Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri. Анонимный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri - Анонимный автор страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri - Анонимный автор

Скачать книгу

Yazar, yalan dünyadaki cevabı hazır basit sorularının değil, daima gaddarlık doğuran, mantıkla açıklanması güç metafizik sorularının cevabını arar. Tölen Abdik her zaman pek kimsenin kolaylıkla kalem oynatamadığı bakir konular üzerine yazmıştır.

      Yazarın eserlerinde ustalık ve büyük tasvir yeteneği dışında fikri ve kavramsal bilinçlendirmeye de bolca rastlanır. Onun eserini okuyan bir insanın fikir, düşünce ve kavram konusunda ufkunu genişleteceği su götürmez bir gerçektir. Abdik’in önemsiz bulup, onu tanımak istemeyenler, feraset ve fikirden yoksun, manevi zenginlikten mahrum kalabileceklerdir belki. Abdik, geniş görüşlü, insan ruhunun gizemiyle anatomisine derinden inen ve irdeleyen bir kâşiftir. Yazarın hissi ile eserlerinde yarattığı karakterleri iç içe yaşar. Okur, insana dair nice bilinmeyenleri keşfeder, onun ruhunun verimli topraklarında bulunan manevi kaynağı bulur.

      Henüz eleştirmenlerin dikkatini çekmese de, yazarın eski eserlerine pek benzemeyen, çağımızın doğurduğu gaddarların yüzündeki maskeyi yırtan ve onu çekinmeden ifşa eden bir eseri, “Hayırsız Cuma” hikâyesidir. Hikâyenin konusunu bir bakanın bir günlük hayatı oluşturur. Yazar, zulmün saltanat kurduğu bir toplumda feraseti kapalı bir insanın, her ne kadar bolluk içinde yüzse de, her ne kadar makamında en üst zirveye tırmanmış olsa da asla mutlu olamayacağını üzerine giderek incelemiş.

      Başkahraman Aben İlyasoviç, iktidardan birinin hışmına uğrar ve bir gün içinde makam koltuğundan olur. Bu durum, makam ve mevki kulluğu yapmak dışında elinden hiç bir şey gelmeyen Aben için büyük bir trajedidir. Üzüntüden kahrolan bürokratın kalbi buna dayanamayıp rahatsızlanır ve ölür. Hikâyede bakanlık görevinden alınan Aben’in hayatının son günü anlatılmasına rağmen, biz yaşayan bir ölüye dönen bu zavallının bütün geçmişini tahmin edebiliyoruz.

      Bakanlık görevinden alınan Aben Bey, moral çöküntüsü içerisinde, tıpkı Lev Tolstoy’un, İvan İliyç’i gibi geçmişine yolculuk eder. Makam uğruna ruhunu şeytana satan bu zavallı, evliliğin tadını bile çıkaramamış. Dışarıdaki hayat daha çekici geldiğinden aile saadetinin tadına bile varamamış meğer. Çok tatlı bulduğu mevki peşinden koştururken her şeyi unutarak, biricik evladını da göz ardı etmiştir. Ailenin bütün serveti, ev reisinin yüksek makamı sayesinde biriktiğinden, bütün dilek, dualar sadece bu makama edilir, kısacası her şey onun etrafında dönerdi. Karısı ise hayatını yaşatan, kendilerine itibar kazandıran bu makamı kocasından daha fazla severdi.

      Tolstoy’un İvan İliyç’iyle karşılaştıracak olursak, İvan Aben’e göre çok daha mutludur; çünkü İvan’a en azından merhamet eden birisi vardır, o da efendisidir. Bakanlık koltuğundan olan Aben ise yapayalnız. Darda kalınca yanında merhamet eden bir tek Allah’ın kulu yok; çünkü etrafındakilerin hepsi, ona oturduğu koltuktan dolayı değer veren ve sevenlerdi, hatta eşi de bunlardandı, ancak şimdi fark etti ki, şu hayatta güvenebileceği, dertleşebileceği arkadaşı bile yokmuş. Kula kulluk eden eski arkadaşları da ortadan kaybolmuşlar, sürekli değiştirilen bir kıyafet gibi bir tek iş arkadaşları kalmış. Gözünü bürüyen koltuk hırsı yüzünden akrabalarının da hepsini kaybetmişti. Bu fani dünyada dertleşebileceği, içini dökebileceği bir tek “arkadaşı” varmış meğer; o da yaşamı boyunca kendisini köle yapan, kalbinin kapısına kelepçe vuran, eş dosttan ayıran ekselansları Makam. Artık o da yok. Şimdi ne yapacak?

      Abdik, eserinin sonunda bu tür yanıtsız sorular sorarak okurunu derin ve dipsiz bir düşüncenin kuyusuna atar. Belki de bu yüzdendir ki, onun yarattığı karakterleri birden tanıyabiliriz ve asla unutamayız. Okurun, iç dünyasının kapısını bozarak giren bu karakterler, insan gönlünün en güzel köşesinde onunla birlikte yaşar, zulmün param parça ettiği insanın ne gibi felaketle karşılaşacağını sıkça hatırlattıktan sonra defalarca düşünce ırmağına atar. Yazar Abdik’in yaratıcılığının zirvesi sayılan “Ölü Ara” romanını okurken, bu tür sorular sürekli olarak insanın zihnini meşgul eder, huzurunu kaçırır.

      Eserin ilk satırlarında, önce kendi halinde huzurlu hayatı olan bir Kazakla karşılaşıyoruz. Gönlü zengin, insanlığı bayrak edinmiş ve bu yoldan sağa sola sapmayan Askar, yıllık okul tatil için köye gelen kardeşi Bayten’in şerefine tay kesmiş, toy yapıyor. Akraba, eş ve dostun yaşamlarını, geleneklere göre sürdüren milletin sevincine diyecek yoktur, ancak kahpe kader bir anda onlara musallat oluverir.

      Feraset güneşinin üzerini, zulmün koyu sisi kaplar. Kahramanlık ve adalet bayrağını yüksekte tutan Kazakların devranı sona gelir, gelenek bozulur. İnsanlığa özgü sevgi, iman ve feraset gibi kutsal vasıfların çöpe atıldığı, sinek kanadı kadar değeri kalmayan kul kaderinin havada uçuştuğu zalim bir dönemin rüzgârı, şiddetle esmeye başlar. Akraba ilişkisindeki merhamet duygusu kaybolur; akraba samimiyetine dayalı neşe, şaka ve nazdan eser kalmaz. Bunlar artık neredeyse kavgaya neden olmaya başlar. İnsanlara özgü sevgi ve muhabbet duygusu yavaş yavaş yerini gaddarlığa bırakır. İtibar sahibi kimselerin ayaklarına çelmeler takılır. Bilenleri çekemeyenler çoğalır. Ayaklar baş olur. Kazak bozkırında insan olarak yaşamanın gerektirdiği her şeyin tükendiği, kahramanlığın yerini deliliğe, adaletinse ihanete bıraktığı, imanın değerinin beş para etmediği çetin bir dönem başlar.

      Elindeki iktidar gücünden yararlanarak daha dün bir dilim ekmeği ve aynı sofrayı paylaşan akranının eline kelepçe takarak, sürgüne yollatan gaddarlık, artık büyük kahramanlık olmaya başlar bu fani dünyada. Başkasının sevdiği kızı zorbalıkla kaçırmak da yiğitlik sayılır oldu bu yalan dünyada.

      Aklın ve ferasetin zulüm tarafından hapsedildiği bu geçici dönemde gaddarlık ile iyiliğin arasındaki sınırlar kaldırıldı. İnsani değerlerin bir birine karıştığı bir dönemde, zulüm ile merhametin farkını bilenler kalmış mıydı acaba? Kaldıysa da farkı kim söyleyebilir? Zulüm ve merhametin özelliği, farkı nelerdir?

      Herhangi bir romanın özgünlüğünü tespit etmek için, karakterler üzerinde tek tek durmanın, onların kişiliklerini değerlendirmenin pek yararı yok. Bu yöntem yanılgıya yol açabilir, yazarın iletmek istediği mesajın derinliğini kavramada büyük bir engel oluşturabilir. Romanda, feraset savaşında yenik düşerek insanlık serüveninde yolunu kaybeden karakterler fazla olduğundan, bu tür tahlil yapmak imkânsız. Dolayısıyla bu yazımızda sadece Tölen Abdik’in vermek istediği esas fikir üzerinde durarak, elimizden geldiği kadar eserin ruhunu derinden incelemeyi, kalem ustasının hayat görüşünü ortaya çıkarmayı gaye edindik. Bugüne kadar bunun için gayret eden pek kimse olmadı, ancak yine de bir tek makaleyle karakterlerin özelliklerini ortaya çıkarabileceğimizi iddia etmiyoruz; çünkü romanda, bir birinden farklı yüzlerce karakterle ilgili görüşün ortaya çıkarılması kolay değildir. Bu yüzden yazımızda romanın ana fikrini anlatmaya, elimizden geldiği kadar yazarın hayat görüşündeki gizemi çözmeye gayret ettik.

      Abdik’teki hayat görüşünün, pek kimseye benzemeyen çok gizemli bir yanı bulunmaktadır. “Ölü Ara” romanında yazarın bu özelliğini, onun mükemmel bir biçimde betimlediği Askar’ın kişiliğinde görebiliriz. Kaderin adeta bir karabulut gibi çöktüğü, insanların cehennem ateşinde kavurdukları “ölü dönemde” de sistemin gaddarlığına baş eğmeden, kişiliğinden ödün vermeden savaşmanın mümkün olabileceği, Askar karakteri üzerinden büyük bir ustalıkla betimlenmiştir.

      Eserin başkahramanlarından Askar, maneviyatın zirvesine çıkmayı başarabilen birisi, ancak onun gibilerin hayatı, her zaman zorluklarla dolu olur; çünkü bu dünyada ancak pek nadir insan

Скачать книгу