Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan - Анонимный автор страница 28

Жанр:
Серия:
Издательство:
Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan - Анонимный автор

Скачать книгу

kahramanlık ve savaş tasvirleri ile karşı karşıya kalırız. Girayların atlıları korku bilmezler, atlarının ayakları altında taş ve toprak inler. Savaşlarda insanlar kesilir, al kanlar toprağa dökülür. Kılıçlar kalkanlar üzerinde kırılır. Pontus (Karadeniz) kıyıları, Polonya toprakları ve Tuna boyları bu akınlardan nasiplerini alırlar. Kırım Hanları ve askerlerinin kahramanlıkları bu bölgelerdeki düşmanlara aman vermez. Bahçesaray’dan İdil (Volga) nehrine, oradan Tuna kıyısına kadar büyük bir coğrafya Kırım Hanlarının hâkimiyeti altındadır ve bu topraklar al kana boyanarak elde edilmiştir. İşte Dağcı’nın 20 yaşında iken gördüğü sarayın duvarları, ona tarihle ilgili bu kahramanlık tablolarını anlatır. Saray ona bütün bir Kırım tarihini gerçek yönü ile hatırlatır. Bölümün son mısraında yine editör devreye girer:

      İnanıñ dostlarım, korgenim – bu saray,

      Keçmişi qaradır değenim – bu saray.

      Daha önceki mısralarda anlatılan şanlı ve övünç duyulan tarih tablosu, son mısrada yapılan değişiklikle haydutların çapullarından oluşan bir tarih anlayışına evrilmeye çalışılır: Bu sarayın geçmişinde kötülükler vardır, bu sarayın geçmişi karadır. Kanaatimizce son mısra daha önceki mısralarda oluşturulan imajı silmek için yeterli etkiyi göstermez. Bölümün sonunda nokta işaretleri ile imlenmiş bir mısra daha vardır. Buradan bazı mısraların atılıp atılmadığını ne yazık ki bilmiyoruz. Bu noktalı satır şairi tarafından bölümün anlamını daha pekiştirmek amacıyla da konulmuş olabilir.

      Üçüncü bölüm 3 dörtlük 1 altılık olmak üzere 18 mısradan oluşur. Şair artık sarayın içinden dışarı çıkmış, Hansarayı Camiinin kıble tarafında yer alan hazireyi dolaşmaktadır. Bu mezarlıkta Giraylar yatmaktadır. Sarıklı mezar taşları şairin gözüne bakarlar. Bu mısralarda bir trajedi dile gelir. Mezarlarında yatan Giraylar ve diğer ölülerin ülkenin düşman elinde bulunduğundan haberdar olduklarını hissederiz. Mezar taşları kendilerini ziyaret eden Dağcı’dan imdat umar gibi onun gözüne bakarlar. Dağcı, ataları ile bu mezarlıkta göz göze gelir. Onların ruhlarını incitmeden ziyaretini sürdürür. Sessiz ve soluksuz, huşu içinde onların arasında dolaşır. Mezar taşlarına dayanır, oyalanır, düşünür. Bir an gelir, orada yatan cedlerinin ruhları ile bütünleşir ve o türbelerde yatanların ondan yardım isteyen sesleri ruhunda çınlamaya başlar. Onlar kurtuluş ümidiyle ziyaretçinin gözüne bakmakta ve ellerini uzatarak “Bizi kurtar” diye feryat etmektedirler.

      Denilebilir ki Dağcı’nın atalarının ruhu ile bağ kurduğu en güçlü mısralar bu bölümün ilk 6 mısraıdır. Cedlerle göz teması sağlamak imajı önemlidir. Bu mısralarda 2 defa “gözüme bakarlar” sözü geçer. Yüzüme bakarlar diyebilirdi, ama duygusal bağın kuvvetini daha iyi ifade eden bu sözü, şairin özellikle seçtiğini düşünüyoruz. Zaten Bahçesaray ziyaretinden çok etkilendiğini Dağcı hatıralarında ifade etmektedir. Bölümün geriye kalan 12 mısraına Şâmil Alâddin’in önemli müdahaleleri olduğunu düşünüyoruz. Zira buraya kadar atalarla kurulan güçlü ruh bağının etkileri, aynı derecede güçlü inkâr tonu taşıyan sonraki mısralarla yok edilmeye çalışılmaktadır. Rejim tarafından yasaklanan, suç sayılan bir fiili işleyen insanın “suçluluk psikolojisi” ile dile getirdiği mazeretler, bölümün sonraki mısralarına hâkimdir. İkinci dörtlüğün son iki mısraı suçüstü yakalan bir mücrimin inkâr psikolojisini yansıtır:

      Çekiliñ kenarğa! Men başqa insanım!

      Canım da qanım da başqadır, inanın!

      Şair kendisinden yardım isteyen atalarına bu mısralarla seslenir. Onlar artık tarihte kalmıştır. Bir daha dirilmeleri, gelip sarayda oturmaları mümkün değildir. Sarayda o eski günleri yaşamaları, haremde hanımları ile buluşmaları hayal-i muhaldir. Yürük atlarına binip sarayın dışına çıkamazlar artık. Yaşadıkları hayatları ile birlikte mezarlarına gömülmüşlerdir. Artık zevk ve sefayı –sürebilirlerse- ancak mezarlarında görürler. Bu düşünceleri taşıyan 12 mısra ile cedlerle kurulan bağ koparılmış olur.

      Dördüncü bölüm 6 mısradan oluşur. İlk iki mısradan şairin sarayın içini ve türbeleri tekrar tekrar gezdiğini öğreniriz. Tarihinin Bahçesaray’da ayakta kalan bu tek yadigarı ile buluşmuş, onunla doyasıya vakit geçirmektedir. Sonunda Gözyaşı Çeşmesinin bulunduğu yere gelir. Bölümün 4 mısraı saraydaki Gözyaşı Çeşmesine ayrılmıştır. Kırım Giray’ın genç yaşta ölen karısı Maria (Dilara Bikeç Hatun) için yaptırdığı bu zarif çeşme, hatırlattığı aşk hikâyesinin hürmetine rejimin oklarından kurtulur.24 Şiirin belki müdahale edilmeyen tek bölümü burasıdır. Dağcı çeşmenin sularında Mariya’nın gözyaşlarını görür. Ona “Artık yeter ağlama, gözyaşlarınla beni üzüntülere salma.” diye seslenir. Şairin bu ziyareti ona bazen gurur bazen hüzün veren hatırlayışlarla yüklüdür. Ziyaretin sonunda ataları ile canlı bir bağ kurmanın tatlı yorgunluğu içinde bulur kendini.

      İki dörtlükten oluşan beşinci bölüm bu ruh halini yansıtır. Şair saraydaki bir çeşmenin taşına oturarak, gördüklerinin ve hatırladıklarının muhasebesini yapar. Geçmişten bugüne gelir. Artık tarihi atmosfer yerini yaşanılan gerçek hayata bırakır. Camiler utanıp başlarını eğerler, duvarlar değişir, istekler farklılaşır. Duygular değişir. Artık bu sarayda Osmanlı Sultanlar dolaşmaz, sarayda ünlü kervanlar konaklamaz. Sarayın dışarı ile ilgisi kesilmiştir. Bir tecrit yeridir. Halihazırda burada yeni bir dünya kurulmuştur. Yeni ve insanları mutlu (!) eden bir rejim vardır. Mevcut rejimin gerçekleri, tarihi gerçeklerin yerini almıştır. Yeni rejimin tarih anlayışında bu sarayın ve Kırım tarihini yapanların yeri yoktur. O yüzden geçmişe özlem duymak boşunadır. Daha önce var olanlar ölmüştür. Onların dirilmeleri mümkün değildir. İnsanların temennileri onları geri getirmeye yetmez. Şiir şu iki mısra ile biter:

      Olğanlar ölgendir, bir daa tirilmez

      Tur da kel desen de, bil ki sen, o kelmez.

      Şâmil Alâddin’in şiire yaptığı müdahaleler, Cengiz Dağcı’yı muhtemel bir hapis veya sürgün hayatından kurtarmıştır. “Söyleyin Duvarlar” şiiri bütün olarak okunduğunda, yapılan değişikliklerin, bu metnin geçmişe bir özlem şiiri olduğu gerçeğini yok edemediğini görürüz. Nitekim bu düzeltmelerin yapılmış olması, Cengiz Dağcı’nın şiir tarzının eleştirilmesine engel teşkil etmemiştir. 1939 yılı sonbaharında yapılan Kırım Tatar Yazarları Birliği toplantısında yönetici Kemal A., Dağcı’nın şiirlerinde Komünizme ilerleyen Sovyet insanını değil; dağları, sisleri, duvarları ve mezarlıkları anlattığını söyleyerek onun şiir tarzını ve düşüncelerini eleştirmiştir.

      Bundan birkaç ay sonra askere alınması ve hayatının bambaşka bir mecrada akması Dağcı’yı Sovyet tahakkümünden kurtarmıştır.

      Özetle, Şâmil Alâddin tarafından şiirde yapılan değişiklikleri ayırt etmek nispeten kolaydır. Metnin ana kontekstine uymayan mısraların, değiştirilen mısralar olduklarını var sayabiliriz. Ancak bu mısralarının orijinal şekillerini tam olarak tahmin etmek mümkün görünmüyor. Belki kelime bazında değişiklikler yapıldığını düşündüğümüz mısralar için bazı tahminler yapılabilir. Şiire en çok müdahalenin üçüncü bölümün 7 mısraından itibaren yapılmış olduğu görünüyor. 18 mısralık bu bölümün 12 mısraı değişiklik yapıldığı izlenimini verir. Şâmil Alâddin neredeyse şiirin

Скачать книгу


<p>24</p>

Kırım Giray Han ö. 1769/ 1758-1764 ve 1768-1769 yılları arasında hüküm sürmüş olan Kırım hanı) çok sevdiği ve genç yaşta ölen eşi Dilara Bikeç anısına “Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın” diyerek Bahçesaraylı bir taş ustasına (kimilerine göre İranlı Ömer Usta’ya) 1763 yılında bu çeşmeyi yaptırmıştır. Başka bir söylenceye göre ise; Kırım Hanı Kırım Giray, hareminde Maria Potocka adında Leh asıllı genç bir kadını görür görmez âşık olur. Maria, Kırım hanının aşkına karşılık vermez ve ölür. Giray öylesine üzülür ki, aşkını ifade etmek için en iyi heykeltıraşına taştan bir ağlayan heykel yapmasını emreder. Ve böylece şiirlere konu olan dillere destan Bahçesaray taş çeşmesi yaratılmış olur. Çeşme asıl yerindeyken her bir su damlasının çıkardığı ses, akustiğin de yardımıyla insana ağlama-hıçkırık sesi gibi gelir ve dinleyeni derinden etkilermiş. II. Yekaterina’nın direktifleriyle çeşme bugünkü yerine konulunca, çeşmenin bu orijinalliği de ortadan kaybolmuştur. Çeşmenin üzerindeki şekillerin anlamları da çeşmenin yapılış hikâyesini destekler mahiyettedir. Mermerden yapılmış çiçek, gözyaşlarıyla dolu bir göz anlamına gelir. Gözyaşları kalp kurnasını (üstteki büyük kurna) kederle doldurur. Zaman bütün acıları hafifletir (çift küçük kurna), ama zihinde kalanlar tekrar acıyı hatırlatır (ortadaki büyük kurna) ve hayat böylece devam edip gider (zemindeki spiral). Yapılış hikâyesi ve tarihte bıraktığı izler, bu mütevazı selsebilin ziyaretçilerini derinden etkilemiş ve ününün dört bir yana yayılmasını sağlamıştır. Çeşme yapıldığı tarihten itibaren “Gözyaşı Çeşmesi” olarak anılmıştır. İşte o günden beri çeşmenin su haznesine konulan ve her gün tazelenen sarı ve kırmızı güller, birbirini seven bu iki insanı simgelemektedir. Ünlü Rus şair ve yazar Puşkin (1799-1837), 1822 yılında sürgünde iken gezdiği Hansarayı’ndan ve çeşmenin hikâyesinden çok etkilenmiş ve “Bahçesaray Çeşmesi” (Bahçisarayskiy Fontan) adlı eserini kaleme almıştır. Şiir, o dönemde Çarlık Rusya’sında ve Avrupa’da meşhur olmuştur. Gözyaşı Çeşmesi’nin yanı başında Puşkin’in de bir büstü yer almaktadır. Çeşme, daha sonraları Boris Asafyev’in aynı adlı bale eserine de ilham kaynağı olmuştur. Adına çeşmeler yapılan, şiirler yazılan Dilara Bikeç’in türbesi Bahçesaray’da Hansaray’ın duvarına bitişiktir. Bazı kaynaklarda Gözyaşı Çeşmesi’nin türbenin duvarına bitişik olarak yapıldığı da belirtilmektedir. http://www.vatankirim.net/yazi.asp?yaziNo=83 Erişim:12.07.2018) (