Kardeş Sesler 2015. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kardeş Sesler 2015 - Анонимный автор страница 9
İhtiyar adam dizlerinden destek alarak yerinden kalktı. Eline bir kalem aldı ve karşımızda duran yazı tahtasına Arap harfleriyle Ayn, Şin, Kaf yazdı. Biraz durakladı, sonra altına Elif, Şin, Kef harflerini yazdı. El yazısı çok güzeldi. Geri dönüp yerine oturdu. Yüzünde hiç solmayan bir gülümseme vardı hâlâ. Bakışları insanın içini ısıtan türden ve yumuşacıktı. Sesini de bakışlarına uydurdu ve yumuşak bir ses tonuyla konuştu:
–Biliyorsun evlat; üstte aşk, altta eşk yazıyor. Aşka eşk yakışır derler, ne kadar doğru bilemem ama görüyorsun ya aşkın boynu bükük, eşkin başı dik… Boyun eğmesini becerebildiğin sürece sararsın sevdiğini Kaf gibi, başım dik duracak diyorsan ağlarsın köşende Kef gibi…
(Avrasya Yazarlar Birliği, Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi, 08.03.2015)
Ebabekir CAMBOLAT
1981 Yılında Karaman’ın Ermenek İlçe’sinde doğdu. İlkokulu köyünde, Ortaokulu ise imkânsızlıktan ve yakınlarda okul olmamasından dolayı üç yıl ara vererek dört ayrı ilçede okudu. Lise olarak Sağlık Meslek Lisesini seçti. Liseyi üç ayrı şehirde bitirebildi. Meslek Lisesi mezunu olduğu için üniversite engeline takıldı. O yıllarda üniversite okuyamadı.
Ancak üniversite okuyamamak, onun eğitimden ayrı kalmasına kendini geliştirmesine engel olmadı. Ortaokulda öğretmenleri tarafından “Bülbül-i Şeyda” isimli şiir kitabı bastırıldı. Ressam Yüksel Yalvaç’ın yedi resim sergisinde resimleri sergilendi. Öğretmenler günü için yazdığı şiir, ülke çapında dereceye girdi.
Lise yıllarında ise “Nevai” adında edebiyat dergisi, “Bozkirbey” ismiyle haftalık gazete çıkardı. Çalışmaları Selçuk Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi öğretim üyelerince takdirle karşılandı ve desteklendi.
Şu anda Ankara’da geç kaldığı eğitimine Kamu Yönetimi bölümünde devam etmekte olup, kendi çabalarıyla orta seviyede iki yabancı dil (Arapça-İngilizce) ve üç Türk Lehçesi (Özbekçe-Uygurca, Azerbaycan’ca) bilmektedir. Çeşitli dergilerde yazıları yayınlanmakta olup, ayrıca bazı yayın organlarında köşe yazarlığı yapmaktadır. E-ticaret uzmanı olan yazarın, ticaret alanında ve Özbek Dilinde Türkiye’yi anlatan iki adet e-kitabı (Elektronik Kitap) mevcuttur.
HİKÂYE:
Ahretlik
Darı Ambarı
Bundan Sonrası
DENEME:
Hasret takvimi
AHRETLİK
Yan yana eşit aralıklarla dizilmiş lataların arasından kararmış nemlenmiş tahtalar sırıtıyordu. Birkaç tanesi çatlamış bir tanesinin düğüm yeri çıkmış olmalı ki oraya zift yapıştırmışlardı. “Neden bakıyorum ilk defa mı gördüm sanki? Hepimizin evlerinin tavanları aynı değil mi?” diye geçirdi aklından. Ama başka da yapacak bir şeyi yoktu ki! Tavandaki lataları sayacak, tahtaları sayacak, o damı nasıl yaptıklarını, tahtaların üstüne serdikleri pürü nasıl güle oynaya getirdiklerini hatırlayacak, pürler başka bir anıyı hatırlatacak böylece vakit geçecekti. Düşüncelerinden bitkin bir ses uyandırdı onu.
–Çavuşuuum…
–Buyur çavuşum, dinliyorum.
–Üşüdüm. Çavuşum, üşüdüm.
–Merak etme, şimdi hallediyorum
Gözleri gaz lambasına gitti Ahmet Çavuş’un. Fitilin bitmesine az zaman kalmıştı. Sabahı bulur diye tahmin ediyordu Kendini zorlayarak ayağa kalktı. Gaz lambasını aldı, evin arkasındaki bölmeye doğru kapılara lambrilere dayanarak yürüdü. Bölmeye girdi. Gaz lambasını kenara koydu, odunları yoklamaya başladı. Eline geçen odunda yaşlık hissetmişti. Ellerini gözünün önüne getirdi, ıslaktı.. Kulağının arkasına bir soğuk dokunmuştu. Şıp… Birden önüne bir damla daha düştü. Doğrulup lambayı koyduğu yerden aldı, tavana baktı. Dam akıyordu, hem de birkaç yerden.
Hava yağıyor olmalıydı. “Normal” diye mırıldandı kendi kendine, “Kasım ayına geldik”. Odunlar ıslanmış olmalıydı. “Bu odunlar yanmaz ki, ah Süleyman Çavuşum ah. O kadar dedim “Camiye gitme evde kıl, sonra hastalanırsın, gerekirse bende gitmem evde cemaat oluruz” diye. Dinlemez ki, hep kafasının dikine dikine gider. Al işte hastalanıverdi ansızın. Ben demiştim, ama nafile, hastalanmanın sırası mıydı?”
Gece yarısı kendi evine de gidemezdi ki. Bir yorgan daha buldu. Palto, çul ne varsa getirip üstüne koydu. Yorganın kenarlarını yastıklara sıkıştırdı. Yine de içine sinmedi Ahmet Çavuş’un. Lambaya baktı alev ifil ifil titriyordu. Çocukken beraber yattıkları aklına geldi. “Altmış küsur yıl sonra yeniden ha” deyip dikdörtgen yorganları uzunlamasına çevirdi. Lambanın zembereğini kısık şekle gelecek şekilde çevirdi. Başucuna koyup, arkadaşının yatağına yatıverdi.
Horozların sesleri ile hasta yatmakta olan Süleyman Çavuş gözlerini araladı. Her tarafı tutulmuş olmalıydı. Kendini bağlanmış şekilde hissediyordu. Yorganı sağından çekmeye çalıştı, gelmedi. Ayaklarını zorla kıpırdatmaya çalıştı, sanki bir yere bağlıydılar. Pencerenin kenarcığından sabah güneşi evin içine vuruyor taze bir hayat müjdeliyordu insanlara. Zorla soluna döndü. Gözleri Ahmet Çavuş’un boynuyla karşılaştı. Kafasını çevirdi emin olmak için. Başka yerlere baktı sonra yeniden soluna döndü. Ahmet yanında yatmaktaydı. İçini sıcak bir his doldurdu. Acemilikte Erzurumlu komutanının sözünü hatırladı. “Kayserili, kazanacaksan insan kazan. Para kazanırsan bir gün kaybedersin. Dost kazanırsan hep kazanan sen olursun” Alnından öpsem diye geçirdi aklından. Yok ya olur mu öyle şey yaşlı başlı oturaklı adamlarız artık. Yerinden yavaşça doğruldu. O an arkadaşının belinin açık olduğunu gördü. Üstü elbiseler çullar ile doldurulmuş ağır mı ağır yorganların kendi tarafından bir parça çekerek arkadaşı tarafına geçirmek istedi. O an uyandı Ahmet Çavuş. İki çocukluk arkadaşın gözleri birbiri ile buluştu.
Her ikisi de birbirine minnetle saygıyla bakıyordu. Yavaşça doğruldular. Bir ressam gelse her ikisini de delikanlı olarak resmetse ancak birbirine sarılmak üzere olan insanlar olarak yorumlanabilirdi bu manzara. Nasıl yorumlanmasın ki! Beraber büyümüşler, aynı zamanda askere gitmişler, her ikisi de askerde çavuş olmuş, hatta aynı gün aynı evin kızları ile evlenmişler bacanak da olmuşlardı.
Süleyman Çavuş’un eşi doğumda çocuğu ile beraber ölmüştü. O zamandan bu yana hiç evlenmemişti, hep yalnızdı. Ahmet Çavuş ise geçen ay kaybetmişti yoldaşını. Ahmet Çavuş yaşça birkaç yıl büyük olmasına rağmen, daha genç duruyordu. Askerlikleri aynı yerde değildi ama birbirlerine saygılı davranmak istediklerinden “çavuşum” diye hitap ediyorlardı.
–Uyandın mı Çavuşum?
–Uyandım