Kardeş Sesler 2020. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kardeş Sesler 2020 - Анонимный автор страница 6
Oğlanla kız hazır birbirlerini görmüşken yarım kalan bir meseleyi konuşmaya başladılar. Baba sesten rahatsız olmuştu, onları susturdu. Bunun üzerine kız sosyal medya hesaplarına daldı.
Oğlan kalktı, annesi nereye gidiyorsun diye sorunca;
“Merak etmeyin, yönümü değiştirmeyeceğim. Ben de bir ekrana bakacağım ama kendi telefon ekranıma. Odama gidip film izleyeceğim.” dedi ve odasına gitti.
Babası sinirlendi. Büyüklere saygı kalmamıştı. Yine de sustu daha birlikte geçirecekleri kaç gün vardı Allah bilir. Oğlu nasılsa yine uğrayacaktı bu meydana.
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi Haziran, 2020)
BİNNUR TÜZÜN
7 Mart 1963 tarihinde Sinop ilinin Ayancık ilçesinde doğdu.
İlk ve Orta öğrenimini Karabük’te tamamladı. 1977 senesinde aile birleşiminden yararlanarak Avusturya’daki ailesinin yanına yerleşti.
On beş yaşında iş hayatına başladığı sırada, eş zamanlı olarak iki senelik ev ekonomisi okudu. Mektupla İngilizce Kursunun yanında, akşamları Almanca, bilgisayar, tekstil ve gıda depolama kurslarına katıldı.
Gönüllü olarak bazı sivil toplum kuruluşlarının yönetiminde görev aldı.
Ortaokul sıralarında şiir yazmaya başladı. Bazı şiirleri “Mısralardaki Öykü’m Şiir Antolojisi 5” kitabında yer aldı. Şiirleri Çorum, Ayancık ve Karabük yerel gazetelerinde yayınlandı. Halen Avusturya’da tekstille ilgili bir iş yerinde bölüm şefi olarak çalışmaktadır. İki erkek ve bir kız olmak üzere üç çocuk annesidir.
Ocak 2020’de Avrasya Yazarlar Birliği online hikâye atölyesine devam etmeye başladı. Yazdığı hikâyelerden bir kısmı Kardeş Kalemler Aylık Edebiyat Dergisi’nde yayınlandı.
HİKÂYE:
Sahipsiz Hediye – 17 Ağustos 1999
Böyle Gelme – Anlamaya Çalış
İstersek Olur – Önce Can
Gece Gibi Karardı Her Şey – Umuda Çevir Yüzünü
Geçmeyen Geçmiş – Değer miydi?
Henüz Bitmedi- Yeşil Küvet
SAHİPSİZ HEDİYE
Otobüsten inmeden gördüm. Çantasını duvarın dibine koymuş, okul bahçesinde bir başına dolaşıyordu. Beni görünce koşmaya başladı. Ama nasıl koşuyor; felâketten sığınağa koşar gibi, doludizgin, delice… Bahçe girişinde karşıladı beni. Soluk soluğaydı. Yanakları, burnu soğuktan kızarmıştı. Gözleri sevinçle gülüyordu. Mutluydu.
Dün gece görmüştüm bu rüyayı.
Gözlerimden süzülen damlaları hissettiğimde alârmın her gün acı acı çalan sesi beynimde çınlamamış, henüz güneş bile doğmamış, tan yeri ağarmamıştı. Odamın, bütün bir gece içine işlemiş, sanki boğazıma sarılır gibi benimle sabahlayan, ağır ve bunaltıcı havası yüzünden nefes almakta zorlandığımı fark edip pencereyi açışım birkaç dakika sürdü. Camı açtığım anda suratıma buz gibi çarpan soğuk hava dalgası sayesinde az da olsa kendime gelebildim. Dallarını pencereme kadar uzatan kiraz ağacım bile beyazlara bürünmüş, her sabah beni cıvıltılarıyla uyandıran kuşların sesi de duyulmaz olmuştu. Derin bir nefes alarak camı kapattım ve yatağın kenarına iliştim. Öyle ya, dün gece yağan karı nasıl da unutmuştum…
Sahi, beni ne uyandırmıştı uykumdan bu kadar erken?
Zihnimi biraz da zorlayarak geceyi sanki tekrar yaşamaya çalışıyorum. Bu arada farkında olmadan çocukluğuma, ilkokul dönemime gittiğimi fark ettim. Hoş, ben o günleri asla unutamadım ya …Yine böyle havaların güzel gittiği, ağaçların yemyeşil kıyafetlere büründüğü, en fazla iki, üç aracın mahalleye çıktığı o dönemlerde Karabük’te Demir Çelik Fabrikası’nın karşısında kalan bir mahallede etrafı çorak denecek kadar boş olan bir arsadaydı ilkokulumuz.
Mayıs ayına yaklaşıyorduk, anneler gününe sayılı günler kalmıştı. Bu yüzden de başta öğretmenlerimiz olmak üzere herkes de bir heyecan, bir telaş başlamıştı. Sınıfın en başarılı öğrencilerinden biriydim, öğretmenim benimde bu özel günde, özel bir gösteri sunmamı plânladı. Elime tek kişilik bir monolog tutuşturduklarında ne yalan söyleyeyim bayağı korkmuştum. İlk defa bir gösteriye çıkacaktım, karşımda mahalleden bir sürü veliler olacaktı ve bana uzakta olan öğretmenimden başka destek olacak kimse de yanımda olmayacaktı. Hem bu arada elimdeki monolog metni de öyle kısa bir şey değildi, hepsini ezberleyecektim. Beni korkutan, heyecanlandıran asıl şey metnin uzun oluşu değildi. Sıkıntımın sebebi bu gösteriyi yurt dışında çalıştığı için yanımda olamayan annem için hazırlayacaktım.
Okulumuzun çorak arazisine bakarak caddenin karşısındaki arazide bulunan mezarlık, sanki cenneti andırır gibi ağaçla doluydu. Nihayet hazırlıklar bitti, gösteri günü geldi. Gün içinde okulumuzun caddeye bakan boş arazisine misafirler için sandalyeler ve onların karşısına da gösteri için biraz yüksek bir platform yerleştirildi. Mahalle arası ve küçük bir yer olduğundan genelde herkes birbirini tanırdı. İşte, benim imtihanım burada olacak, notum da burada verilecekti.
Sıram geldi ve ben sahneye çıktım, heyecandan adeta elim, ayağım titriyordu. Elime tutuşturulmuş okul çantam, örgü ipleri, makas, kalem ve karton parçalarıydı oyundaki rol arkadaşlarım. Sunumu yaparken gözlerimin nasıl ara ara karşımdaki mezarlığa doğru kaçamak yaptığını, yine gözlerimi sahnenin ön sıralarına oturmuş olan annemin arkadaşlarından nasıl kaçırdığımı hiçbir zaman unutamadım.
Bana göre o zaman oldukça uzun gelen anlatımın ardından:
“Anneciğim! Biliyor musun bugün anneler günü”, diye devam ettim gösteriye.
“Sana bir hediye vermek istiyorum ve bunu ben sana kendim hazırlamak istiyorum. Bak, ne güzel iplerim var, sarı, mavi, yeşil hatta kırmızı bile var. Sana kazak örmemi ister misin?”
Seyirciler mikrofonumuz da olmadığından pür dikkat beni dinliyordu, ben ise yine herkesten gözlerimi kaçırarak üzgün bir ses tonuyla devam ettim:
“Ama ben kazak örmeyi bilmiyorum ki…” Sonrasın da etrafımı biraz araştırır gibi yapıp kalemi ve karton parçalarını aldım, üstüne ayakkabı tabanı gibi bir şekil çizdim.
“Ben en iyisi sana terlik yapsam beğenir misin?” Makas elimde başarısız bir şekilde kartonlardan bir şeyler kesmeye çalışıyorum, tabii o da olmuyor ve ben rol gereği çok üzülüyorum. Son anda aklıma bir çare gelmiş gibi okul çantama sarılıyorum.
“Anneciğim, hediye alamadım ama, bak sana