Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri. Анонимный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri - Анонимный автор страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri - Анонимный автор

Скачать книгу

Eninde sonunda kendisinin fabrikada on seneden fazla çalıştığını, buna rağmen fabrika müdürünün kendisine baskı uyguladığını anlatmaya başlayınca Aben, eli farazi bir ipin ucuna yetişmiş gibi hikâyenin nereye vardığını kestirmeye başladı. İşin doğrusunu anlamak istercesine karşısındaki adama mütecessis bir nazarla baktı.

      İnce saçı bir tarafa titiz bir şekilde taranmış, gıdığı ve çenesinin üst kısımları çıkık olduğundan başının tepesi sivriliyor gibiydi. Kısa burun, ela göz, sokakta en sık rastlanılan bu yüzden hafızalarda fazla kalmayan silik bir tip. İnsana direk bakmıyor, utangaç, fakat çok göze çarpmayan bazı hareketlerinden, konuşma tarzından bakan dışındakilere, özellikle yanında çalışanlara arada bir çıkışabildiğini de anlamak mümkün.

      – Ne kadar özveriyle çalışırsan çalış, terfi ettirmez -gelen adam şikâyetinin esas noktasına yaklaştı- terfi için rüşvet vermek lazım. Dalkavukluk yapmak lazım veya akrabası olmak lazım. Yoksa bu hale düşersin işte…

      – Rüşvet aldığını ispatlayabilir misiniz?

      Aben, deminden beri yumuşak olan sesini biraz sertleştirdi.

      – İspatlayacak nesi var, herkes biliyor.

      – Herkes biliyor, sözü kanıt değildir.

      – Nasıl kanıtlanabilir ki? Rüşvetleri bana gösterip almadığı belli.

      – Rüşvet almak suçtur. Suçlunun da cezalandırılması lazım. Herkes biliyor gerekçesiyle dava açmak ise kanuni değil.

      Aben bunları müteaddit kere tekrarladığı laflar gibi uyuşuk bir edayla söyledi, zira bu tür şikâyetlerle gelen çoktu.

      Gelen adam bir kez daha mendiliyle yüzünü sildi, yakarış dolu bir ses tonuyla:

      – Ben aslında, onun rüşvet alıp almadığını ispat etmek için gelmedim. Davalık etmek gibi bir niyetim de yok. Herkesin bildiği bir gerçeği, devlet büyüğü olduğunuz için anlattım sadece. Maruzatım ise, sizin beni onun baskısından korumanız… Güzel bir şekilde birim şefi olarak çalışıyordum. Benim yerimi kendi yakınına verdi herhalde beni de usta yaptı…

      – Maaşınızda ne kadar eksilme oldu?

      Mesele o değil der gibi alnını kırıştırarak ve başını sallayarak:

      – Eksilme olmadı, hatta şimdi eskiye göre fazla kazanıyorum. Mesele işin manevi yönünde. Hiçbir kabahatim yok. Bulabildiği tek şey, “İşinde eksikler var.” Demesi. O tür eksikler kimde yok ki? Kendisinde de var.

      Aben içinden, “Anlaşıldı, küçük de olsa patron olmak istiyorum diyorsunuz… Her halükarda yardımcım bu işe balsın, gerçekten de haksızlığa uğramış olabilir.” dedi. Bunları düşünürken eline kalemini aldı, açık yatan not defterini önüne doğru çekti.

      – Soyadınız?

      – Koybağarov… Koybağarov Aman Koybağaroviç.

      – Peki, isminizi aldım.

      Aben Koybağarov’un kendi hakkındaki uzun hikâyeye tekrar başlamasını engelledi ve “Aman” isminin Kazakça hürmet ifade edecek varyasyonunu düşünmek için bir an bekledikten sonra, sesini yükselterek:

      – Abeke, isminizi aldım. İşinizi ilgilenmeleri için gerekli yerlere aktaracağım. Şu anda fazla zamanım yok. Başka bekleyenler de var.

      Koybağarov, bir anlık sessizlikten sonra meselesinin çözüleceğine inancını yitirmişçesine, hayalleri suya düşmüş bir şekilde geveleyerek vedalaşıp, odadan morali bozuk olarak çıktı.

      İçeriye yardımcısı girdi.

      – Merkez Komiteden aradılar. Sizin burada olup olmadığınızı sordular, dedi.

      – Kim?

      – Sekreter yardımcısı.

      – Beni niye aramıyor? Aben masasındaki kırmızı telefona “Bunun yüzünden mi yoksa?” diyen şaşkın bakışlarla baktı.

      – Bilmiyorum, ikinci kez arıyorlar. Giderse bize bildir diye tembihlediler bana.

      Aben saatine baktı. Yedi buçuk. Bugünün Cuma, yani kısa mesai günü olduğunu hatırladı, ama işkolik biri için ofis evden evladır. Eve gittiğinde televizyondan başka eğlence yok zaten. Ellerini nereye sığdıracağını bilmeden sersem sersem dolaştığı günlerini bilir. Ofisteyse kendini suda yüzen balık gibi hisseder.

      Aben bir iki saat daha oturmaya niyetlenmiş ki, “Girsin,” dedi bir kez daha kapıyı gözüyle göstererek…

      Saat sekizde “Kremlyovka” çaldı. İkinci kez çaldığında Aben ahizeyi kaldırdı.

      – Alo.

      – Aben İlyasoviç?

      Aben sekreterin sesini tanımıştı.

      – Dinliyorum.

      – Bana uğrarsanız.

      – Tamam.

      Sekreter başka hiçbir şey demeden telefonu kapattı.

      Aben düğmeye basarak yardımcısını çağırdı ve:

      – Araba duruyor mu? Dedi, önündeki kâğıtları toplarken.

      – Duruyor.

      Aben kabul odasına girdiğinde sekreter yardımcısı yüzünde esrarengiz bir ifadeyle koltuğu göstererek:

      – Oturun biraz, hemen çağıracak.

      Aben, sekreterin bu işine alınarak, “Şu anda kimse yok ki içeride. Kapısının önünde iki dakika da olsa bekletmekten zevk mi alıyor acaba?” diye düşünürken, içeriden ikinci sekreterin yardımcısı çıktı ve Aben’i görünce çok sevinen bir insan havasıyla:

      – O, Aben İlyasoviç nasılsınız? Diyerek elini tekrar tekrar sıkarak memnuniyetini izhar etti.

      “Artist”.

      – Girin.

      Aben, duvarları oymalı ahşapla kaplı salonvari büyük bir odaya girdi. İki büklüm şekilde bir şeyler yazan sekreter, Aben girdikten sonra da işine devam etti. Bir müddet sonra kalemini kapattı, koltuğuna yaslandı ve aklı başka bir yerde olan insan edasıyla Aben’e, uzaklara bakar gibi bakarak:

      – Durumlar nasıl?

      – Durumlar bir iki cümleyle anlatılacak gibi değil ki, dedi, Aben gülerek.

      Sekreter ne diyeceğini şaşırmış gibi bir an sessiz kaldı. “Boş oturacağımıza havadan sudan dem vuralım.” dermişçesine bir ses tonuyla:

      – Sağlık sıhhat nasıl?

      – İyi,

Скачать книгу