Kalabalık. Afak Mesut
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kalabalık - Afak Mesut страница 3
Peşinden gelenler yine elbisesine basıyor ve o da düşecekmiş gibi oluyordu, sendeliyordu. Bir ara sanki birileri onun uzun elbisesinin eteğine bindi, keyifle, kısık sesle güldü de.
Arkasına baksa da, tanıyamadı. Yuvarlak yüzlü, zayıf bir kadındı, eteğinin üzerinde oturmuştu, kafasını, kulaklarını estire rek acayip sesler çıkararak gülüyordu.
Kadının yüzü çok tanıdıktı. Fakat nerede gördüğünü hatırla yamadı, bir resimde mi görmüştü o kadını, yoksa kadın onların evine misafirliğe mi gelmişti?! Yine babasını getiriyorlardı. Ve yine babası tabutta gözü kapalı yatarak anlaşılmaz bir tarzda küçük baykuş gibi uluyordu. Babasının ulumasına siyah dumanın bir yerlerinden baykuşlar eşlik ediyorlardı. Tüyleri diken diken oldu, üşüyerek elbisesinin dekolte kısmının önünü kapatmaya çalıştı, fakat olmadı, kapatamadı. Sonra sanki baykuş sesleri çevreden duyulmaya başladı. Sanki kalabalığın içinden birileri ilk önce baykuş gibi uludular, daha sonraysa kısık sesle güldüler.
Etrafını kolaçan ederek, kalabalıktan kurtulmanın yollarını aradı. Fakat bu arada kimse sırtına tahtayla vurarak olanca sesiyle: “Yürü bakalım” , dedi.
Arkasına bakmasa da, sesinden tanıdı. Sugra hocaydı. Her halde şimdi şaşı gözleri öfkeden iyice büyümüştü, tükürüğü her zaman olduğu gibi yine dudaklarının kenarında kurumuştu, elinde kırık ucuyla haritaların eski deliklerini yırtıp büyüten büyüteci vardı.
Sonra birileri hemen yanı başında uludu, baykuş kafasını ona doğru dönerek yuvarlak gözlerini büyüttü, tüylü gerdanını estirerek korkunç bir ses çıkardı.
içini acayip bir sıkıntı kapladı, elleriyle yüzünü kapatarak ağladı.
“Ağla, yavrum, ağla. Ağlayacak zamanın geldi artık senin de.”
Yine de o madeni dişli anneannesiydi. Ön safta eğri bacaklarını arkasınca sürüyerek, kamburunun arkasından bakarak, ara sıra keyiften solumadan fışırdıyordu habire:
“Daha çok ağlayacaksınız. Hepiniz ağlayacaksınız. Ağlayarak öleceksiniz!. Ölerek ağlayacaksınız!.”
Anneannesinin yine boz serçesi omzundaydı, yine küçük gözleriyle onu izliyordu. Pembe solucan da kendi yerindeydi, kıvrılarak küçücük kafasıyla kuyruğunu anneannesinin boynunda düğümlemişti.
Deminden beri Sugra hocaların safında sinek kovalayarak ilerleyen adam elinde bulunan sinekleri öldürmek için kullanılan araçla onu nasıl vurduysa anneannesi asfalta yapıştı. Anneannesinden geriye kalan sadece nokta kadar bir leke oldu.
Birileri kolundan tutup onu çekiştirdi o, eteği peşinden gelenlerin ayakları altında kalarak yırtıldı. Fatma’ydı. Beyaz okul önlüğü de, bir ucu kafasından omzuna sarkan beyaz bantı da mürekkep lekeleriyle kaplıydı.
Gözlerini kısarak kafasıyla bir şeylere işaret ediyordu.
…Fatma’yla beraber koşarak siyah kalabalıktan uzaklaştıkça, arka taraflarında Sugra hocanın ince tahtasının sesini duyuyorlardı. Sugra hocanın sopası arkalarında vınladıkça, vücutları sızıyla dolu bir halde kendilerini okulun arka bahçesine attılar. Spor salonun önündeki köşede bulunan büyük demir fıçının içinde saklandılar ve fıçının kapağını kapattılar. Fıçının içinde demirler vardı ve zemini narın kumla kaplıydı. Fatma karanlık fıçının içinde kendini rahatladıktan sonra:
“Artık merak etme, kimse bizi bulamaz.”, dedi.İkinci zilden sonra çıkarız buradan.
Fıçıda zaman adeta aktı, ikinci hayli zaman çalındı ve çocuklar avluya çıktılar. Fıçının kapağını at ayaklarıyla vurarak bir bu tarafa, bir öbür tarafa koşturdular. Sonra sessizlik. Birisi fıçının kapağını kapı gibi çalmaya başladı.
Soluk almayı bırakarak fıçıda bulunan küçük delikten dışa rıya baktı. Sugra hocanın yeşilimsi kulaklarıydı gözüken. Fıçı da bulunan küçük delik boyunca bir şeyler arayan büyük el gibi yukarıya, aşağıya dolaşıyordu. Sonra fıçının kapağı aralandı ve içeriye Sugra hocanın çekiç gibi sivri burnu girdi. Bir süre fıçının içini kokladı. Sonra fıçının küçük deliğinden içeriye Sugra hocanın çatala benzer eğri parmakları girdi. Parmaklar bir süre kör akrep gibi fıçının içini dört dolandı, galiba onları arıyordu.
Sugra hocanın akrebi bir süre parmaklarının üzerinde dola şarak sonunda Fatmanın bacağını yakaladı.
Fatma bacağı Sugra hocanın elinde sonuncu kez hüzünlü bir çehreyle karanlığın içinden ona son kez baktı, küçük, yuvarlak gözleri bulut bulut doldu.
Sugra hoca bir süre Fatma’yı fıçının içinde tersine bekletti, sonra yukarıya doğru çekerek, üzerindeki elbiselerini yırtarak dışarıya çıkardı.
Sonra bir süre tüm vücudu titriyerek Fatma’nın fıçının dışından duyulan sesini dinledi. Fatma ilk önce kedi gibi miyavladı, tavuk gibi gıdakladı, sonraysa soluğu kesilirmişcesine uzun uzun kişnedi.
Dizleri eserek fıçının deliğinden baktı ki, Sugra hoca Fatmanın sırtında ucu kırık sopasını havada sallayarak, Fatmanın arkasına vurarak bağıra bağıra okula doğru koşturuyor.
…Fatma kişneyerek uzaklaştıkça fıçının içini karanlık kaplı yordu. Belki de her tarafı böyle karanlık bastırıyordu, kim bilir?! Ne olduğunu anlamıyordu, fakat anladığı bir şey varsa o da fıçının hızla ısınmasıydı.
İçi daraldı. Fıçının kapağını kaldırmaya çalışsa da başaramadı. Sanki birileri fıçının kapağının üzerinde oturmuştu.
O yüzden fıçının bir köşesine sindi. Ve bu halde de galiba uyudu .
Uykudayken, tüm vücudunu ter kaplıyor, dizleri boşalıyor, fakat o, tüm bunlara aldırmadan itinayla çalışıyordu. Bir mucize yüzünden uyumuş Sugra hocanın kulağına civa döküyordu.
Civa termometrenin ucundan açık renkli reçel gibi usul usul, damla damla Sugra hocanın büyük kulağına bir türlü uyuşmayan küçük kulak deliğinden içeriye akıyordu, aktıkça Sugra hoca keyifle inliyordu. Termometrenin içinde bulunan civa bitiyordu, fakat Sugra hocanın inlemesini durdurmak imkansızdı.
İçi boşalmış termometreyiyse saklamak için bir yer yoktu, sinsi bir haraketle çevresini kolaçan etse de, bir yer bulamadı. Ve termometreyi Sugra hocanın kulak deliğinden içeriye bıraktı. Termometre bir süre Sugra hocanın kulağında uçtu, uçtu ve sonra sulu bir yere düştü sanki. O an Sugra hoca gözlerini kocaman açarak ona baktı, gümüş gibi parlayan yüzünü eğerek:
“Bunu sen mi yaptın?”, diye bağırdı.
Onu da bacaklarından yakalayarak bir süre tersine beklettiler ve sonra aynen o halde götürerek beyaz giyside, beyaz yatakta yatan annesine gösterdiler. Annesini de ters gördü.
Annesi bu durumda yatağı sırtında taşıyan bir böceğe benziyordu.
Sonra onu iyice sardılar,