Turfanda mı Turfa mı?. Mizancı Mehmed Murad

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Turfanda mı Turfa mı? - Mizancı Mehmed Murad страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Turfanda mı Turfa mı? - Mizancı Mehmed Murad

Скачать книгу

bir sesle) Bu gibi ağır yüklerin taşınmasına izin verilen vakit, bu vakit midir?”

      Komisyoncu:

      “Bunun için İstanbul’da herkes serbesttir. Her şey, her saatte taşınabilir…”

      Aralarında başka bir söz geçmedi.

      Yüksek Kaldırım’dan, merdivenli yokuştan Beyoğlu’na çıkıldı. Komisyoncu sanki bilhassa yeri seçmiş gibi, Rusya Konsolosluğu’nun önünden geçerken “İşte Beyoğlu’nun büyük caddesi”1 dedi.

      Hemen birkaç metre denilecek kadar dar bulunan o yerde bu sözün söylenmesi Mansur Bey’i kendine getirdi. Bir “cadde”ye, bir de Yahudi komisyoncuya baktı. Lakin öyle bir bakışla baktı ki, müzevir komisyoncu sanki yaylı imiş gibi kendi içine girerek büzülekaldı. Mansur Bey sesini çıkarmadı. Fakat sesini çıkarmak değil, hatta şiddetli bir tokat vurmuş olsaydı belki Yahudi’yi bu kadar müteessir etmiş olamazdı. Hâlinde, bakışında tokattan daha tesirli bir şey görünüyordu.

      Galatasaray civarında bulunan “Amerika Oteli”ne kadar komisyoncu beş adımlık bir ara bırakarak efendi efendi yürüdü, vapurdan beri ettiği gevezeliğinden artık bir eser göstermedi.

      Mansur Bey, otelin kapısına geldiği vakit üzerinde yalnız Fransızca olarak “Hotel d’Amerique”i gördü. Türkçe yazıdan, rakamdan eser göremedi. Keza yerleşmiş olduğu odanın, eşya ve döşemesini gözden geçirdiği sırada, bazı lüzumlu eşya ile seccadeyi aradıysa da bulamadı. Bunun için odanın döşemesini, genişliğini, bilhassa manzarasını beğenmişken odadan, otelden soğudu. Bununla beraber eşyasını çıkardı. Çamaşırını değişti. Bir sütlü çay içti. Bu meşguliyeti bittikten sonra sağda, Fatih Cami-i Şerifi’ni, solda da Üsküdar’daki Sultan Tepesi Mahallesi ile Çamlıca Tepesi’ni ve ikisi arasında kalan yerleri gören pencereyi açarak önüne oturdu, yavaş yavaş derin bir düşünceye daldı.

      Hava hafif poyraz, sema berraktı. Güneşin güney memleketlerine mahsus olan parlaklığıyla manzaranın ancak İstanbul’da görülen güzellik ve tazeliği, acı tecrübelerle henüz yaralanmamış bulunan Mansur Bey’in saf kalbiyle bir ahenk teşkil etmekteydi.

      Her şey göz önündeydi. İşte üç taraftan billur çerçeve ile çevrilmiş İstanbul üçgeni! Bulutlara doğru alemlerini kaldırmış olan minarelerinden dolayı bin direkli muhteşem bir gemi şeklinde azametle duruyordu.

      İşte binlerce deniz taşıtını arkasına yüklenmiş ve iki büyük çemberle kuşanmış “Altın Boynuz” yani İstanbul Halici!

      İşte servilere bürünmüş hazin Üsküdar, Çamlıca, Kadıköy!

      İşte tatlı bir duman içinde keyif süren Adalar! Daha arkada Yalova, Mudanya tepeleri.

      İşte bulutların bile üstüne çıkmış şöhretli “Ayda”2 Tepesi. Saçı sakalı bembeyaz olmuş, başını gururla semaya doğru kaldırmış! Gururlanmaya da hakkı vardır. Çünkü onun kadar çok görmüş, büyük vakaları seyretmiş bir başka şahit yeryüzünde güç bulunur. Şimdiye kadar “Homeros”tan, kudretli sanatkârlardan hürmet göregelmiştir. Başka sermayesi olmasa bile, eteğine sığınmış dört yüz çadır halkının bir iki asırda cihanı şan ve şerefle doldurarak titrettiğini görüp iftihar etmesi yeter de artar. “Osmanlı kudret ve büyüklüğünün yayıldığı kaynak benim.” diyebildiği için başını o kadar dikmiş, göğsünü o kadar germiş bir hâlde mağrur ve muktedir yükseliyor.

      Elektrik cereyanı gibi bir iç cereyanının başından ayağına kadar geçmesinden âdeta vücudu bir kere sarsıldı. Hemen ayağa kalkıp iki üç kere odayı dolaştı.

      O sarsılma, birden zihninde canlanan o muazzam Osmanlı Devleti’nin kudret ve büyüklüğüne hayran olmasından, sadakat, şükran, iftihar gibi müessir duyguların kalbine birden hücum etmesinden doğmuştu.

      Tekrar Uludağ tarafına döndü.

      “Evet hep oradadır. Toprağın her bir karışı birer tarih sayfasıdır. Gayret ve vatanseverlik kanıyla yoğrulmuş hayat ve kuvvet macunudur. Rahim ve Rahman olan Allah’ın seçkin kullarına mekân olmuş birer ümmet ‘ziyaretgâh’ıdır.”

      Cihangir olan dört yüz çadır halkının şanlı tarihini hep zihninden geçirmeye başladı.

      Akşam oldu. Oda uşağı mumları yaktı, bir emri olup olmadığını sordu. Cevap alamayınca şaşırmış hâlde çıktı.

      Mansur Bey’in bunlardan haberi yoktu.

      Gururla kaldırmış olduğu başı yoruldu, beyninde bir ağırlık hissetti. Başını öne doğru eğdi. Geniş alnını iki avucunun içine koydu. Dirseklerini dizlerine dayadı. Yine derin düşüncelere dalmış olarak, bir saat kadar da bu hâl ve vaziyette kaldı.

      “Bir aralık ‘medeni’ olduğu iddiasıyla mağrur olan Avrupa, hâlâ cehalet devrine mahsus olan garaz ve taassubu bir türlü elden bırakamıyor! Acaba kasıt mı var, yoksa sade gaflet mi?” dedi.

      Biraz sonra yine:

      “Moribond (can çekişen–hasta adam) mu? Halt etmişler!” dedi.

      Hiddetli bir yüzle ayağa kalktı ve birkaç kere odayı dolaştı. Rastgele bir noktada birden durduğu vakit yüzü gülüyordu.

      “Biz yine o Osmanlı, o Müslüman’ız. Bütün kâinat nizamını kuran mutlak hikmet sahibi Cenab-ı Allah, hiçbir şahsı, hiçbir cemiyeti hayatı boyunca ehemmiyetli, ehemmiyetsiz bir arızaya uğramaktan masun kılmamıştır.

      Tehlikesiz bir geçici arızadır. İlkbaharı müjdeleyen ve ihtiyatlı olmaya sevk eden bir kıştır. Maarifin çiçek açmasıyla yeniden kendini gösterecektir.

      Şu mübarek, seçkin diyarı bize kısmet eden âlemlerin Rabbi Cenab-ı Allah bizi yaradılıştan güzel ahlakla da mükafatlandırmıştır.

      Tarihimiz kahraman alaylarıyla dolmuş, taşmıştır!

      Bir taraftan Osmanlar, Orhanlar, Hüdavendigârlar, Yıldırımlar, Çelebiler, Fatihler, Yavuzlar…

      Diğer taraftan Alaaddin Paşalar, Çandarlızadeler, Sokullular, Köprülüler.

      Hanedan, yine o yüksek hanedandır; kullar, yine sadık ve fedakâr kullardır.

      Sanki bu asırda benzerleri yok mu? ‘Mahmud-ı Adlî’ (II. Mahmud) namının eriştiği makama yükselmek davasına cüret edecek Avrupa’nın üstün insanları kimlerdir?

      Reşid’i yetiştiren millet yine bu millet değil mi?

      Çeşitli gaileler yüzünden geçici bir arıza gelmiş, Osmanlı heybet ve azametinin yine kahramanlık göstermesi için her nasılsa meydan almış bulunan cehaletin kara perdesini kaldırarak kafaları aydınlatmaktan başka bir şey lazım mı?

      Sultan Mahmud’un, Sultan Mecid’in eserleri hep o gayeye ulaşmak için girişilen büyük teşebbüslerden başka bir şey mi? Bugün önünden geçtiğimiz şu zırhlılar. Sultan

Скачать книгу


<p>1</p>

Groznde Reu de Peroz.

<p>2</p>

Uludağ