarak candan gelen samimi ve içtenlikli sözlerle konuşan bir kişi gibi olmuştu.
Mekiş’in