Kardeş Sesler 2015. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kardeş Sesler 2015 - Анонимный автор страница 5
Ve bu döngü her gün yeni doğmuş bebeklerin kulağına fısıldanıyor. Bütün güçleriyle ağlıyor bebekler yine. Sanık sandalyelerinden birinde de ben oturuyorum.
Cengiz Aymatov’un 1997 yılının yazında, Ötüken Yayınevi tarafından yayımlanan “Kassandra Damgası” adlı romanında: ‘Araştırmalar için uzayda kalan Filoley, uzay istasyonunda yapmış olduğu çalışmalar sonucu tüm insanlığın geleceğini etkileyecek büyük bir buluşa imzasını atar. Uzay rahibi Filoley, anne karnında henüz daha embriyon halindeyken, insanların yaşanılmaz bir yer haline getirdikleri dünyaya gelmeyi reddeden embriyoların varlığını keşfeder. Bu embriyonlar, kendilerini bekleyen kötü hayat şartlarıyla karşılaşmamak için doğuma karşı olumsuz tepki göstermektedirler. Bunun sonucu olarak da, kendilerini doğuracak olan kadına bir işaret göndermektedirler. Filoley, bu embriyonlara “Kassandra Embriyonu” ve bu embriyonların bir işareti olarak hamile annenin alnında beliren küçük beneklere de “Kassandra Damgası” ismini verir.’
Cengiz Aymatov’un romanındaki gibi, embriyonlar yarın böyle bir dünyaya gelmek istemedikleri mesajını bize iletmenin bir yolunu bulsalar, dünyamızın bu mesaja cevabı ne olurdu, merak ediyorum.
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2015)
VEDALAR VAKİTSİZDİR
Bir gün gözlerimin ta içine bak: Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
Vedalar vakitsizdir. Ta ki vedalar bitinceye dek.
Yüreğinle karşıladığını, yüreğinle uğurlarsın. Olabilir, çok beklemiş olabilirsin. Ya da aniden çıkmıştır O. Sen yine de çok sıkı sarılma.
Bir türlü büyüyemedi kalbim. Büyümemek için her fırsatta çok uzaklardaki ütopyalarıma kaçtım. Büyümeyi hiç istemedim. Oysa etrafımdakiler hep büyüdüler.
Her ışığa sarıldım. Beklediğim geldi, sandım. Gitmeyecek sandım. ‘Vedasız başlangıçlar’ bunlar diye düşündüm. Hâlbuki batan her güneş beni uyarmaya çalışıyordu. Duyamadım!
Vakitsiz vakitsiz vedaların sonu gelmedi. Çocukluğum kayıp gitti ellerimden. Rüyalarım bir bir kaydı ellerimden. Hayallerim için “artık imkânsız” dediler.
Büyüdüm. Askere gittim. Sağlığıma ve düşlerimin birçoğuna veda etmiş olarak döndüm.
İşitme ve denge rahatsızlıklarım orada başladı. Babam önde ben arkada, Ankara da gitmedik hastane bırakmadık, neredeyse.
Aynı; bakışlar, muayeneler ve sonuçlar hep aynı. ‘’Nedeni belli değil, şu anda bir tedavisi yok. Yapabileceğiniz fazla bir şey yok. S/N Tipi işitme kaybı.’’dediler.
Sanıyorlardı ki onlar, bir hastaya baktık ve sonucunu ellerine verdik. ‘’Sıradaki gelsin’’
Peki, gözleriyle, beden dilleriyle, söylemedikleriyle, neler verdiler? Doktor-hasta ilişkisi; bir beden üzerinde problem çözümü. Gerçi, nereden bilsinler değil mi, Tıp Fakültesi’nde bir hastanın neler ile geldiğini ve sonrasında hastaneye ve doktoruna nasıl veda ettiğini, sanırım öğretmiyorlar.
Hastalığım ile ilgili şunu artık iyi öğrenmiştim. Altında derin psikolojik nedenler vardı. Bir dengesizlik vardı. Ben dengeyi kuramadım. Hala da kuramıyorum. Sadece bedenime zarar vermesini engelledik çok şükür.
İnsana güzel yakışır. Hepimizin içinde; bir parça, kışın, karanlığın, günahın olduğunu biraz biliyorum. Kaçışı mümkün olmayan gerçeklikler vardır. Bir güzellik de şudur düşüncemce; günahınla, karanlığınla, kışınla baş başa kalmaya çalışmak; onu etrafına bulaştırmamak. Güvenli ellere, güvenli gözlere teslim olmak.
İnsanların büyük bir kısmı meydanlara indi. Ben karanlığın temsilcisiyim, diye. İşte burada sırlı, hazin, büyük bir veda vardı. Bu vakitsiz, sessiz, tarifi olmayan veda, dünyama ve yaşama ağır yaralar açtı. Aşkın vedası, sağlığın, güzelliğin, ömrün vedası hafif kaldı bunun yanında.
Alışamadığım vedalar var. Güneş gibi güzellikler de vakti gelince batıyor. İşte bu vedalara alışamadım bir türlü. Yaşadığım zamanda, insanın içindeki siyahın izlerinin ağır basmasına, aydınlığa karşı güç gösterilerine ve zaferlerine.
İnsanların benim içim temiz derken, geçip giden hiçbir güzelliğin vedasına aldırış etmemesine alışamadım. Alışmak istemiyorum. Ne kadar çabalasam da bazen onlar gibi olmama neden içsel yapıma alışamadım. Alışmak istemiyorum.
Güzel dünyama zarar veren şeyler çok kök saldılar, her yöne doğru. Onlar yatıya kaldılar. Öyle kolay kolay veda etmeye niyetleri yok.
Bu olup bitenler beni hasta etti. Hastalandım. Kendime hastalandım. Geçmişe, olup bitene, zalimlere ve onları büyütenlere.
Güneş! Onlar için gül.
Toprak! Demet demet çiçekleri onlara der.
Kar! Yağ ki çocuklar sevinsin.
Yumak yumak ellerinde eritsinler.
Yağmur yüklü bulut!
Sen bu gün benim için ağlar mısın?
Ağladım.
Geceye dönen gündüzler, gündüze dönen geceler boyu.
Ağladım ve düşündüm.
Bir gün, vedalar okulunu bitirdim;
Sokağa çıkamayacak hâle gelince; düşünemeyecek, yaşayamayacak hale gelince. Vedalar hepsi birden başucuma geldi ve hepsi birden vakitli veda ettiler; “Zaman gibi nehir gibi günlük gelir ve gideriz” dediler. Mevla bir tek bedenime veda izni vermedi. “Sen akıp giden nehirsin artık” denildi.
Şimdi mi, yüreğime gelene de gelmeyene de eyvallah. Gülerim de ağlarım da. Dün, dündü, değil mi? Oysa bu gün, bu gün değil benim için. Sadece gün var. Yaşama uyanarak karşıladığım ne varsa ama ne varsa bana veda etmek için gönderilmiştir. Hoş geldin, sefa buldun-güle güle. Beraber ve iç içe. Günün içinde olan en büyük mutluluğum da gün ile batar, en büyük acım da. Geçmişim defter üzerinde karalanmış bir müsvedde.
Benimle beraber olan kâinatta ne varsa akar gideriz bir nehir gibi. Acısıyla, tatlısıyla, nefretiyle, sevgisiyle. Bir tek kural var: Bir yere tutunmamak. Bir yerde kök salmamak. Akıp giderken, günü şereflendirmek. Günü, beni ve bende olanı değerli kılmaya çalışmak. Yanan güzel şeylere körükle gitmek. Karanlığa kafa tutmak, tutabilmek için öğrenmeye çalışmak, değişime gönüllü yazılmak. Akıp giderken zaman denen arkadaşla beraber, ardında güzel izler bırakmak. Güzel vedalar bırakmak.
Vedalar senle ilgilidir.
Sendir.
Sen nasılsan veda da odur.
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2015)
ŞİİR