Ömür Tektir. Dinis Bülekov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ömür Tektir - Dinis Bülekov страница 9
İşte bu düşüncelerle dairesinin kapısına geldiğinde, şafak sökmeye başlamıştı. Komşusu Meğefür sokaktan bir çamaşır ipi tutarak girdi.
– Çok erkencisin, – dedi o.
– Tam tersi, geciktim, gece boyunca yolculuk yaptım.
– E, e… Biz de işte, sen dönüyorsun diye gece boyunca yağmur yağdırdık. Şimşekler çaktırarak. Bu kadarını da gören yoktu yani.
– İşte bu yağmur yüzünden uçak kalkmadı ya, komşu.
– Acele etme, Arıslan, iş işte, kurt değil, ormana kaçmaz. – Ondan sonra çamura bulanan çamaşır ipini gösterdi. – Ya, karım başımın etini yiyince çıkıp alayım desem, yerinde yok. Ta oradaki metruk garajın içinde buldum, – dedi. O yine ekledi: – İyi ki, sağlam kalmış, ya. – Ondan sonra komşusuna laf dokundurmak için acele etti. – Senden bir Fransız parfümü kokusu geliyor, Rus kızlar uğurlamış gibi. Tamam, korkma. Feyrüze’ye söylemem. Otelden bahsedersen elbette.
Sivri dilli Meğefür ile onlar yirmi yıllık komşular, bunun için de onun davranışlarına alışmış Arınbasarov. Suratı asık bir şekilde taksiden inen adamın içi bir kez daha rahatladı. Cebinden çıkarıp sigara tuttu ve göz kırptı.
– Ben yani, ben Meğefür. Benim uçak biletim var. Ama işte sen… çamaşır ipini bahane edip nerelerde dolaşıp geliyorsundur. Muhtemelen, Seğize’yi uyutup, kaçmışsındır.
İkisi de memnun memnun güldü. Tütünleri yakmaya başladılar. Meğefür’le karşılaşmalarına çok sevindi Arınbasarov, çünkü, Feyrüze’sinin yanına asık suratla girmek istemiyordu. Nereye giderse gitsin, her zaman özlemle bekler Feyrüze’si, yüzünde bulut eseri bile görmezsin.
Böyle diye tam düşünemedi bile, kapı kendiliğinden açıldı. Koridorda Feyrüze’si dikiliyordu. Kapı açıldığında onu hep, uzun mavi sabahlığıyla görmeye alıştığından bu kez şaşırdı kaldı Arınbasarov: Karısı elbiseli, omzunda çiçekli bir örtü.
– Vay, karıcığım, selam, – o, birden saatine baktı, – işe gitmek için erken değil mi ya? Daha yedi yeni oluyor.
Feyrüze heyecanlandığını belli etmemeye çalıştı. Arınbasarov, yağmurluğunu çıkarıp, karısına uzattığında gayriihtiyari onun gözlerine dikkat etti, vücudu bir yandı, bir soğudu. Hemen arkasındaki kapıyı kapattı ve Feyrüze’sini kucakladı. Beynini bir düşünce yaktı. Kendi bile fark etmeden:
– Şey, annem mi yoksa?… – diye korkarak, nefesini bir defada dışarıya üfledi; ayaklarının bağı çözülerek, o, duvara yaslandı. Annesi çoktandır hastaydı, ama köyü bırakmak istemediğinden hâlâ, köyde kardeşinde kalıyordu. Yaşlı yani artık.
Nasıl bir hata yaptığını Feyrüze’si de anladı ve acele edip başını salladı.
– Yok, Arıslan, kayınvalidem iyi, – o, kocasının göğsüne başını koydu. Dün köyden aradılar, bu yıl habantuy37a çağırdılar.
Arınbasarov, karısının beyaz telleri görünen yumuşak kahverengi saçlarını okşadı, kıvırcık saçlarının bembeyaz nefis boynuna değer değmez titremesine büyülenerek baktı ve nedense hisleri taşıp gitti, gençliğinde olduğu gibi, sıkıca, göğsüne yasladı:
Diğeri daha sıkı bir şekilde yaslandı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
– Sus, kızımızı uyandıracaksın, – dedi Arıslan, ama karısını göğsünden ayırmaya kıyamadı. Çok eski, yılların ta diplerinde kalan önemli bir gün geldi aklına birden. O zamanlarda Arıslan, enstitüyü bitirmişti, Moskova’ya asistan olarak gitmesi gerekiyordu. Feyrüze, üçüncü sınıfı yeni tamamlamıştı. İlk ayrılışları idi. Sevgileri çok güçlü olsa da öğrenememişlerdi daha. Havaalanına uğurlamaya gelince, uçağın havalanmasına az bir vakit kaldığını akıllarında tutarak, yakındaki akağaçlığa gittiler. Bavullar verilmişti. İşte o zaman, tam bugünkü gibi, onun göğsüne başını yaslayıp ağlamaya başlamasın mı? Engelleyebilirim deme. Öyle yapıyor Arıslan böyle, yok, durduramıyor. Sanki cepheye gidiyor. Hatta o da duygulanmış, gözünün kenarından damlalar çıkmıştı.
Uçağa geç kaldılar. Bavul gitti. Ama, ağlamaya da öpüşmeye de doydular, sonra yeni sefere bilet alamayınca da Feyrüze gişenin karşısında ağladı. Üzülüp, Moskova’ya bir bilet bulup vermişlerdi.
Arınbasarov gülümseyerek, memnun bir hâlde dikiliyordu. Karısı bunu, başını kaldırıp bakmasa da sezdi.
– Niye gülümsüyorsun? – dedi, kendi vücudu yay gibi sertti.
– Havaalanını hatırladım, – dedi Arınbasarov, karısının başını göğsünden ayırıp. – Niye yoksa dönmeme sevinmiyor musun? Baksana, bak, gözlerin kızarmış. Sana ağlamak yakışmıyor karıcığım.
– Ben sadece böyle… böyle… Şimdi biter, – Feyrüze acele ederek örtünün ucuyla gözyaşlarını sildi. – Zamanın değilse de, dönse keşke diye dilemiştim.
Onlar salona geçti. Feyrüze hemen çay yaptı. Kocası tıraş olurken:
– Özledin de mi yani? – diye şaka yaptı. Mutfaktan bakan Feyrüze’si şakayı kabul etmedi.
– İşten telgraf göndermişler– diyerek konuya başladı Arınbasarov, diplomat çantasını boşaltırken. Bu sana, Fransızların çıkardığı markalı bir parfüm! E, bu da Gülşan kızıma… Gül-şan’ıma… – O, karısına doğru baktı. – Onu uyandırmayalım mı yani? – Ondan sonra kendisi cevap verdi.– Tamam, sınavları başlayacak, biraz uyusun, dinlensin. Onun için ayakkabılar… İşte! Hindistan’dan getirmişler. Artık bizim ülkeler arasında da alışveriş iyileşiyor. Sempozyumun yapıldığı yerde sattılar. – Bu sözlerle o, masaya parlak, süsleri olan beyaz ayakkabıları koydu. Daha çok da ayakkabının üzerindeki küçücük mavi çiçekler cezbedip kendine çekiyordu. Feyrüze de deminki hislerini unutup tamamen çocuklara benzeyip ayakkabıları eline aldı.
– Çok güzel yapıyorlar şimdi! – diyerek büyülendi, dayanamadı, birisini giyip bakmak istedi, ama onu kocası engelledi.
– Bıraksana ya, topuklarını kırarsın… Senin ayağın daha büyük.
37
İlkbaharda kutlanan geleneksel bir bayram.