Karakalpak Halk Masalları. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Karakalpak Halk Masalları - Анонимный автор страница 7
– Gitmediğimiz, bakmadığımı yer nere kaldı, diye sormuş. Birisi:
– Çok uzakta avcılık yaparak geçinen iyi nişan alan bir adam var. Sadece o kaldı. Belki kızınızı o görmüş olabilir, demiş. Padişah bir vezirini gönderip o adamı getirtmiş ve kızını sormuş.
– Efendim, sizin kızınızı görmedim. Ancak gözünle gördüklerini, başından geçenleri anlat derseniz anlatayım, demiş.
Padişah da anlat, demiş. O da anlatmaya başlamış:
– Benim hayatım avcılık ile geçiyor. Bir gün bir yaban atı avladım. Akşam o atı pişirip yerken insan suretinde birisi yanıma gelip oturdu. Yemeğim bitmek üzereyken, geldiği taraftan tekrar ormana girip kayboldu. Tek başıma kalınca korkmaya başladım. Atımın koşumlarını uzunlamasına saksaul ağacının üstüne attım. Üstüne kaftanımı serip bir yere oturup saklandım. Benim oturduğumu görmüş olmalı geri gelecektir diye düşündüm. Gecenin bir vaktinde atım huysuzlanıp kulaklarını dikip durdu. Ben de tüfeğimi elime alıp hazırlandım. Az önce gördüğüm şey geri geldi. Kaftanımı serdiğim saksaul ağacını kucakladı. O zaman iniltili bir ses duyuldu. Tüfeğimle nişan alıp vurdum. Neyse ne sabah olunca görürüm diyerek tüfeğimi başucuma koyup uyudum. Sabah olunca baktığımda tırnakları bir karış bir şey duruyor. Tırnakları saksaul ağacına girmiş. Bu jeztırnak adında bir hayvanmış. Efendim, başımdan böyle bir hadise geçti ama sizin kızınızı hiçbir yerde görmedim. Başka gördüklerini anlat derseniz anlatayım, demiş nişancı. Padişah:
– Anlat, demiş.
– Bir gün hayvan avlayıp akşam bir yerde yiyordum. Boyu bir karış, saçı ayağına kadar uzun bir garip geldi. Oda yemeğini kazana koydu ve ateş yakıp oturdu. Ben oturursam o da oturdu, ben kalksam o da kalktı. Kazanın altına odun atsam o da kazanın altına odun attı. Bir ara kazandaki yemeğim pişti bulamaç yaptım. O da bulamaç yaptı. Kazana bulamaç koydum. O da bulamaç koydu. Yemeğimi tabağa koyup yesem o da yemeğini tabağına koyup yemeye başladı. Ben ne yapsam o da onu yapıyor, iki gözünü benden ayırmıyordu. Ondan önce yemeğimi bitirip onu vurup öldüreyim diye düşündüm. Ondan önce yemeğimi bitirdim ve tüfeğimi elime alıp ateş ettim. Hemen orada can verdi. O insan yiyen “Albastı” denen mahlûkmuş. Efendim, ben böyle belayı gördüm ama sizin kızınızı görmedim. Başka gördüklerini anlat derseniz anlatayım, demiş nişancı. Padişah nişancıya gördüklerini anlatması için yine izin vermiş.
– Bir gün avdan dönerken bir ak yılan ile bir kara yılanın kavga ettiğini gördüm. Kara yılan ak yılanı öldürmek üzereydi. Ak yılanı kurtarıp, kara yılana ateş ettim. Mermim ak yılana değdi, oracıkta can verdi. Kara yılanın sırtına üç saçmam isabet ettiği halde sağ kalıp kaçıp gitti. Yanıma üç adam gelip:
– Sen padişahımıza kötülük ettin. Ak yılan padişahımızın karısıydı. Seni padişaha götüreceğiz diyerek yerin altına doğru götürdüler. Yerin altına girerken tüfeğimi dışarıya bıraktım. Adamlar beni yerin altındaki yılan padişahının huzuruna çıkardılar. Padişah:
– Ak yılanı neden vurdun diye sordu. Ben olan biteni anlattım.
– O kara yılanı görsen tanır mısın diye sordu padişah.
– Tanırım, dedim padişaha. Padişah yerin altındaki ve üstündeki bütün yılanları getirtip tek tek göstermiş. Fakat yılanların arasında kara yılan yokmuş. Nişancı:
– Bunların arasında o yılan yok demiş padişaha. Bunun getirtmediğimiz hangi yılan kaldı, diye sormuş padişah. Birisi kalkıp:
– Uzaktaki adada yedi yılan var. Sadece onlar kaldı, demiş. Padişah, o yedi yılanı da getirtmiş. Nişancı yedi yılandan ilk altısına bakmış:
– Bunlar da değil demiş. Yedinci yılanı gördüğünde:
– Benim vurduğum kara yılan bu. Sırtına isabet eden üç saçmamım izi hâlâ iyileşmemiş, demiş. Padişah hemen kara yılanı yakalatıp boynunu bağlatarak asıp öldürtmüş.
Ondan sonra padişah, nişancıya:
– Senin suçun yokmuş. Suç kara yılandaymış, diyerek eline yuvarlak bir altın vermiş ve yerin altından üstüne çıkartmış. Nişancı yerin üstüne çıktıktan sonra bıraktığı tüfeğii almak istemiş. Baksa ki sadece tüfeğinin iskeleti kalmış. Gerisi yanıp kül olmuş. Ben tüfeksiz nasıl yaşarım, bari elimdeki altınla bir tüfek alayım diye şehre gitmiş, nişancı. Bir adamın elinde tüfek olduğunu görmüş. Adam:
– Kim bir yuvarlak altın verirse ona bu tüfeği vereceğim, diye bağırıyormuş. Nişancı yuvarlak altınımı verip, o tüfeği almış. Tüfeği aldıktan sonra mesleği olan avcılığa devam etmiş.
Nişancı bir gün tüfeğini omzuna atmış giderken bir kaplanın gölde büyük bir oğlak ile çekiştiğini görmüş. Bir ara kaplan oğlağı havaya fırlatmış. Oğlak biraz öteye düşmüş. Nişancı da baltasını eline alıp oğlağı öldürmüş. Orada, kaplan ile beraber oğlağı yiyip yatmışlar. Bir gün sabah kaltığında kaplan ortalıkta yokmuş. Şimdi gelir diye düşünmüş ama o gün kaplan gelmemiş. Ertesi gün nişancı kaplanı aramak için yola çıkmışken kaplanın karşıdan geldiğini görmüş. Kaplanın eskisi gibi keyfi yok ve sırtı yara içindeymiş. Nişancı kaplanın sırtına ilaç sürmüş ve birkaç gün sonra yarası iyileşmiş. Birgün, kaplan yine ortadan kaybolmuş. Nişancı iki günbeklemiş ama kaplan gelmemiş. Başına bir iş gelmiş olmalı diyerek aramaya çıkmış, nişancı. Ararken iki ölü kaplana rastlamış. Birisi nişancının dostu olan kaplanmış. Diğeri ise nişancıyı yemek için arkasından takip eden kaplanmış. Nişancının dostu olan kaplan bunu farkedip diğer kaplana saldırınca ikisi de ölmüş. Nişancı dostu olan kaplanı gömüp üzüntüyle dönerken önüne bir kız çıkmış. Nişancı kendi kendine “Önüme bir şeyler çıkıp duruyor. Bu kız da bana düşmandır.” diye düşünüp kızı yanına yaklaştırmadan ateş etmiş. Kız mermi isabet edince inleyerek ağlamaya başlamış. Nişancı kızın yanına yaklaştığında:
– Ben sana on beş yıldır uzaktan âşığım. Seni aramaya çıkalı günler oldu. Sonunda senin merminle ölüyorum, demiş ve gözlerini yummuş. Nişancı da kızı orada yıkamış Güzelce gömüp üstüne mezar yapmış. Bunları hepsini nişancı padişaha anlatmış. Son olarak da belki o kız sizin kızınızdı, demiş ve susmuş. Padişah bunun üzerine o kızın kendi kızı olduğunu anlamış. Padişah, nişancıyı dünya ahiret damat ilan edip vezir yapmış.
ÇARK-I FELEKLİ ÇOCUK
Eskiden bir padişahın oğlu varmış. Padişahın oğlu bir gün şehre gitmiş. Pazarda bir adamın:
– Çark-ı felek satıyorum diye bağırarak dolaştığını