Uygur Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme. Enver Kapağan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Uygur Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme - Enver Kapağan страница 4
Tarihin her döneminde bir cazibe merkezi olan, birçok devletin elde etmek için her şeyi göze aldığı bir coğrafya olan Doğu Türkistan’da Çinlilerin işgal sürecini engellemek için yaşanan direniş sorununu kökünden çözeceğine inandıkları sorunlu politikalar izlediklerine dair iddialar bulunmaktadır. Çinlilerin esası ve nihaî amacı bir soykırım yani toptan yok etme şeklinde ifade edilebilecek bu politikaları nedeniyle Uygur Türkleri ve Müslüman toplum açısından hem demografik yapı hem de kültürel anlamda büyük değişmelere sahne olan Doğu Türkistan adeta açık hava hapishanesi haline gelir. Çinliler; ekonomik, siyasî, askerî, tarihî sebeplerle Doğu Türkistan coğrafyasını ilhak edip kendi toprağına dönüştürmek isterken bu amaçlarına en büyük engel olarak da halkın tarihini, kültürünü ve dilini yani millî hafızayı görür. Bu sebeple yok etme politikalarının hedefi olarak seçilen bu millî hafızaya ait geleneklerin, olayların, kişilerin hatta yer isimlerinin kullanması yasaklanır. Bu politikanın işlerliği bizzat Çinliler tarafından kanunsuz bir biçimde o topraklara asker, memur yahut çiftçi olarak yerleştirilen Çinliler eliyle sağlanır. Bu politikanın en bariz örneği coğrafyanın asıl adı olan Doğu Türkistan’ın yerine bölgeye Çincede Yeni Toprak anlamına gelen ve coğrafyanın kadîm tarihiyle çelişen Şincan adı verilir. 1884 yılında gerçekleşen bu adlandırmayla beraber de bölgenin eski isminin kullanımı yasaklanır (Sayın-Koçak, 2017: 11).
Çin’in bölgede uyguladığı sözde toplumsal uyum esasta ise asimilasyon politikalarının tarihî sebepleri kadar güncel nedenleri de vardır. Özellikle merkez kutupların etkin olduğu bugünün dünyasında Çin’in karşısında düşman kutup olarak değerlendirdiği Amerika Birleşik Devletleri ile onunla birlikte hareket eden Batılı devletlere karşı bir stratejik bir alan oluşturma çabası bu güncel nedenlerden en önemlisidir. Amerika’nın karşısında Çin ile iyi ilişkiler kuran ve rejimini Çin’e ihraç eden Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında kısmen boşta kalan Orta Asya coğrafyasına açılma zarureti sebebiyle Çin’in Doğu Türkistan’ı tam olarak teslim alma ihtiyacı ehemmiyet kazanır. Bu anlamda Doğu Türkistan küresel aktörlerin Pazar ve etki alanı mücadelesinde bir araca dönüşür. Doğrusu bu aktörleri ve şiddeti değişmekle beraber bütün tarihî süreç boyunca önemini koruyan bir sebeptir. Ayrıca Doğu Türkistan dün olduğu gibi bugün de zengin kömür, doğalgaz, petrol, uranyum kaynaklarıyla enerji ihtiyacının %30’unu tek başına karşıladığı için Çin’in vazgeçilmezidir. Anılan enerji kaynaklarının yanı sıra çeşitli madenlerin de zengin olarak bulunduğu Uygur coğrafyası, buğday, pirinç, arpa gibi tarımsal ürünler bakımından da kalabalık bir nüfusa sahip Çinliler için önemli bir coğrafyadır. Son olarak Uygur Türklerine tanınabilecek bir bağımsızlık durumunun bölgede domino etkisi yaparak Tibet ve Tayvan’ı da etkileyeceğini hesaplayan Çinliler için Doğu Türkistan oldukça hassas bir bölgedir. Çinlilerin ekonomik, siyasî ve stratejik anlamda vazgeçilmez bulduğu Doğu Türkistan’da yaşananları anlamak için geçmiş kadar bugüne bakmak ve süreci bir bütün olarak değerlendirmek gerekir (Demirağ, 2014:229-232).
Netice olarak bu bölge ekonomik zenginlikleri, jeopolitik konumu ve stratejik önemi hasebiyle her zaman Çin ve Rusya için her zaman işgal için fırsat aranan bir yer olarak görülmüştür. Merkezi Çin Hükümeti, her ne kadar yaşanan sıkıntıların dışarıya ulaşmasını engellemeye çalışsa da çağın gelişen iletişim ve ulaşım araçları bu baskının kapalı kalmasını imkânsız hale getirmektedir. Bu sebeple Doğu Türkistan’ın içerisinde bulunduğu siyasî ve toplumsal durum bütün dünyada gündem haline gelen büyük sorunlardan biri olarak çözülmeyi beklemektedir.
EFSANE
İnsanın bu dünyada kabullenmekte en çok zorlandığı şeyin gizem olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira insan gizemin yani sebepleri ve olası sonuçları bakımından açıklayamadığı durumları, olayları kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak görme eğilimindedir. Buna karşılık insan her geçen gün dünyaya ait yeni bir gizemle yüzleşmek durumunda kalır. Bu yüzleşmelerden sonra her defasında insan; karşılaştığı yeni gizemi anlamaya, kavramaya, öğrenmeye çabalayarak kendisine güvenli bir alan inşa etmeye uğraşır.
İlk devir insanları da bir yandan hayat ile ölümün sırrını anlamak için çalışırken bir yandan da gök ve gökteki cisimlerin, denizlerin, yağmurun toprak, orman, dağ, ateş, maden ve benzeri tabiat unsurlarının varlığını anlamlandırmaya çalışır. Hem hayatın kaynağı hem de ölümün nedeni olarak düşündükleri bu tabiat varlıklarından faydalanmakla birlikte bunlara karşı korku ve heyecan duymaktan da kendini alamaz. İnsanoğlu aklıyla anlamakta ve bildikleriyle açıklamakta çaresiz kaldığı anlarda çeşitli hayaller kurmaya yönelir. Korku ve heyecanından kaynaklanan sorgulama ihtiyacına araçlık eden hayalleri düşünce ve duygularının, bir bütün ruh halinin eşyaya ve tabiata yansımasına vesile olur. Hayaller; düşüncelerle, duygularla ve yorumlarla zaman içerisinde zengin bir sözlü anlatı halini alır. Bunlara eklenen gerçek hayat parçaları ile birlikte efsaneler, mitler ve bu çeşitten sayılabilecek anlatı metinleri oluşur (Elçin, 1993: 314). Bu ürünlerin tamamı ilk haliyle sözlü ve anonim olarak gelişir. Bu sebeple oluşumu uzun zaman alsa da yazılı metne kıyasla zenginleştirilmesi, farklı bakış açılarının metne eklenip harmanlanması ile mümkündür.
Farsçadan Türkçeye geçen efsane kelimesi Arapçada usture, esatir; Yunancada; mitos, mit kelimelerine karşılık gelmektedir. Türk kültüründe ise esatir, menkıbe, menkabe, menakıpname gibi kelimeler ile karşılanır (Güleç, 2014: 206). Günümüzde de Türk dünyasında efsane kelimesinin yerine; epsane, rivayet, mif, legenda, añız, añızeñgime, ekiyet, aytıv, tavruh ve benzeri birçok kelime kullanılmaktadır (Oğuz-Ekici vd., 2015: 144).
Birçok araştırmacı efsane türünün çeşitli tanımlarını yapar. M. Öcal Oğuz’un editörlüğünde hazırlanan Türk Halk Edebiyatı El Kitabı adlı eserde efsane için; “Halk anlatıları arasında mitlerle karşılaştırılan, masallarla ilişkileri sorgulanan, masal, destan ve halk hikâyesine göre daha kısa; içinde abartma ve olağanüstülük bulunan nesir anlatıdır.” ifadeleri yer alırken bir başka araştırmacı Alman Grim kardeşler efsane için; “Efsane, gerçek veya hayali, muayyen şahıs, hadise veya yer hakkında anlatılan bir hikayedir.” der (Oğuz-Ekici vd., 2015: 144). Bu tanımlamalardan hareketle türün diğer türlere göre daha kısa içerisinde gerçek kişi ve olayların da bulunabileceği buna karşılık abartı ve olağanüstülüğü de yer verilen daha çok belirli şahıs, olay veya yerlere dair anlatılar olduğu söylenebilir.
İnsanın yaşadığı hayatı hem sorgulama hem de kabullenme sürecini içeren masal, mit ve efsaneler insanoğlunun her dönemde ilgisini çekmişlerdir. Oluşumları yüzyıllar alan bu türler, sözlü nakille nesiller arasında taşınarak günümüze ulaşırken insana ait zengin medeniyet birikiminin dünü ile bugünü arasında da köprü işlevi görür. Oluşum süreçleri bakımından mit ve masallara göre daha yakın bir döneme ait olan efsanelerde; olağanüstü nitelikleri bulunan bilhassa tarihî kişiliklerin etkisiyle gelişen ve halkın hafızasında yer eden bazı tarihi olaylar, mekânlar ile insanın var oluş üzerine sorgulamalarına cevap olabilecek olay ve durumların anlatıldığı abartılı hikâyeler yer alır. Halkbilimin bağımsız bir disiplin alanı olarak ortaya çıkmasından önce efsanelerin kültürel aktarımı sağlayarak toplumsal hayatı düzene sokmak amacıyla insanları manevî değerlere, iyiliğe, doğruluğa ve yardımlaşmaya özendiren tarafı dikkate