Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir - Анонимный автор страница 3
“Lakin ‘Dolma akıl, akıl olmaz!’ diye de bir söz var,” demekten kendini alamadı.
“Ben Melik’in babası merhum Alparslan’ı da yakından tanıdım. O nedenle bunlar biraz hafif geliyor,” diye sözlerini tamamladı. Sohbet ilerliyordu. Konuklar bahsi geçildiği için Hayyam rahatlamıştı.
“Bir daha cihana gelsek de ot olarak gelsek.” diye göğüs geçirdi Hayyam. Yüzbaşı anlamadı. Bomboş nazarlarla baktı. Fakat halindeki huşu içinde dinleme edebi Hayyam’ı dile getirdi. “Eskiden yalnızca ölümden korkardım,” dedi. “Bahçeleri kuşları bir daha göremeyeceğimden. Sonra takvim bitmeden ölürüm diye korkar oldum. Şimdi de okuduğum kitaplar ziyan olacak diye korkarım. Postu pahalıya satmak diyebiliriz buna. Bir gün fazla yaşamak, feleğin oyunlarını bozmak.”
Yüzbaşı derin bir iç çekti.
“Ben de çok haksızlığa uğradım. Garip beylerden olmasam şimdi tümen başı olurdum! Bizim elimiz, arkamız; emmimiz, dayımız azdır.”
Hayyam kahkaha attı.
“Vay! Beyimizin hakkı yenmiş demek! Ben de yalnız kalem sahiplerini bunlu sanırdım. Selçukiler kabadır, lakin incelik yapmışlar seni göndermekle. Âlimler kadar arifler de makbuldur nazarımda.”
“Çoğunu tanırım ilim ehlinin! Böyle olunca da hisse kaptık biraz.”
“Kimi mesela?”
“Cüveyni, Ahmed el-Batır, Gazalî!”
“Gazali dengesini bulamadı daha. Akılcı mı sezgici mi ne olacak bilemem. Beyhaki ve Batır üstadları ben de severim. Akla hürmet ederler. Mutezile düşmanlığı yapmazlar. Zannımca da dünyayı dosdoğru görmekte akıl, yegane kılavuzdur. Düşünce hamuru da kağıt hamuru gibi çok kişiyle çok taraftan yoğrulunca kıvamına gelir.”
Yüzbaşı “Fitne ve kavga var pek çok âlimler arasında! Sizin gibiler müstesna!” dedi.
Bu söz Hayyam’ın hoşuna gitti. “Sınırlı bilgiyle gururlanmak da, kısa yoldan tasavvufa sapıvermek de eringenlik, tembellik gelir bana! Bu dünya dosdoğru görülürse dünyadır. Sarhoş ya da sezgi ehli dünyayı dosdoğru göremez. Göremeyen düzeltemez!”
“Dünya işleyişi nice olmalıdır ki, her şey mükemmele doğru gitsin Hayyam Ata?”
“İnsanın bir yere mensubiyetiyle, birinin oğlu olmakla değil de; kendi özüyle, eseriyle değer kazandığı bir dünya! Kula kulluk etmenin hüner sayılmadığı bir dünya!”
Yüzbaşı heyecanlandı.
“Öyleyse devleti böyle işletmek için vezaret isteyin şahımızdan.”
“Siyasetten nefret ederim. Hesap, heyet gibi ilimler yetiyor bana! Hem ilim adına halktan vefa ummak toyluktur genç dostum. Halkı bir korkuturlar cehennemde yanarsınız diye, kafamıza taş yağdırırlar.”
“Nizamülmülk’ün medreselerine ne diyorsun?”
“Şimdilik iyi gidiyor. Lakin insanlara gerçek değerleri verilmeyip iltimas yolu açılırsa medreselerden de ziyankârlık doğabilir, vakıf lokmasından da gönül karanlığı kazanılabilir.”
“Hayyam Ata, senin için de çılgındır, kabına sığamaz derler…”
“Gençliğimde neşeliydim biraz. Artık öyle hesaplarla boğuşuyorum ki kendimden geçmeye vaktim yok. Aksine herkesten fazla uyanık ve ayık olmanın yolunu ararım.”
“Binlerce âlimi var Selçuki’nin. Her birinde bir tafra var. Senden sakini, akıllısı yok Hayyam Ata!”
“Doğru dersin lakin bugün ne akıl alan var ne de akla rağbet eden!”
Bir süre daha hoş sohbet ettiler. Sabaha karşı dışarıda at kişnemeleri duyuldu. Yüzbaşı aniden izin alıp çıktı.
Hayyam ile Sılahan yalnız kaldılar.
“Edepli bir yiğit! ” dedi Hayyam. “Başını kaldırıp sana bir kez bakmadı!”
Sılahan “Melikşah’ın aynısıydı. Eğer ikiz kardeşi değilse!” dedi çekinerek.
“Varsın olsun!” dedi Ömer Hayyam.
“Hırsızı da aramayı unuttuk bu arada.”
“Olan oldu!” dedi Hayyam “Kimin ne işine yarar görürüz ömrümüz varsa! Bazı şeyler aramakla bulunmaz!” dedi.
Son günlerde yaşadığı olaylar gözünün önünden geçti.
İki hafta önce kudretli Başvezir Nizamülmülk’ün istihbarat amirliğinden kovduğu Sabbah gelecekti. Memuriyetten açığa alınan Sabbah, sıkıntılı günler yaşıyordu. Boşluktaydı. O çaptaki bir dehaya zerzevat ticareti, müderrislik hafif gelirdi. Aslında kaçacak delik arıyordu lakin, belki sohbet ederken kendime bir yol çizerim, diye düşünüp Hayyam’ın davetini kabul etmişti.
Hayyam’ın rasathane yakınındaki köşküne güngörmüş, ünlü sazendeler, körpe rakkaseler, ressamlar, cariyeler ve köleler doluşmuşlar, arka bahçede bir cennet sahnesi hazırlıyorlardı.
Bütün bu hazırlıklar cerbezeli kişiliği, keskin zekâsı ve iddiacı tutumuyla tanınmaya başlayan Hasan Sabbah içindi.
II
Düşünce göğünün ilk köşkü sevgidir, sevgi! Gençlik destanının ilk yaprağı sevgidir sevgi! Ey sevginin sırrından yoksun çabalayanlar Bilin ki tüm varlığın ilk kaynağıdır sevgi!
Sabbah’ı beklerken Nizamülmülk çıkageldi. Devlet işlerinden bunaldığında soluklanmak için arada bir yaptığı gibi sıradan bir tahtırevanla Hayyam’a uğramış ya da uğramış gibi davranıyordu.
“Hayyam bağışla beni pek daraldım!” dedi, kapıdan girerken.
Hayyam “Viranemizi ruşen ettiniz! Buyrunuz!” diyerek heyecanla karşıladı.
“Rahatsız etmiyorum ya! Sende ne var böyle beni çeken bilmiyorum!”
“Dehaların da bir cazibesi vardır!” dedi Hayyam. “Dünyanın bir ucundan çekerler birbirini.”
Nizam, alt katta kaynayan imbikleri görünce kaşlarını çattı.
“Ne bu yağlı duman böyle Hayyam? Zehirlenir insan bu ağır kokudan yahu! Tilki mi kovalıyorsun? Nedir bu imbiklerde kaynayan?”
“Bu beyaz köpüklü yeşil mayi, acıları dindiren hayaller ilacıdır Nizamülmülk Hazretleri!”
“Haşhaş sakızı mıdır acep?”
“Kendir yaprağı tozu da var. Farklı bir karışım.”