Sovyet Öykü Seçkisi. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sovyet Öykü Seçkisi - Анонимный автор страница 33
Tavan aralarını sever misiniz? Ben çok severim. İnsanlar tavan aralarına en ilginç eşyalarını koyarlar, odalara ise en sıkıcı masaları ile salak konsollarını yerleştirirler.
Zina’nın teyzesinin dediği gibi, “ne zaman kalbimi kasvet bağlasa” avlunun bahçesinden içeri giriyorum, divana patilerimi koyup tavan arasına koşuyorum.
Tavan penceresinin ardında serçeler uçuşuyor, onlar da fare gibiler, sadece kanatlılar. Cikcikler! “Günaydın, sivouple!”
Sonra Zina’nın eski bebeğine selam veriyorum. Veremli bebek, tozlu delik deşik olmuş küvetin içinde duruyor, topuklarını yukarı dikmiş halde. Onu düzelttim, adab-ı muaşerete uygun olması için. Onunla Zina hakkında konuştum. Kuşkusuz kızın kalbi karahindiba. Bebeğini de, Mikki’yi de unuttu. İleride onun da kızı olunca her şey yeniden başlayacak… Yeni kız çocuğu, yeni bebek, yeni köpek. Hapşu! Ne kadar da tozlu burası!
Kırık avizeyi kokladım, plastik köpeği yaladım, zavallı köpeğin karnı delinmiş, köpek kamçısını parça parça ettim.
Patini uzatacak kimsenin olmaması hem sıkıcı, hem üzücü!
Eğer daha güçlü olsaydım, eski küveti çeker ve kendime tavan arasında bir oda yapardım. Eski divanın yerine papağan kafesini koyardım, benim yatak odam olarak. Çin bilardo masasının yerine kendime bir çalışma masası ayarlardım. Eğik bir çalışma masası, yazmak için çok iyi olurdu!
Soyunma odasını çatıya yapardım. Bu hijyenik ve hoş. Bir denizci mürettebatı gibi merdivenlerden yuvarlak cama doğru tırmanacağım.
Namlumu duman borusunun içine atarım! Hapşu! Hapşurdum, demek ki dediklerim gerçekleşecek.
Ah, yolda bir araç… Kimin, kimin, kimin? Yoksa? Zina geld…
Paris Rio D’assompsion (Uspenskaya caddesi), 16 numaralı binadaki üçüncü haftam. 3. katta, sağdaki ev.
Beni tanıyamazsınız, şöminenin önündeki döşekte porselen bir kedi gibi yatıyorum. Leylak kokuyorum, yandan yeşil bir kravat sarkıyor. Tasmamda da adres yazan gümüş bir kart var… Eğer konuşabilseydim, frank çalar ve kendime kolluk alırdım.
Zina okulda… Yan evin balkonunda iğrenç ötesi bir köpek duruyor. Kulaklarında ipler, gözlerinde ipler, dudaklarında ipler. Genel olarak ağlamalı bir manşon, çöp bezi, kördüğüm gibi köpek bağırsağı, ince sesli süprüntü şey! İsmi ne biliyor musunuz? Cio Konda… Kokuşmuş surat seni!
Balkonda kimse yokken, onu kızdırıyorum. Ah ne hoş! Ona arkamı dönüyorum, sokuluyorum ve beş dakika boyunca arka bacağımı oynatıyorum.
Ah, nasıl da sinirleri bozuluyor! Tıpkı otomobilin altındaki bir kedi gibi…
“Ay, ay, ay, uy, uy, uy!”
Yanıma hemen koşarak sahibi geliyor, onun gibi kısa, tüylü, göbekli, göbeğini gelirken kapatıyor ve aman Tanrım, neler neler söylüyor.
Yavrucuğum benim! Seni kim incitti? Ah zavallı gözbebeklerim benim! Harika patilim benim! Altın gibi kıymetli kuyrukçuğum!..
Ben ise kendi balkonumdan odaya doğru saklanıyorum, sanki yeryüzünde yokmuşum gibi, halının altında yuvarlanıyorum ve patilerimle burnuma vuruyorum. Çünkü ben böyle gülerim.
Aşağıda, yukarıda, sağda ve solda piyano çalıyorlar. Onların hepsinin burunlarına köpek namlusu takardım. Zina okulda. Neden kız bu kadar çok okuyor ki? Öyle ya da böyle büyüyecek, saçlarını kestirecek ve geniş koltukta bütün gün yuvarlanacak. Ben bu cinsi bilirim.
Dün çiftlikten bahçıvan geldi. Elma ve yumurta getirdi. Aşçı kadın için en iyilerini seçmiş (biliyoruz, biliyoruz!), en kötülerini de Zina’nın ebeveynleri için. İnsanları anlayın, gözlük takıyorlar, ama burunlarının dibindeki hiçbir şeyi görmüyorlar…
Öne doğru gizlice geçtim, sandalyeye çıktım ve paltosunun cebine balık bağırsağı koydum… Bırakın bilsinler!
Zina ile sinemadaydık. Çok heyecanlandım. Nasıl, nasıl insanlar, otomobiller, çocuklar ve polisler keten beziyle koşabilirler? Ve neden herkes gri, kara ve beyaz renkte? Boyalar nereye kayboldu ki? Neden herkes dudaklarını kımıldatıyor, sözcükler ise duyulmuyor? Çatı arasında küçük bir kutunun içinde kurumuş kelebekler gördüm, ama onlar hareket etmiyorlardı, rengârenktiler…
“İşte Mikki, sen bir salaksın, bir de her şeyi anladığını sanıyordun!”
Gösteri oldukça ahmakçaydı: Erkek, kızın birine âşık oluyor ve arabasıyla bankaya gidiyor. Kız da erkeğe âşık oluyor ama erkeğin arkadaşıyla evleniyor. Ve üçüncü bir erkekle birlikte denize gidiyor. Sonra banyoda yangın çıkıyor ve deprem oluyor. Ve bir gemide sallantı. Zenci onların olduğu kabine giriyor. Sonra da herkes barışıyor.
Hayır, köpekçe aşk daha akıllıca ve üstün!
Köpekler için de hızla bir film çekmek lazım. Bu çok utanmazca, her şey insanlar için; gazeteler, at yarışı ve haritalar. Köpekler için hiçbir şey yok.
Bizi sadece haftada bir götürsünler, biz de patileri toparlayıp kültürlü bir şekilde tadını çıkaralım.
“Başkasına Ait Bir Kemik”… “Yalnız Mops Köpeğin Cenazesi”… “Kıvırcık Tüylü Fino Kasabı Kandırdı” (her cinsten köpek yavruları için) … “Yaşlı Danua’ın Rüyaları” … “Saint Bernard Donmuş Kızı Kurtarıyor” (yaşlı bolonka köpekleri için), “Polis Köpeği Fuks, Pinkerton Köpeği Utandırıyor” (çocuklar ve köpekler için).
Ah ne kadar da çok konu var Mikki! Sen köpek senaryosu yazar ve kimseye ihtiyaç duymazdın…
Yeni şiir:
Kestaneler tomurcuk açtı,
Bahar yakındır, demek.
Zina’nın annesinin böbrekleri rahatsız,
Bu yüzden üzgün…
Ah, hayatım nasıl değişti! Zina odaya daldı, alkış yaptı, ayağını hafifçe kırıp saygıyla eğildi ve elleri kuşkanadı, gözleri aşağıya bakar vaziyette seslendi bana:
“Mikki! Benim sevdiğim prens… Denize gidiyoruz.”
Hemen aşağıya, kapıcının bolonka cinsi köpeğine fırladım. Denizin kenarında doğmuş ve aramız iyidir.
“Kiki, tüycüğüm… Beni denize götürüyorlar. Deniz nedir?”
“Oo! Deniz çok çok su demek. Lüksemburg havuzundan on kat daha büyük. Ve her yerden esiyor. Benim sahibime iyi geliyor, kulağına pamuk tıkayabiliyordu… Deniz kâh kükrer kâh cızırdar kâh susar. Bir istikrarı yok! Masada çok balık olur. Çocuklar kumu kazar ve köpeklerin