Karnaval. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Karnaval - Ахмет Мидхат страница 10
Şurada olsun bildirelim ki Resmi öyle namusa cisim ve şahıs olmak üzere tanıtılacak adamlardan da değildir. Tersine zevk ve eğlence dünyasında başvurmadık köşeler de bırakmamıştır. Ancak kadınların bir diğerine asla kıyas kabul edemeyen bir takım sınıfı olduğunu da genellikle işte zevk ve eğlence âlemlerinde bu şekilde koşmuş deneyim sahipleri anlarlar. Resmi de o deneyim sahiplerinin hakikaten ileri gelenlerindendir.
Zekâyi ise o günkü görüşmeden Resmi’de olan his gibi bir his ile geri dönmedi. Kendi kendisine dedi ki “Vay hınzır Resmi vay! Nerelere de çatmış! Bu oğlanın tanımadığı hiçbir kimse yok. Madam Arslangözyan, gerçekten, görüşülmesi cana safa verecek bir şey! Tahminde hata yoksa Resmi artık bana bundan güzel, bundan latif hiçbir kadının arkadaşlık şerefini kazandıramaz.” İşte bu sözün içerdiği ince anlamdan da anlaşılabilecek olan his ve heves büyüyerek Zekâyi Bey evine vardığı zaman o kadar artmıştır ki o gece uykusu bile biraz rahatsız geçmiştir. Şu durumda Zekâyi ile Resmi arasında bir karşılaştırma yapılması gerekirse deriz ki Resmi’nin en büyük şaşkınlığı elinden çekici düşürdüğü ilk görüşmesinde olup ondan sonra Madam Arslangözyan ile görüşmesi çoğalıp arttıkça o şaşkınlık yumuşaya yumuşaya gayet eğlenceli ve lezzetli bir ahbaplık şeklini almış ve Zekâyi’nin en küçük şaşkınlığı ise Taksim Bahçesi’ndeki ilk görüşmede ortaya çıkmış olan derece olup ondan sonra Madam Hamparson ile görüşmeleri çoğalıp arttıkça derecesi arta arta, hemen kadının hayaline sarılıvermek seviyelerini bulmuştur.
Bununla beraber biz Zekâyi’ye yirmi beş yaşına kadar evinden dışarı çıkmamış dedikse bütün bütün hoppa ve ahmak da demedik. Zekâyi şu yolda bir ilgi üzerine madamın kocasına tam bir emniyet ve güven vermek lüzumunu anlamaya muktedirdi. Kadın hakkında da pek kötü davranmadı. O zamana kadar kendisi için ayıplanmayı gerektirecek yerlerin hiçbirisinde görülmemiş ve kibarlığı ise hakikaten Resmi’nin haber verdiği dereceden belki de daha yüksek görülmüş olduğundan, Hamparson Ağa şöyle bir kibarzadenin dostluğunu bir şeref nedeni bildiği gibi madam da Zekâyi’nin bin arzu şiddetiyle kendisine günden güne arttığı alakasından fazlasıyla hoşlanmaya başlamıştır.
Şu başlangıç üzerine eğer Zekâyi Bey sonunda elde etmek istediği şeyi ele geçirmekte pek aceleci olmasaydı belki daha hayırlı sonuçlara varabilirdi. Ancak Zekâyi, her kadını ya konağındaki cariyeler gibi aldığı emirlere birkaç itiraz ve biraz da nazdan sonra boyun eğmeye mecbur eder veyahut dışarıda tanıdığı birtakım elde edilmesi ticarete bakan kadınlar gibi müşteriye göstereceği zorlukları, sırf malının değerini çoğaltmak için gösterir inancındaydı. İşte bu hatası, o arzulanan neticeyi güç hâllere sürükleyecek hatalardandı.
Böylece Zekâyi Bey haklı olarak kendi kendisine dedi ki; “Böyle güzeller padişahı olan bir kadının Hamparson Ağa gibi maymun suratlı ihtiyar ve eşek bir heriften memnun kalması mümkün değildir. Gençliğinde aldığı türlü türlü hastalıklardan dolayı dişleri dökülmüş, burnu bile asıl şeklinde kalamamıştır…” Bu düşünceden ötürü Zekâyi pek kibirli bir tavırla bir de şöyle düşündü ki; “Bu kadının gönlünü ele geçirmek olsa olsa bana nasip olabilir. Nem eksik? Gençliğim var, güzelliğim var. Zekâ ve zarafetim yerinde! Hele zenginliğine gelince ben de Hamparson’dan aşağı kalmam.”
Dedik ya işte! Zekâyi kadınlar sınıfını bir diğerinden güzelce ayırt edip seçemediği için bu kibirli sözü söyledi. Aslında gençlik, güzellik, zekâ ve zarafet ve hele zenginlik, Zekâyi gibi arzularda bulunanlar için birinci sermayelerdendir. Ancak bu sermayelerden yararlanabilmek için aşıkâne alış ve veriş limanlarınca genel bir tecrübe gerekir. O tecrübe ve bilgi olmazsa bu sermayeler insanı kâra değil, zararlara uğratır.
Zekâyi henüz tecrübe etmemişti ki dünyada cariye olmayan kadınlar da bulunup karşılarındaki erkeklere köle değil sahip olmak isterler. Bunun gibi dünyada fuhuş taciri olmayan kadınlar da bulunup aşklarını az çok bir miktar paha karşılığı satmak ve en doğrusu kiraya vermek değil, belki aşkının meyvelerini doğru sözün ve vefanın mükâfatı olmak üzere kendisi bahşeyler.
Ama bu inceliklere sahip olamadığından dolayı Zekâyi’yi ayıplamamalıdır. Mazur görmelidir. Büyük bir servetten dolayı her konuda bolluk içinde büyümüş olan Zekâyi zevk ve eğlence dünyasının bazı köşelerini babasından gizlice, alelacele gezip görmekle bu inceliklere sahip olabilir mi? Düşünmelidir ki Zekâyi hiçbir arzusunu yerine getirmek için yalvarmaya mecbur olmamıştır. Emri, yani parasının kuvveti, her başvurduğu kimseleri kendisine boyun eğdirmiştir. Dünyada her şeyden yoksun olarak bununla beraber bazı arzulara mağlup da olmalıdır ve arzularının gerçekleşmesi emrinde yalvarmaktan başka gücü de bulunmamalıdır ki Zekâyi gibi kişiler için hazırda bekleyen bir nimete el uzatabilmenin değil, gözle bakabilmenin bile ne kadar zor olduğunu insan düşünüp anlayabilsin. Ya kişiliğinin gururu, kendisini yalvarmaktan yani bu dilencilikten de alıkorsa?.. Aslında her şey için ayıp olan dilenciliği, aşıkâne dilekler konusunda caiz görmüşler ise de bazı gururlu kişilik sahipleri vardır ki bundan bile utanırlar. O durumdaysa arzularını gerçekleştirmek için insan bir icat fikrine sahip olmalıdır.
İşte Zekâyi’nin eksiği bundan ibaret olup böylelikle Madam Hamparson ile iletişimini arttıra arttıra, aklınca tam gönül ve kalbinde olanları ilan etmenin zamanı geldiğinde gücü yettiği kadar Fransızca ile madama bir mektup yazmış ve bunda öyle bir şekille dil döndürmüştür ki madamı şöyle sevdiğine ve aşkıyla böyle çıldırdığına, bu sevdasında pek haklı ve mazur da olduğuna, çünkü kadının dünyada bir eşi daha bulunmaz güzellerden olup terbiyesi ve nezaketinin de güzelliğiyle orantılı bulunduğuna, özetle eğer göz ucuyla olsun merhametli bir bakışına erişemez ise dünyanın kendisine zindan kesileceğine ve buna da o güzel göğüs altındaki güzel yüreğinin merhameti razı olamayacağına ve bir anlık iltifatına erişebilmek için olanca varını feda edeceğine, falana dair ne kadar söz bulabilmiş ise hepsini yazmıştır.
Bir gün madamı odasında yalnız bularak mektubunu teslim ve takdim etmeyi başardı. Kadın mektubu baştan aşağıya kadar okudu. Aslında görünüşe göre şüphesiz fena bir aşk ilanı değil; öyle değil mi? Bir kadının güzelliğini, zarafetini, zekâsını taşkınlık derecelerine vardırmaktan çok o kadının hoşuna gidecek bir şey olabilir mi? Kendisi için yandığını, tutuştuğunu, çıldırdığını, tımarhanelere gideceğini falanı söylemek de sevgisini açığa vurmak demektir. Olanca varını meydana koymak ise fedakârlığa işaret eder. Zaten pek çok kadını çekmeye sebep olan şeyler de bunlar değil midir?
Fakat Madam Hamparson böyle pek çok kadınları çekmeye sebep olan bu şeyleri körü körüne kabul edecek seviyede olan bir kadın değildi. Zekâyi’nin mektubunu yukardan aşağıya kadar hem de hoşnut ve gülümseyen bir tavırla okuduktan sonra kendisi hakkındaki güzel düşüncelerinin bu dereceye varmasından dolayı teşekkür etti ise de bu teşekkürü takiben bir de öğüt vererek dedi ki:
“Beyefendi hazretleri! Eğer bana gösterdiğiniz bu ilgi ikiyüzlülükten arınmış,