İnsan Olmak İstiyorum. Tölögön Kasımbekov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İnsan Olmak İstiyorum - Tölögön Kasımbekov страница 8
Rayım güldü.
–Beraber oynadığımızı kimseye söyleme! dedi. Öyle mi?
–Hayır.
–Ee nasıl o zaman?
Bu sorular ne tesadüfen sorulmuş ne de Rasul’dan şüphelendiğinden dolayıydı. Öğretmen baba her zaman oğluna nereye gittiğini, neler gördüğünü sorar, sonra o gördüklerine karşı bakış açısını ve düşüncelerini öğrenir, yanlış düşüncede ise onunla hemen konuşarak düşüncesini ve bakış açısını değiştirirdi. Babasından hiçbir şeyi gizlemeyen, yalan söylemeyen Rasul, şimdi de dayanamadı. Kökö ile yaşadığı bütün olayları ayrıtılarıyla anlattı. Sonunda:
–Annesi çok kötü biri, ona beddua etti. Sonra Kökö ağlayarak… Rasul devamını getiremedi. Kökö’ye acıyan çocuk, babasına baktı.
–Baba sen kimseye söyleme tamam mı? Ben söylemem diye söz vermiştim.
–Aptal mısın oğlum sen! Gizlediğin şey bu muydu?
Ninesi çocuğun saçlarından okşayarak
–Sıpam benim sıpam…
Oğlunun ricasına Rayımcan hemen cevap veremedi.
–Hmm öyle miymiş? O simsiyah kaşlarını çatarak biraz düşündükten sonra şöyle dedi:
–Demek öyleymiş, konuşmak lazım! Çocuk bunu alışkanlık haline getirirse iyi olmaz. Yoo, bırakması gerek çocuğun bunu!
–Oğlum, tamam kimseye söylemem; ama sen yarın gelirken Kökö’yü eve getir tamam mı?
–Tamam baba.
Rayımcan Öğretmen, beş altı senedir köyde çalışıyordu. Orta yaşlı dolgun birisiydi. Onun yüzünü sert gösteren şey yüzündeki kesik izdi. Ama korkutucu bir şey değildi. O yirminci asrı titreten kanlı savaşın izi…
–Uyuyor galiba…
Kökö, etrafına bakınarak kapıya yaklaştı. Kapı da üstelik ses de çıkardı.
–Bu ne böyle horoz gibi ötüyor. Yere batasıca lanet! Siniri bozuldu.
–Göreceğiz şimdi bir daha bana takılırsan taşla kafanı kırarım! Kendi kendine konuşarak kapıyı açtı, içeri girdi.
Odanın içi ılık ve karanlıktı. Horr horrr… diye sessizliği bozarak birisi horluyordu. Bunun kim olduğunu Kökö iyi biliyordu.
Kökö; beddualardan, kavgalardan, küfürlerden bayağı bıkmıştı. Eve girmeye yüreği dayanmıyordu. Ama onun uyuyor olması Kökö’yü canlandırdı. Hemen aklına karnını doyurmak geldi. Hiç düşünmeden kendine tanıdık olan raflardan bir şeyler atıştırmak istedi.
Kökö, kör gibi iki kolunu öne uzatarak ayaklarıyla yolu ölçüyormuş gibi yavaşça gidiyordu. Aniden ayağını bir şeye çarptı. Şaldır şuldur ses çıktı. Ayağına takılanın boş kova olduğunu fark etti. Yere düştü. Gürültüden dolayı horultu sesi kesildi.
–Kedi girmiş pis git! Lanetli git! diye ses geldi içeriden.
Kökö, olduğu yerde donakaldı. Sesin kesilsin, Şeki Anne uyanmadan yat zıbar! Büyürüm, büyüyünce bakalım, bana takılabilecek misin?
Şeker, yerinden kalkmadı. Horr horr… diye horuldamaya devam etti.
Şimdi Kökö, biraz rahatladı. Kökö, başka bir şeye çarpmayayım diye iki elini yerde gezdirerek ilerledi.
Kökö’nün eline bir kova değdi. Kökö’ye bu tanıdık geldi. Bunun içinde her zaman hazır olan bozo olurdu. Üstü tabakla kapatılmış tabağı yavaşça yere koydu. Bozonun ekşi kokusu acıkan çocuğun hoşuna gitti.
–Oh yaşasın! Kökö, kovayı iki eliyle kaldırarak içmeye başladı. Karnı ağırlaşıp doyduğunu fark ettiğinde kovayı yere bıraktı. Ne bu böyle, ekşi, diye kovaya baktı. İçtiği bozo değil de bozo hazırlamak için yapılan malzeme imiş; ama buna üzülmedi. O, nasılsa karnını doyurduğuna sevindi. Yerinden kalkıp duvara yaslanarak biraz oturdu. Susamışım, lanetli yaşlı horoz! Galiba eti sertmiş diye kendi kendine konuştu.
Kökö, dün akşam kamışla dolu tarlaya gelince beyaz horozu kesti. Çalı çırpı yakarak ateşe tuttu. Derisi yanmış bile olsa eti pişmemişti. Bundan dolayı Kökö, eti çiğnese de yiyemedi.
Yerin dibine girsin! Kökö, ağzını açarak esnedi, uykuya daldı. Aç haliyle hemen bozo malzemesini yediğinden midir nedir! Yorgunluk bastırdı. Mışıl mışıl uyudu.
–Rahatça uyumasına bak! Bu ses Kökö’nün şirin uykusunu böldü. O, iki avucuyla yüzünü tutarak yatıyordu. Uykulu hâlde gözünü aralayıp kapadı ve koltuk altını kaşıdı.
–Yazıklar olsun sana! Neredeydin akşam serseri?
Gelmiş, nereye gidecekti ki zaten… Kökö, yavaşça gözünü açtığında karşısında rüyasında görse korkacağı Şeki annesi duruyordu.
Kökö, cevap vermek bir yana, onun yüzüne bile bakmadı. Yerinden kalkıp; yüzüne, ellerine bulaşmış toprakları sildi, esnedi.
–Ne, dilin mi kesildi lan! Şeker çocuğu itti. Git su getir ırmaktan. Yıkanacağım ben!
Dünkü sulu bozo malzemesi açlığını daha da arttırmış içini kavuruyordu. Kökö, dayanamadı.
–Şeki anne acıktım…
–Şuna bak, daha horoz bile ötmeden acıktım diyor. Senin karnında kara yılan mı var? Git su getir! Bozo hazırlayacağız, yudumlarsın o zaman.
Dünden beri bu zavallı, bir parçacık mısır ekmeği ve bir parça yemekle duruyordu. Bu hâlini bilen Şeki Anne’sinin umrunda bile değildi. Onunla hakkını tartışacak değildi Kökö. Yetimde ne hak var ki… Çaresizlik içindeyken nasılsa onu Şeki büyüttü. Ağzını bile açmadan kovayı eline alıp, dışarıya koştu.
Doğu tarafındaki güneş etrafı aydınlattı. Uzaklarda kervan çeken pamukçunun göçü gibi bembeyaz dağlar, yemyeşil ormanlar, dümdüz dereler, sararmış tarlalar ayna gibi görünüyordu.
Kökö, öğle vaktine doğru yol kenarındaki arıktaki suya ayaklarını sallayarak oturdu. Buraya geldiğinde kendini daha özgür hisseder; gönlündeki hüzünleri, Şeki Anne’sinin kaba davranışlarını da unuturdu. Hayaller dünyasına girer, kendince oynar, neşelenirdi. Uzaklarda, eski kuşağına okul çantasını asarak gelen Rasul gözüktü. Kimsesizlikten sıkılan Kökö, onu görünce neşeyle:
–Aferin sana! Geldin mi! Yine bacaklı balık tutarız. Sen şimdi bacaklı balığın kebabını da dene bir bakalım! Rasul, hiç cevap vermeden:
–Kökö, gel benimle. Babam seni çağırdı, kanuşacağım diyor, dedi. Kökö şaşkın şaşkın baktı:
–Ne