Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan - Анонимный автор страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan - Анонимный автор

Скачать книгу

hareketle sunmuştur.

      Yazar için nesneler ya da tabiat unsurları bir tür haberci niteliğinde, bir bütünün parçalarıdır. Söz konusu durumun “bellek ve imgelem iç içe geçmiş durumdadır. Her ikisi de birbirinin derinleşmesine karşılıklı katkıda bulunur” (Bachelard: 1996: 32-33) ifadesiyle benzer özelliklere sahip olduğu açıktır. Bu açıdan bakıldığında Cengiz Dağcı’nın romanlarında yer alan “üniforma” kelimesinin de Türk Dil Kurumu tarafından yapılan “Aynı işi yapanların giydikleri, tüzükle belirtilmiş, bir örnek giysi. 2. Silahlı kuvvetlerin resmî giysisi.” (http://www.tdk.org.tr) tanımından daha farklı, soyut bir anlama da sahip olduğu, sembol niteliğini taşıdığı görülür.

      Sadık Turan çaresizlik, yalnızlık ve korkuyla geçen çocukluk yıllarında hayatta kalma mücadelesinin ne demek olduğunu fark etmiştir. Onun, çok erken yaşlarda, babasız kaldığını ansızın öğrendiği bir akşam yemeğinde, tüm olacaklardan habersiz açlığını bastırmak için ağzına attığı «bir lokma ekmek içimde zehir olmuştu” (Dağcı: 1976: 14) ifadesi romanın devamında yer alacak somut soyut geçişi için de bir örnek niteliğindedir.

      Ernst Gombrich, sanatın dile getirilmesinde ya da büyük sanat eserlerinin oluşturulmasında imgelerin rolü üzerinde dururken hatıranın, nesnenin imgeye dönüşebileceğini belirtir. O, sanatın; insanın günümüze kadar ortaya koyduğu imgelerin öyküsü olduğunu belirtir ve şunları söyler:

      “Ben, bu öyküyü kaleme alırken, özellikle bir değer yargısı doğrultusunda seçtiğim imgelere yer veriyorum. Böylece Sanatın Öyküsü, iyi imgeler yaratmanın öyküsü oluyor.” (Gombrich: 1986: 74)

      Bu durumda Cengiz Dağcı’nın da insanın ruhunu çepeçevre saran maddî unsurlardan bazılarına yeni ve ancak kendi dünyası içinde değerlendirildiğinde asıl anlamına ulaşılabilecek imgeler olarak bakması şaşırtıcı olmayacaktır.

      Korkunç Yıllar’ın asıl kahramanı Rus askeri Sadık Turan, Yurdunu Kaybeden Adam’da Alman askeri olarak görülür. O, ilk kısımda Rus askerî üniforması, ikinci kısımdaysa Alman üniforması giyer.

      Romanın geneline bakıldığında giysilerin ya da kahramanların kıyafetleri üzerinde durulmazken Sadık Turan’ın üniformasından sık sık söz edilir. Yazar, bu kelimeyi vatana kavuşmasına engel bir kavram, bir tür parmaklık olarak görmüştür. Aslında bu durum sadece söz konusu iki roman için geçerli değildir. Yazar, Ölüm ve Korku Günleri’nde (Dağcı, 1995: 9) sorduğu “Kimim ben? Ben kimim?” sorularının cevabını Ben ve İçimdeki Ben’de de arar:

      Ben hiçbir şey istemedim. Ne ipek kıravat ne gümüş başlı baston; ne şık giysili kadınlar. (…) Ben elli yıldır yabancı bir kıyıda hüzün gömleğim içinde yaşadım.” (Dağcı: 1995: 60)

      Sadık Turan, Korkunç Yıllar romanının ilk bölümünde Rus üniformalıdır. Rus askeri olmadan “Orta kumandan okuluna” gitmeye karar vermeden hemen önce, babası ve arkadaşı Süleyman’ın6 söyledikleri eserde üniformaya yüklenen anlamın ilk ipuçları gibidir:

      “ ‘Sadık, be’ dedi, sen o gavur takımıyla iki sene yaşayamazsın. Ya subay olup onlara emredeceksin ya da sıvışacaksın…

      Babam, kim ve ne olursan ol büyük adam ol Sadık. Her sahada siz bu yurda lazımsınız. Bilginizi arttırırsınız, yeni insanlarla tanışırsınız, Kırım’da sürünmekle kime ne faydanız dokunacak? Doktorlarımız tükeniyor hiç olmazsa subaylarımız olsun. Onlar da bir gün bu yurda faydalı olurlar.” (Dağcı,1975b: 45)

      O, bu üniformayı bir amaç uğruna giymiştir. Bu amaç; vatana hizmettir. Yaptığı şeyin vatanına hizmet olmadığını fark ettiğinde artık her şey için çok geçtir. O artık Komünist sistemin “şahsî malı” gibidir.

      Asker üniforması onun “hüzün gömleği” belki de açlık, işkence ve sefalet içinde sadece hayatta kalmaya çalıştığı esir kamplarından da büyük bir eziyet kaynağı olacaktır. Bu gerçeği anlamaya başladığında, ölmek üzere olan bir doktorun pişmanlık ve uyarı dolu “Ruslar için savaşma” cümleleri onu derinden etkilemiştir. Sadık Turan da artık bu savaşın içindedir, “sistemin malı” olarak görünür. Oysa çocukluğundan bu yana içinde yaşadığı bambaşka gerçek vardır: büyük vatan aşkı, milletini faydalı olma amacı. Bu amacı gerçekleştirebilmek için giydiği asker üniforması artık resmen sisteme ait olduğunun ve sadece kolhozun değil Rus diasporasının da bir parçası olduğunun göstergesi gibidir.7

      Sadık Turan’ın esir kampında başka bir kampa nakledileceği ve yanındaki “Türk” arkadaşlarından ayrılmayacağını umut eder. Fakat bir seçim yapmak zorundadır ya arkadaşlarıyla birlikte hareket edecek ya da Rus üniformasıyla kampta kalacaktır. O, hiç düşünmeden «bitlerini ayıkladığı” giysileri giyer. Bu giysiler onun için bir tür pranga olan asker üniformasından çok farklıdır. Roman içerisinde kahramanın yaşadıkları öylesine dehşet vericidir ki denilebilir ki kendi kendine sürekli tekrar ettiği “korkma Sadık korkarsan ölürsün” cümlesi defalarca kez anlam bulmuştur. Bu durum savaşın “toplu ve örgütlü bir şiddet” (Aktaş, 2013: 45-62) tanımıyla da örtüşmektedir.

      Mucize eseri hayatta kalan ve tüm yaşadıkları, özellikle vatan hasretiyle ruhunda büyük yaralar açılan yazar, kendisi hakkında çıkan haberlerden söz ederken şunu vurgular:

      “Gazetelerin birinde hakkımda yazılmış bir yazıyı daha okuyorum:

      ‘Cengiz Dağcı… Rus ordusunda tank teğmeni olarak İkinci Dünya Savaşı’na katıldı. Almanlara karşı savaştıEsir düştü… Almanların düzenledikleri Türkistan lejyonuyla Ruslara karşı savaştı…” (Dağcı, 1998: 7)

      Savaşın görünürdeki cephelerinin yanında, biyografik okuma ve imgeler bağıyla ortaya çıkarılabilecek bir cephesi daha vardır. Askeri üniforma, vatan ve hürriyet algısı da bu bağlardan biridir. Bu anlamda Cengiz Dağcı da Sadık Turan gibi “bir kurban, bir romancı”dır.8

      Üniforma; Kırım Türkü, Kazak, Kırgız, Tatar, Başkurt, Tacikli, Türkmen fark etmeksizin Türk milletini kendi siyasî, askerî ve ekonomik çıkarları için kullanan ve nihaî amacı Türkistan coğrafyasını Türksüz bırakmak olan, Rus, Alman fark etmez, “yabancı” ülkelerin silahlarından biri gibidir.

      Nitekim Korkunç Yıllar’ın sonunda Sadık Turan ve Türkistan Lejyonunda görev alacak olan diğer askerler Rus üniformalarını Alman subayın ironik ifadeleriyle birlikte ateşe atma yarışına girerler:

      “Şimdi bir koşu yapacağız. Herkes Bolşevik üniformasını eline alsın. Hanginiz üniformasını daha evvel ateşe atacak bakalım? Hazır mısınız?

      Ayaklarımızın dibinde duran üniformalarımızı ateşe fırlattık. Beni sevindirmesi gereken bu hadise içimde bir yaraya dokunur gibi oldu. (…) (Dağcı, 1965: 8)

      Bu sahne Sadık için son derece anlamlıdır. O, aslında yeni bir hayata başlıyor gibi görünse de savaşın, vahşetin ve vatanı uğruna

Скачать книгу


<p>6</p>

Süleyman, kahramanın yakın arkadaşı olmasına rağmen milli bilinci gelişmemiş, totaliter sistemin bir parçası olmuş adeta mankurtlaşmıştır. Dinî ve milli duygulardan yoksundur. Yazarın böyle bir kahramanı daha vardır: Veli. Veli, Dönüş adlı romanda yer alır. (Dağcı, Cengiz, Dönüş, Varlık Yayınları, 1975.)

<p>7</p>

Diaspora hakkında geniş bilgi için bkz. Alev Sınar, “ Bir Kırım Türkü’nün Kaleminden Kırım Diasporası”, Türk Bİlig, 2004/8: 54-73.

<p>8</p>

Geniş bilgi için bkz. Alev Sınar, Türk Roman ve Hikâyesinde İkinci Dünya Savaşı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2003.