Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 14
Sonra kılıcıyla şahinin kanatlarını kesmiş. Fakat kuş kafasını sallayarak işaretlerle şöyle demek istemiş: ‘Ağaca asılı olan şeye bak!’
Şah gözlerini kaldırdığında bir sürü zehirli yılan görmüş. Meğer su zannettiği şey, onların zehriymiş. Şah şahinin kanatlarını kestiğine üzülerek atına atlamış ve ölü ceylanla birlikte yola çıkmış.
Avı aşçıya vermiş: ‘Bunu pişir.’ demiş ve ardından odasına çekilmiş. Şahin hâlâ yumruğunun üzerinde duruyormuş fakat aniden düşüp ölmüş. Bunun üzerine Sinbad, hayatını kurtaran şahini öldürdüğü için pişmanlık duyarak kederle ağlamaya başlamış.”
“Şah Sinbad’ın başına gelen şey işte bu! Eğer ben senin dediğini yaparsam tıpkı papağanını öldüren adam gibi pişmanlık duyacağım.”
Vezir şaşırarak: “Nasıl yani?” diye sormuş.
Şah da anlatmaya başlamış…
PAPAĞAN VE ADAMIN HİKÂYESİ
“Çizme işiyle uğraşan bir tüccar, çok güzel bir kadınla evliymiş. Bu kadının mükemmel bir güzelliği ve çekiciliği varmış. Adam karısını deli gibi kıskanırmış ki bu da onu seyahat etmekten alıkoyarmış. Bir gün adamı bulunduğu şehirden ayrılmaya mecbur edecek bir işi çıkmış. Bunun üzerine, kuş pazarına gidip yüz altın karşılığında bir dişi papağan satın almış ki evde durup karısına refakat etsin; dönüşünde de kendisine o yokken neler olduğunu anlatsın. Papağan kurnaz ve zeki bir hayvanmış ve duyduğu şeyleri hiçbir zaman unutmazmış.
Adamın karısı genç bir Türk’e âşık olmuş ve Türk, kadını ziyaret etmeyi alışkanlık hâline getirmiş. Adam yolculuktan dönüp eve gelir gelmez kuşun kendisine getirilmesini emretmiş. Yokluğunda eşinin yaptıklarıyla ilgili papağana soru sormaya başlamış.
Papağan: ‘Karının bir âşığı var ve senin yokluğunda her gece onunla birlikte.’ demiş.
Bunun üzerine adam büyük bir öfkeyle karısının yanına gitmiş ve hırsı geçinceye kadar onu dövmüş. Kadın, kölelerden birinin kendisini efendiye gammazladığını düşünüp hepsini sorgulamış. Herkes sırrını sakladığına yemin etmiş. Fakat papağanın konuştuğunu söyleyip: ‘Kendi kulaklarımızla duyduk.’ demişler.
Ertesi sabah kocası, arkadaşlarının birinin yanından eve döndüğünde papağanı karşısına almış ve yokluğunda neler olduğunu sormuş.
‘Beni affedin efendim.’ demiş kuş. ‘Karanlık olduğundan ve bütün gece şimşek çakıp yağmur yağdığından hiçbir şey görmedim ve duymadım.’
Yaz vakti olduğu için adam şaşırarak bağırmış: ‘Ama temmuzun ortasındayız! Yağmurların ve fırtınaların vaktinde değiliz ki!’
‘Size dediğim gibi bir şey görmedim.’ diye cevaplamış kuş.
Bunun üzerine adam, papağanın daha önce yalan söylediğini, karısının iftiraya uğradığını düşünerek sinirlenmiş; papağanı kafesten çıkarmış ve öyle bir hızla yere fırlatmış ki hayvan o an can vermiş. Fakat bir süre geçtikten sonra köle kızlar dayanamayıp ona gerçeği söylemiş ama adam, genç Türk’ü, karısının âşığını, yatak odasından çıkarken görene kadar onlara inanmamış. Sonra bıçağını bileyip tek darbeyle adamı boynundan bıçaklamış. Tıpkı karısına yaptığı gibi… Böylece ikisi de büyük bir günahla yüklü olarak cehennemin sonsuz ateşine doğru yola çıkmış. Tüccar, papağanın kendisine doğruları anlattığını anladığından hayvanın arkasından yas tutmuş. Acı peşini bırakmamış.”
Şah Yunnan’ın sözlerini duyan vezir cevap vermiş:
“Ah şahım, yüce şahım… Ben ona ne kötülük ettim ya da ondan ne zarar gördüm ki onu öldürmek üzere kumpas kurayım? Sizi düşünmesem bunları söylemezdim. Eğer tavsiyemi dinlerseniz kurtulacaksınız yoksa prensine ihanet eden vezir gibi siz de ziyan olacaksınız.”
Şah sormuş: “Nasıl yani?”
Vezir anlatmaya başlamış…
PRENS VE VEZİRİN HİKÂYESİ
“Bir şahın avlanmaya ve eğlenceye çok düşkün bir oğlu varmış. Şah, vezirlerinden birini gittiği her yerde oğluna eşlik etmesi için görevlendirmiş. Bir gün, genç prens, babasının veziriyle birlikte yola koyulmuş, birlikte yürürlerken vahşi bir canavar görmüşler.
Vezir, şahın oğluna bağırmış: ‘İşte orada büyük bir av var!’
Prens, metruk arazide kayboluncaya dek onu izlemiş. Issız yerde kafası karışan prens, hangi yöne döneceğini bilememiş; bir de ne görsün! Gözyaşları içinde genç bir kız… Şahın oğlu:
‘Sen de kimsin?’ diye sormuş.
Kız: ‘Hint şahının kızıyım. Geceleyin çölde kervanla seyahat ederken uykum geldi ve farkında olmadan atımdan düştüm. Karanlık olduğundan benim düştüğümü fark etmediler, dolayısıyla bana eşlik eden insanlardan uzaklaştım ve yolumu kaybettim.’ demiş.
Bunu duyan prens, kızın hâline acımış ve onu kendi atına bindirmiş. Virane olmuş bir yere varıncaya dek yol gitmişler. Bir süre sonra genç kız, ona:
‘Ah efendim, hacet görmem gerekiyor!’ demiş.
Bunun üzerine prens, kızı, bir viranede indirmiş. Fakat kız, orada çok fazla zaman geçirince şahın oğlu şüphelenmiş. Bunun üzerine kızın haberi olmadan onu izlemiş ve onun aslında insan yiyen kötü bir dev olduğunu anlamış çünkü çocuklarına şunları söylediğine şahit olmuş:
‘Çocuklarım, bugün size taze et getireceğim…’
Çocuklar: ‘Çabuk getir ki karnımızı doyuralım anneciğim.’ diye cevap vermiş.
Bunu duyan prens, öleceğinden korkarak titremeye ve hayatı için endişelenmeye başlamış. Arkasını dönüp yola çıkmaya hazırlanmış ki dev birden ortaya çıkmış. Zangır zangır titreyen prensin korkusunu fark eden dev sormuş:
‘Neden korkuyorsun?’
Prens cevap vermiş: ‘Bana zarar vermek isteyen bir düşmanıma rastladım.’
‘Sen, ona şahın oğlu olduğunu söylemedin mi?’ ‘Evet ama…’
‘Neden düşmanına onu memnun edecek kadar altın vermiyorsun?’
‘O benim altınlarımı değil, canımı istiyor. Ondan çok korkuyorum!’
‘Söylediğin kadar sıkıntıdaysan, Allah’tan sana yardım etmesini dile. O seni bu düşmanın fenalığından kurtaracaktır.’