İlk Düşen Ak. Омер Сейфеддин
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İlk Düşen Ak - Омер Сейфеддин страница 6
“Kaç senedir mermer tezgâh üzerinde çalışıyorsun?”
“On beş sene var…”
Cabi Efendi tezgâha yaklaştı. Marangoz gülüyor, pos bıyıklarının üstündeki şiş yanakları elma gibi kızarıyordu.
“On beş senedir keserini hiç yanlışlıkla kaçırmadın mı?”
“Kaçırmadım.”
“Kazara… Bir defacık olsun…”
Bir defacık olsun kaçırmadım. İstersen gel, bak…
Cabi Efendi cebinden gözlüğünü çıkardı. Taktı. Baktı. Baktı, mücella mermer tezgâhın sathında hafif bir çizgi bile yoktu. Sonra marangoza döndü. Tepesinden tırnağına kadar iyice süzdü. Hiç öyle zeki bir adama benzemiyordu.
Tekrar sordu:
“Şimdiye kadar keserini hiç yanlış vurmadın ha?”
“Görüyorsun işte…”
“Nasıl olur bu?”
“Çünkü ben birinci ustayım. Vuracağım yeri iyice görürüm. Hiç yanılmam. Elimin maharetine emniyetim var, onun için tezgâhı mermerden yaptırdım.”
Cabi Efendi dayanamadı:
“Oğlum, bu senin elindeki maharetinden değil!” dedi.
“Ya neden?”
“Düşüncesizlikten…”
“Düşüncesizlikten mi?”
“Evet.”
Marangozun kalın siyah kaşları çatıldı. Keserini mermer tezgâhın üstüne yavaşça bıraktı. Suratını buruşturdu.
Hakareti andıran bir tavırla Cabi Efendi’ye sordu:
“Ne bildin?”
“Nereden mi bileceğim? Biraz düşüncen olsa her vakit bu kadar dikkatli keser kullanamazsın.”
“Benim düşüncem olmadığını ne biliyorsun? Ne olsa ben keserimi vuracak yeri bilirim. Hiç şaşırmam. Ben ‘sanatımın eriyim’ haydi bakalım, gevezelik yeter… Çek arabanı…”
…
Cabi Efendi fena hâlde bozuldu. Kendisiyle tatlı tatlı konuşurken hakikati işitince herifin birdenbire değişip kabalaşması canını fena hâlde sıktı. Gözlüğünü çıkarmaya vakit bulamadan, kös kös önüne bakarak dükkândan çıktı. Sanatının eri ha… “Seni gidi budala seni!” diye dişlerini sıktı, başını salladı. Her hadisenin sebebini aramak onda bir illetti. Bulduğu sebebi de, hatta bizzat hadisatın mevzularını gösterip kabul ettirmek diğer bir illetiydi. İşte bu ahmak, düşüncesizliğinin neticesi olan “ yanılmaz dikkat”ini elinin maharetine atfediyor, düşüncesizliğini kendisi için bir “meziyet” sanıyordu. Hızla döndü. İşine başlayan kayıtsız marangoza kapıdan haykırdı:
“Usta, yarın dikkat et. Keserini tam yerine yapıştıramayacaksın. Mermer tezgâhını kıracaksın!”
Cevap beklemedi. Hemen yürüdü. Karşıki sokağa saptı. Birer birer civardaki dükkânlara girdi. Mermer tezgâhlı marangoza dair birçok malûmat topladı. İsminin meşhur Ali Usta olduğunu öğrendi. Valideiatik bostanına bitişik, kırmızı aşı boyalı, tek katlı, yedi numaralı evde otururmuş. Yeni evlenmiş. Genç bir karısı varmış… Bütün komşuları onun elindeki mahareti methetmekte müttefiktiler. “Daha ömründe yanlış bir çivi vurmamıştır, keserine güvenir. İstanbul’da eşi bulunmaz. Frengistan’da bile onun gibi mermer tezgâhta işleyen bir marangoz yokmuş.” diyorlardı.
Cabi Efendi hepsine, içinden, “ Yarın siz onun mermer tezgâhını görürsünüz.” derken, dışından “Doğru, doğru…” diye başını salladı.
Daha öğleye epey zaman vardı. Ali Usta’ya mermer tezgâhını kırdırmak için tasarladığı planı düşüne düşüne Yeni Cami’nin avlusuna girdi. Bu düşüncesiz herifi bir dakikacık düşündürmek kâfiydi! Cabi Efendinin birçok tecrübesi vardı. Ufacık bir düşüncenin en büyük bir dikkati iflas ettirdiğini dini gibi bilirdi.
Bu tecrübelerden bir tanesini bu düşüncesiz herifte tekrarlayarak, ona da bu hakikati zorla kabul ettirecekti. Planını zihninde tamamlayınca cami avlusunun karşısındaki kasaba girdi. Kesilmiş, yüzülmüş kuzulardan bir tane satın aldı. Çırağın eline verdi. Moskoflunun fırınına geçti. Bir kuzuyu kaç saatte kızartabileceğini sordu.
“İki saatte.” cevabını alınca hemen bir de büyük toprak kap aldırdı. Kuzuyu fırına attırdı. Kendi dükkânın gizli kepengine yaslandı. Kısa çubuğunu doldurdu. Yaktı. Tam iki saat orada, sabır taşı gibi sesini çıkarmadan çubuğunun dumanlarını seyretti. Kuzu pişince bir hamal buldurdu. Kabı eline verdi, öne geçti. Çavuş Deresi’ne çıkan yokuşu tırmandı. Valideiatik bostanını buldu.
Bostana bitişik tek katlı, kırmızı aşı boyalı evi görünce:
“Hah işte burası.” diye yürüdü. Tokmağı çaldı. İçeriden ince, sert bir kadın sesi:
“Kimdir o, bakayım, kimdir o?” dedi.
“Ben.”
“Sen kimsin ayol?”
“Burası mermer tezgâhlı marangoz meşhur Ali Ustanın evi değil mi?”
“Evet.”
“Usta bu kuzuyu kızarttı, gönderdi. Alın.”
Kapı yarım açıldı. Kalın, beyaz, çıplak iki kol daha beyaz elleriyle kuzu kabını içeri aldı, meçhul bir şeye hiddetlenmiş gibi kapıyı hızla çarparak kapadı.
Cabi Efendi gülümsedi:
“Yarın mermer tezgâh…”
Ellerini ovuşturdu. Gözleri, isabet etmemiş müthiş bir tokat gibi rüzgârı suratına çarpan, alçak kapının üstündeki silik rakama kaçtı:
“Yedi, yedi.” diye başını salladı.
Sabahleyin erkenden mermer tezgâhın kırıldığını görecekti. Bunun için İstanbul’a geçmedi. Doğru at pazarındaki Hacı Hüseyin’in hanına gitti. Temizce bir oda kiraladı. Geceyi Üsküdar’da geçirecekti.
Meşhur marangoz Ali Ustanın evine geç gelmek âdetiydi. Kapıdan girince doğru sofraya oturdu. Bu akşam sofranın başına çökünce şaşırdı.
Karısına:
“Hayrola…” dedi. “Bu kuzu nereden esti?”
“Sana sormalı?”
“Ne demek?”
“Bugün